Baskı dozu her alanda hissedilen bir hafta geride kaldı. Özellikle Gezi davasında mahkemenin verdiği karar politik havayı daha da ağırlaştırdı. Osman Kavala 4,5 yıldır saçma gerekçelerle tutukluydu. Bir gazetecinin özetlediği gibi, “Kavala, Gezi'den iki yıl önce beraat etmişti. Çıkacakken bir ay önce tahliye edildiği darbeden tutuklandı ama hukuken sorun çıktı. On gün sonra casusluktan tutuklandı. İki yıldır tutuklu yattığı casusluktan bugün beraat etti, beraat ettiği Gezi'den müebbet aldı. Buna adalet deniyor.”
Gerçekten de Kavala ilk tutuklandığında, hakkındaki iddianame 1,5 yıl yazılamamıştı. 15 Temmuz darbe gerekçesiyle tutuklanan Kavala hakkında yazılan iddianame Gezi direnişiyle alakalaydı. Yıldıray Oğur’un yazdığı gibi, “Ama o iddianame de artık ilk gözaltı nedeni olan Büyükada, darbe, FETÖ iddiaları üzerine değildi. 2013 yılında FETÖ’cü polislerin Gezi olayları ile ilgili aralarında Osman Kavala’nın da olduğu bir grup insan hakkındaki olayların başlamasından sonraki tarihlere ait telefon dinleme, fiziki takip raporları ve halen FETÖ davasından Silivri’de yatmakta olan eski İstanbul Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın Gezi olaylarını Osman Kavala ve Mehmet Alabora üzerinden Soros ve Otpor’a bağladığı hükümete sunulmuş bir komplo teorisi baz alınmıştı.”
Fakat Osman Kavala uzun süren mahkemenin sonucunda tüm suçlamalardan beraat etti. Yine de mahkemenin yakınlarında Kavala’nın çıkmasını bekleyen dostları, arkadaşları olarak çok sevinemedik ne yazık ki. Çünkü serbest kalmasının engellenmesi için bu sefer de Henry Barkey’le görüştüğü iddiası üzerinden darbe girişimiyle suçlanmıştı. Yani ilk göz altına alınma gerekçesi, çürük olduğu için savcılık tarafından çöp sepetine atıldıktan sonra serbest kalmasını engellemek için bir önceki dosya çöplükten çıkartılmıştı. Bir ay önce beraat ettiği dosyaydı bu. Dün açıklanan mahkeme kararında ise bu sefer Osman Kavala hakkında "Siyasal ve askeri casusluk suçundan ise kesin ve yeterli delil bulunmadığından beraatına karar verildi.” TCK'nin 312. maddesi uyarınca hükmen tutuklamaya karar verildiğinden, "casusluk" suçundan tahliyesine, ama daha önce beraat ettiği Gezi davasından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.
Gelişmeler akıl almaz.
Çiğdem Mater örneğin, yurt dışındaydı uzun süre, mahkemelere katılmak için Türkiye’ye döndü, katılmadığı bir toplantıya katılmak, çekmediği bir filmi çekmekle suçlanıp, üstelik yurt dışından bu mahkemeye katılmak için gelmiş olmasına rağmen, kaçma şüphesi bulunduğu öne sürülerek tutuklandı.
Gezi kararı ve mahkemenin inandırıcılığı
Osman Kavala’nın tutuklanması, tutuklu kalması, apaçık ve adalet, hukuk gibi kavramlarla hiçbir ilgisi olmayan bir siyasal intikamcılığın sonucu: Kavala tutuklu kalmalı, gerekirse “biz numaramızı yapar”, uluslararası mahkemelerin aldıkları kararları da boşa çıkartmasını biliriz.
Ne AİHM ne başka bir kurumun kararı, bu hırsın önüne geçemez!
“Osman Kavala tutuklu kalmalı”: Böylece, milyonlarca ama milyonlarca insanın ekosistem, adalet ve demokrasi duyarlılığıyla katıldığı bir direniş sürecinin adı olan Gezi direnişi, Osman Kavala’nın sırtına yıkılır. Sadece Osman Kavala’nın sırtına yıkılması bir inandırıcılık sorununu iktidar açısından da yaratmış olsa gerek ki, Kavala’nın tutukluluğunu anlamlandırmak için Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater gibi arkadaşlarımız ve aktivistler de tutuklanır.
Kavala’nın tutukluluğu, iktidar açısından komplocu anlatısını sürdürme fırsatını her gün yeniden üretiyor:
“Gezi bir komploydu.”
“İktidara darbenin bir aracıydı.”
“Zaten bir iş insanının ne işi olurdu yoksa, 15 Temmuz darbesi bu sürecin arkasından geldi.”
Gezi’den sonra 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının ortaya saçılması, bu arada Mısır’da kitle gösterilerinin üzerinden süzülüp gelen Sisi’nin darbesi, Geziciler tarafından tekrarlanacaktı. Kavala zaten Soros’la görüşmüştü. Soros bir Yahudi’ydi. 15 Temmuz’dan önce de Kavala’nın cep telefonundan Henry Barkey’le saatlerce görüşülmüştü. Hem casus hem darbeci hem de Gezi’nin finansörüydü Kavala.
