Rusya’nın Ukrayna işgali, pandeminin defolarını açık seçik ettiği kapitalist sistemin özünde bir katliam ve bir açlık krizi anlamına geldiğini gösteriyor. İşgalde binlerce Ukraynalı öldürülürken, savaş küresel bir gıda krizini şimdiden tetiklemiş vaziyette. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Gıda Fiyat endeksi Şubat ayına göre yüzde 12.6 artışla Mart ayında 159.3’lük rekor bir seviyeye ulaştı.
Ukrayna savaşına hayır!
Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlar Rus halkını büyük bir gıda krizinin beklediğini gösterirken Mısır gibi buğday ihtiyacının yüzde 80’ini Ukrayna ve Rusya’dan karşılayan ülkeler savaş nedeniyle şiddetli bir ekmek kıtlığıyla karşılaşacaklar. Peru’da akaryakıt fiyatlarına gelen zam ve ağır enflasyon yaşanacakların göstergesiyken Sri Lanka’da döviz krizi iktidarın gıda ve yakıt ihtiyacını karşılayamamasına neden oluyor. Her iki ülkede de kitleler sokaklara çıkarak hakkını arıyor.
Türkiye’de enflasyon tüm toplumun üzerinden buldozer gibi geçiyor. Acil tüketim mallarının fiyat artışının nerede duracağını kimse bilmiyor ve büyük ihtimalle artış durmayacak. Akaryakıta, elektriğe, gıdaya yapılan zam yağmuru milyonlarca insanı açlık sınırının altında yaşamaya itiyor.
Ve bu koşullarda bile iktidar politikalarına karşı umut olarak öne sürülen “altılı muhalefet ittifakı”nın tek bir cümlesi duyulmuyor.
Bu altı partinin yan yana gelmesinin olağanüstü bir adım olduğu ve tek başına bu adımın iktidarı köşeye sıkıştıracağı fikri, Macaristan seçimlerinde boyunun ölçüsünü aldı.
Sağcı bir beş benzemezler ittifakı
Macaristan seçimleri, bir birleri ile otoriter liderliğe ve yönetime karşı olmak dışında hiçbir benzerliği olmayan partilerin yan yana gelmesinin seçim kazanmak anlamına gelmediğini gösterdi. Otoriter liderlikleri seçim sandığında yenmek için sağcılarla bir seçim ittifakı kurup, tüm gelişmeleri seçimlere ertelemek, seçimleri kazanmanın garantisini vermiyor.
Aslolan, seçimlerden önce milyonlarca insanın harekete geçmesini, sokaklara çıkmasını, hakları için kıran kırana mücadele edeceği koşulların yaratılmasını sağlamak. Otoriter liderlerin şekillenmesine yardımcı olduğu politik atmosferin alternatifinin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olacağını sanmak, muhalefet adına asli eleştiriyi bu noktada yoğunlaştırmak milyonlarca insan için hiçbir anlam ifade etmiyor. Parlamenter rejim adı verilen ve birkaç sene öncesine kadar Türkiye’de askerî vesayetin gölgesi altında hüküm süren rejim, milyonlarca yoksul açısından özlemle anılan bir siyasal mimari anlamına gelmiyordu.
Otoriter rejimler, sadece polis baskısına bağlı olarak ayakta durmuyor. Bu rejimlerin büyük bir kitle desteği de var. Bu kitle desteği ise ancak başka kitlelerin mücadelesi yoluyla bölünebilir. Sadece seçime endeksli bir mücadele, neden diğer partiler platformunun mevcut otoriter rejimden daha iyi bir siyaset yapısı oluşturacağı fikrini uyandırsın ki kitlelerde?
Eğer otoriter iktidarlar teşhir edilecekse, bunu esas olarak milyonlarca insanın eylemi yapabilir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “halkımız aç” demesiyle, açların “açız! ” diye bağırması ve hakkını kendi mücadelesiyle araması arasında nitelik farkı vardır. Otoriter iktidarların dayanamayacağı teşhir bu ikincisidir. Milyonlarca insan hali hazırda aç, yoksul, ekmek kuyruklarında hayatta kalmaya çalışıyor. Üstelik bu koşulların sorumlusu doğrudan neoliberal ekonomik politikalarken, biraz daha yumuşatılmış neoliberal ekonomik politikaların dışında bir öneriye sahip olmadığından emin olduğumuz sağcı partiler ittifakının milyonlarca yoksulun seçim tercihi olmasını beklemek çocuksu bir hata.
