CHP, en nihayet, sadece verdiği oyun mesajı anlamında doğru bir tutum aldı mecliste. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon yetkisini iki yıl daha uzatan ve TBMM Genel Kurulu’nda oylanacak olan Cumhurbaşkanlığı tezkeresine 'hayır' oyu verdi. Biz yaptığımız basın açıklamasında evet oyu vermeye hazırlandığı duyumları üzerine eleştirmiştik CHP’yi. Zira CHP sık sık içi kan ağlasa da böyle tezkerelere evet demiş bir partidir. Sadece tezkere konusunda değil, dokunulmazlıklar konusunda da HDP’nin sicili berbat. HDP milletvekillerinin arka arkaya tutuklanmasına neden olan milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılmasına da ‘anayasaya aykırı ama evet’ demişti CHP. Bu politik tutumları CHP’nin söz konusu milliyetçi dış politika ve devletin bölgesel güç olma yönündeki askeri politikaları olduğunda iktidardan hiç de büyük bir farklılık göstermediğini kanıtlıyordu.
Ama hakkını teslim etmek zorundayız. Son tezkereye 'hayır' oyu vermiş olması önemli bir gelişmedir.
CHP’nin 'hayır'ı
Bu, çok da abartılmaması gereken önemi şöyle özetlemek mümkün: “Başta Kürtler olmak üzere diğer muhalif seçmen kitleleri, CHP’yi Türkiye gerçekliliğiyle yüzleşmeye zorladı.” Hakan Tahmaz’ın bu yorumu büyük ölçüde gelişmenin arka planına ışık tutmakla birlikte, CHP’nin 'hayır' tutumunu Kürt halkı ve antimilitaristlerin, barış isteyenlerin basıncıyla yontulması sonucunda mı aldığı yoksa seçim öncesinde yapılan bir seçmen aritmetiğinin sonucunda mı olduğu bir dizi başka alanda ne söylediğini gördüğümüzde netleşecek. Bu açıdan, CHP’nin 'tezkereye' hayır derken açıkladığı 14 maddenin bir kısmının içerdiği sağcı ve vahim tonun altını çizmek lazım.
Örneğin 3. maddede CHP, “Son tezkerelerde yer alan Fırat’ın doğusu vurgusuna ne oldu?” sorusunu soruyor. Fırat’ın doğusunu kapsasa tutumunun daha değişik olacağı iması sorunun içinde gizli. Soru, göçmen meselesinde de sık sık devreye sokulan bir başka sağcı muhalefet taktiğini de içeriyor. İktidarı, milliyetçilik kozuyla sıkıştırmak.
Sığ ve milliyetçi değil mi?
Aynı sığ muhalif ton şu soruda da geçerli: “Barış Harekatı’nın ana hedefini oluşturan; Fırat’ın doğusunda ‘145 kilometre uzunlukta 30 kilometre derinlikte güvenli bölge’ye ne oldu?”
CHP’nin, iktidarın tezkerenin süresini uzatmaya karşı olmasının nedeni tezkerenin hedefleri değil, bu hedeflere ulaşamamış olması! “Tezkerede atıf yapılan Astana sürecinde verdiğimiz taahhütlere ne oldu? İdlip’teki terör unsurlarını ayrıştırıp, temizleyebildik mi?” sorusu da, “Gözlem kulelerinin kaç tanesini, hangi gerekçeyle boşalttık? TSK kontrolünde bulunduğu söylenen 5 gözlem kulesinin güvenliği nasıl sağlanıyor? Bu gözlem kuleleri için politikamız nedir?” sorusu da bunu doğruluyor. Tıpkı, “Büyük önem atfettiğiniz M4- M5 otoyollarının güvenliği ne oldu? Askerlerimiz Rus askerleriyle birlikte devriye yapıyor mu?” sorusunda olduğu gibi.