Böyle devam ediyor iktidarın anlatısı.
Bu anlatıda – ki koca koca savcılık iddianameleri de üç aşağı beş yukarı bu anlatının delilsiz ayrıntılandırılmasının ürünü olarak şekillenmiştir- gerçek olan iki şey var: Soros’un bir Yahudi, Osman Kavala’nın da bir iş insanı olduğu. Gerisi, uçuk kaçık bir film senaryosuna bile konu olamayacak kadar gerçek dışıdır.
Komploculuk ve siyasal intikamcılık
Birilerinin aşırılaştırılmış yerli-milli zihinsel çarpıklığının ürünü olan bu suçlamaların ana sorunu hiçbir delile dayandırılmamasıdır.
Yasadışı dinlemelerden yola çıkarak aralarında hiçbir bağ olmayan insanlar arasında, somut bir delile dayandırılan hiçbir bağ olmamasına rağmen karmaşık ve yine de bir isyan örgütlemeye yetecek kadar derin ilişkiler varmış gibi davranan savcılık suçlamaları, mahkeme tarafından (bir üyesi dışında) doğru bulundu. Üstelik, bu heyet, Kavala’nın cezasında mahkemedeki davranışları nedeniyle bir indirime gidilmeyeceğini de kararına ekledi. Oysa, gözü nefretten, intikam hislerinden kararmamış herkes, Osman Kavala’nın nezaketinden, ciddiliğinden, mütevazılığından asla ödün vermeyen, ağzından tek bir kaba sözün çıktığını duymadığımız birisi olduğunu görebilirdi.
Eylem yapma kapasitemize darbe
Kavala’nın müebbet hapis cezası alması, Gezi direnişinin özgürlükçü, kitlesel, yaratıcı ve kendiliğinden niteliğinin yerine resmi bir tarih anlatısının, resmileştirilmiş, devletin bakış açısını sunan bir Gezi tanımının hakim hale getirileceğini gösteriyor. Bu resmi Gezi anlatısının en tehlikeli yanı, kitle eylemlerinin birkaç finansör, küresel bazı gizli figürler ve bunların kullandığı bazı isimlerle örgütlenebilecek bir şey olduğudur. Aynı zamanda, mevcut iktidar blokunun inşası da giderek kitle eylemlerinin darbecilikle eş tutulmaya başlandığı bir komploculukla, milyonlarca insanın birkaç karanlık ve paralı şahıs tarafından harekete geçirilebileceğini vaaz eden ve kitleleri güdülen sürüler olarak algılayan yaklaşım ile resmen evlenme sürecindedir.
Kavala’ya müebbet hapis vermek; ağaçları korumak, demokrasi ya da özgürlükler için Gezi’ye koşan milyonlarca insana, “kandırıldın” mesajı vermektir.
Gezi’de günlerce sabahlayan gençlere, birkaç kirli odağın oyununa geldiniz, demektir.
Kitlelerin siyasetin belirlendiği, karar alıcıların cirit attığı sahada işi yok demektir.
Gezi direnişi, cumhuriyet tarihinin en önemli kitle hareketlerinden birisiydi. Neoliberal nobranlığa karşı verilen haysiyet mücadelesinin milyonları sarmasıydı. Kitlesel bir elektriklenmeydi. Şimdi, kitlelerin elinden kitlesel eylemlerle haysiyet, adalet, özgürlükler, demokrasi, sesi olmayan tüm canlıları koruma gücüne sahip olduğu duygusu çekilip alınıyor. Böylece Kavala’nın aldığı cezayla hem resmi tarihin Gezi yorumu hakim hale getirilmekle kalmıyor, aynı zamanda önümüzdeki günlere de kesin bir mesaj yollanıyor devlet tarafından: Kitle eylemi, Gezi’de de görüldüğü gibi, “Yahudi, zengin, karanlık, uluslararası odakların ve bunların ülke içindeki uzantılarının işidir. İnanmayan bağımsız yargının bağımsız kararına baksın!”
Bu açıdan Gezi direnişinin yargılanması, yargılanma sırasında dile getirilen iddialar ve açıklanan karar, 10 Ekim Ankara Garı katliamından sonra Türkiye’de işçi sınıfının, ezilenlerin ve tüm kesimlerden aktivistlerin eylem yapma yeteneğine vurulmaya çalışılan en büyük darbedir. 10 Ekim’den tehlikeli olan yanı ise, sadece önümüzdeki dönemlerin eylem kapasitesine darbe vurulması değil, 2013 Mayıs’ında olduğunu düşünürsek, dokuz yıl önceki bir direnişin nezdinde aşağıdan mücadelelerin tarihten silinmesi çabasıdır. Milyonlarca insanın geçmişinin en onurlu eylemlerinden birisini kriminalize ederek, eylem yapma yeteneğimizi yok etmeye çalışıyorlar.