Seçime değil mücadeleye hazırlık
Seçim tartışmalarında uzun bir süredir bir uyarıyı yapıyoruz. Her gelişmeyi, sonucu garanti olarak görülen bir seçim takvimine endekslemek, sanıldığının tersine seçimleri de kaybetmenin en garantili yoludur. Aylardır süren bir işçi mücadelesi var. Çeşitli öğrenci grupları, milyonlarca öğrenciyi kapsayacak bir genişlikten yoksun da olsa çok sahici bir sorunu, barınma sorununu gündeme taşıyor. Kürt halkı her açıdan baskı altında. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar milyonlarca insanın tepkisini çekiyor. İktidarın ekonomik tercihleri yaşanan ekonomik yoksullaşmayı derinleştiriyor ve bu herkesin gözünün önünde yaşanıyor.
Çözümü seçimlere endekslemek, muhalefet partilerinin bir araya gelmesinin yarattığı sahte umutların, mücadelenin gerçek sorunlarının önüne geçmesine neden oluyor. Sendika liderlikleri, bürokratları, işyerlerinde öncü işçiler muhalefetin bu ajandasına bağlı kalıyorlar ve bu ajanda sokakta mücadeleyi iktidarın kodlamalarıyla değerlendirdiği için ne milyonlarca insanı içine katan “geçinemiyoruz” mitingleri, ne emek örgütlerinin tabanlarını sert bir mücadeleye hazırlayacakları ve tüm muhalefeti kapsayacak bölgesel mitingler gerçekleştirilebiliyor.
Üstelik 1 Mayıs gibi, özellikle içinden geçtiğimiz koşullarda işçi sınıfının gövde gösterisi olabilecek bir günün açtığı potansiyeller de yeteri kadar değerlendirilemiyor.
Bu 1 Mayıs, açların, geçinemeyenlerin, öfkelilerin, ev kirasını ödeyemeyenlerin, barınacak ev, oda bulamayan öğrencilerin, mahkeme koridorlarından adaletsizliğe mahkûm olanların, sendikalaşması engellenenlerin, kurye, depo işçilerinin, tek adam rejiminin uygulamalarından bezenlerin, ana dili yasaklananların, Ukrayna’da savaşa karşı çıkanların, her gün cinayetlere, şiddete maruz kalan kadınların, toplumsal cinsiyetçi baskıyı en ağır şekilde yaşayan LGBTİ+’ların, çek çeklerine el konulan atık kâğıt işçilerinin, dışlansalar, ırkçı saldırılara maruz kalsalar da ayakta durmak için direnen göçmen işçilerin dev bir eylem platformu olarak örgütlenebilirdi.
Fırsatımız varken, hâlâ böyle örgütlemeli, işçi sınıfı hareketini ilerletici hiçbir yanı olmayan “meydan” tartışmaları yerine mücadelenin içine dalmaya hazır halde olan milyonlara 2 Mayıs’ta çok daha kendine güvenli bir şekilde harekete geçebileceği koşulları yaratmalıyız.
1 Mayıs, umudun sağa karşı sağcı altılı ittifakta değil sağa karşı tek sınıf tek sendika tek yumruk diyebilen ezilenlerin mücadelesinde olduğunu göstermenin fırsatı.
ABD’de seçimlerden önce meydanları boş bırakmayan milyonlarca ama milyonlarca ırkçılık karşıtının, kadınların, iklim aktivistlerinin ve işçilerin eylemi olmasaydı, Trump’ın yenilmesi mümkün olmayabilirdi. Şili’de yeni bir umudu yeşerten seçim galibiyeti değil, seçimleri de garantileyen Şili ezilenlerinin yıllardır süren yığınsal mücadelesiydi.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)
Fotoğraf: Farplas direnişinden bir kare