TSK askerlerinin Tus askerleriyle birlikte devriye atıp atmadığı sorusu çok önemli kuşkusuz!
Bu soruyu sorunca da birden bire şahane bir muhalefet yapmış oluyorsunuz.
Hatta, bunun, devlet içinde de bir karşılığı olabileceğini söyleyenler oluyor.
Devlette karşılığı olmak
Kuşkusuz, bu politikanın, CHP’nin dile getirdiği soruların, devlet içinde bir karşılığı vardır. Vardır da bu solun çok da umutlanması gereken bir karşılık değil. Zira bu militarizmi, Rusya’yla askeri işbirliğini, sınırötesinde TSK askeri varlığını dışlayan bir yaklaşım değil. AKP’nin milliyetçiliğini yetersiz gören bir başka milliyetçilik, seçim takvimi yavaş yavaş işlemeye başlamışken devreye giriyor.
CHP’nin soruları arasında yer alan şu yaklaşımın da devlette bir karşılığı vardır elbet: “Bizzat Milli Savunma Bakanı açıklamıştı; ‘güvenli bölge için mutabakat sağlanmıştı, Suriyeli mülteciler, bölgeye yerleştirilecekti’. Üzerinden 2 yıl geçti, güvenli bölgeye, Suriyeli mültecilerin taşınması projesine ne oldu?” AKP karşıtlığında coşkuyla anlaşan hepimizin, bir kenara bırakması, görmezden gelmesi istenen bir yaklaşım. Göçmenlere takıntılı, göçmenleri fazlalık olarak gören bu yaklaşım sonuçları itibarıyla olumlu olan CHP’nin tezkereye 'hayır' tutumunun, içerik olarak olumlu-demokrat-solcu olmakla uzaktan yakından ilgisinin olmadığını gösteriyor.
Tezkereye karşı çıkarken şu vurguları yapmak da mümkündü: “Sınır güvenliğinin zedelenmesini engelleyecek öğe sınır ötesi harekatlar değildir. Tersine, sınır güvenliğini, askeri yaptırımlar, müdahaleler zedelemektedir. Sınır güvenliğini garanti altına almanın yolu, barıştır. Barışçıl dış politikadır. Komşu ülkelere askeri müdahalede bulunmak, militarist tehdit, savaş ihtimalleri sadece ve sadece gerginlikleri tırmandırmaya yarar. Türkiye’nin tüm komşu ülkelerle ilişkisi dostluk, eşit koşullarda kardeşlik ve barış temelinde sürdürülmelidir. Bu nedenle, dış ülkelerdeki tüm askerler geri çekilmelidir. Bu ülkelerle ilişki insani yardım, dayanışma ve felaketler karşısında demokratik iş birlikleridir. Türkiye’de hem iktidar hem de muhalefet partilerinin dış politikada ister davul zurna çalarak isterse içi kan ağlayarak askeri yöntemleri tercih etmesinin asli nedenlerinden birisi Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve diyalog ortamının yerini çatışma ortamına bırakmasıdır. Sınır güvenliğini sağlamanın yolu Kürt sorununda yeniden demokratik mekanizmaların devreye sokulmasıdır. Türkiye’de milyonlarca işçi, emekçi ve yoksulun tezkerede, sınır ötesi harekatlarda hiçbir çıkarı yoktur. Bizlerin savaşa değil barışa, askeri harcamalara değil işe, ekmeğe, hastaneye, eğitime ihtiyacımız var. Savaş harcamalarına hayır! Kaynakların eğitime, sağlığa ve işsizlikle mücadeleye aktarılmasına evet!”
CHP’nin neden bu tutumu alamadığını ve sol muhalefetin bazı kesimlerinin neden bu tezkere yaklaşımına aşırı umut beslediğini bir sonraki yazıda tartışmaya çalışacağım. Tartışmanın, sermayenin çeşitli seçim programları arasındaki farklılığı içermesini başarabilirim umarım.
Şenol Karakaş