Hem geçmişe hem yarına aynı anda saldırı
10 Ekim’den sonra, hareketin tekrar toparlanması uzun sürdü. İnanılmaz bir başarı hikayesi olan Haziran 2015 seçimlerinin yarattığı coşkunun, umudun tüm ezilenlerin elinden alınması için gerçekten de eylem yapma yeteneğimiz bombalandı 10 Ekim’de.
Hareket silkelenip, kendine gelme işaretleri verirken, bu kez de 15 Temmuz darbe girişimi ve darbenin püskürtülmesini otoriter bir rejimin inşası için fırsat kapısı olarak görenlerin, çubuğu görülmemiş derecede aşırı sağa bükmeleri girdi devreye.
Bugün her açıdan çözümsüz olan bir mecburlar koalisyonu var ve o da çözülme emareleri gösteriyor. İktidar blokunun bir azınlık haline düştüğü kesin. Ama Gezi mahkemesi, bir noktanın daha kesin olduğunu gösteriyor: 6’lı ittifak adı verilen anaakım muhalefetin muhalefetliğinin demokrat olmakla, sol olmakla, özgürlükçü olmakla bir ilgisi yok! Bu ittifakın iki partisinin temsilcileri, Gezi davasında iktidar partisiyle beraber müştekiydi.
Üstelik, iktidar, azınlıkta olduğu ama siyasal varlığını sürdürmesinin yolu mevcut kitlesini korumaktan geçtiği için, Gezi kararı gibi bir dizi kararın, yasanın, yasal değişikliğin gündeme gelmesinde hiçbir sakınca görmeyecek. Bu, tüm gücüyle iktidarını korumak isteyen bir iktidar blokunun aktivist kitlesi içinde en militan ve sağcı kesimleri hareket halinde tutmasının da yolu.
Bu yüzden, Gezi davası kararının özü, eylem yapma kapasitemize bir darbe yapmaksa, verilmesi gereken yanıt da eylem yapma kapasitemizi güçlendirmek olmalıdır.
Kılıçdaroğlu, her gelişmede, dayanın, bu iktidar gidici diyerek seçim sandığına işaret ediyor. İktidar bloku, hakları için eyleme geçmek isteyen herkesi tehdit ediyor, sokakta eylem yapma gücünü, daha eylemler başlamadan suç odağı olmakla itham ediyor. Anaakım muhalefet ise iktidar blokunun bu oyunu kurduğu zemini veri olarak alıyor.
Siyasal alanda faşistlerin ağırlığının arttığı, en temel demokratik hakların darbecilikle eş tutulmaya çalışıldığı koşullarda, iki bileşeni iktidarla birlikte Gezi davasında müşteki olan bir ittifakın seçim ertelemeciliğinden hemen kurtulmak lazım.
Yanıtımız birleşik bir 1 Mayıs olmalı!
Bu erteleme eğiliminden kurtulurken, mahkeme kararına duyduğu öfkeyle önüne gelen herkesi orada olmamakla, eylem yapmamakla ağır bir şekilde suçlayanların eğilimine de prim vermemek gerekiyor. Gezi davası bu hafta başı başlamadı. Osman Kavala dört buçuk yıldır tutukluydu.
Böyle durumlarda, aslolanın, zaten moral yıkıma uğramış insanların moralini daha fazla bozmak değil, herkesi kazanma gayretinde olmak ve mücadelenin bir adım daha ilerlemesi için atılması gereken adımları tartışmak olduğunun altını çizmeliyiz. Herkes, herkesi aynı şekilde kükreyerek suçlayabilir. Oysa, eğer Gezi direnişinin eylem yapma kapasitemize bir darbe yapmak olduğunu düşünüyorsak, başarmamız gereken bu kapasitemizi harekete geçirmektir. Birleşik bir direnişin imkanlarını ortaya sermektir.
İktidar ne yaparsa yapsın, eylemleri buharlaştıramıyor. Daha bir ay önce Newroz’da en temel hakları için sokaklara çıkan yüz binlerce yoksulla son üç ayda ekonomik krize ve yoksulluğa karşı hakları için sokağa çıkan işçilerin arasında güçlü bir ittifak örmek, Gezi davası kararına verilecek en iyi yanıttır.
Bu yanıtın ilk adresi ise 1 Mayıs’tır.
Her yerde, hemen, çok daha güçlü bir 1 Mayıs için birleşik çağrılar, birleşik mücadele davetleri yapılmalı.
Emin olalım ki, bu 1 Mayıs, öfkelendiğimiz her politik başlığa yanıt vereceğimiz bir kitlesel gövde gösterisi olacak.
Bir sonraki yazıda, Garo Paylan’ın, göçmenlerin hedef gösterilmesini ve siyasi iktidarın hedef göstermelere doyamayan saldırgan eğilimini ele almaya çalışacağım.
Şenol Karakaş