Son yıllarda görünürlüğünü artıran Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), eğitim ve aile gibi pek çok kamusal alanın düzenlenmesiyle yakından alakalı bir kurum olarak öne çıkıyor. Diyanet, özellikle seçim sathına girilen bugünlerde, iktidarın düşüşe geçen oy desteğinin arttırılmasına yönelik pek çok hamle gerçekleştiriyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş açılışlarda yer alıyor. Devlet protokolünde öne çıkıyor.
Görev ve sorumluluk alanları genişletilen Diyanet devlet aygıtı içerisinde de giderek büyük bir alanı işgal etmekte. 2019 yılındaki verilere göre Diyanet’teki personel sayısı 144 bin 250’ye ulaşmış durumda. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçeden ayrılan ödenek de her yıl artarak büyümekte. 17 bakanlıktan 7’sini geride bırakan Diyanet, 12.9 milyar TL bütçeye sahip. Gelecek yıl bu bütçe 3,2 milyarlık artışla 16,1 milyar lira olacak.
DİB yetki alanlarıyla ilgili olsun olmasın, dış politikadan ekonomiye, hukuksal alana hemen her alanda fetva veren bir kurum haline dönüştü. Verdiği fetvalar, yaptığı yönlendirmelerle toplumu kutuplaştıran Ali Erbaş, ayrımcılığı ve nefret söylemini teşvik etmekte hiçbir sakınca görmemekte. Erbaş, “Cami hem Sunninin hem de Alevinin ibadet yeridir” sözleriyle Alevileri dışlamakta. “Eşcinsellik hastalığı beraberinde getiriyor, nesli çürütüyor” diyerek LGBTİ+’ların hedef göstermekte. “Babalar öz kızlarına şehvet duyabilir”, “Kız çocukları 9 yaşında evlenebilir, gebe kalabilir, erkek çocukları 12 yaşında evlenebilir, baba olabilir” gibi kadın düşmanlığını, çocuk istismarcılığını, tacizi ve tecavüzü meşrulaştıran skandal açıklamalarla, geniş emekçi kesimlerin öfkesinin odağında yer almakta.
Bütçes herkesten toplanan vergilerle elde edilen, buna karşılık sadece sünnilere hizmet veren, iktidarın bir aparatına dönüşen, ırkçılığın, ayrımcılığın, kadın düşmanlığının, LGBTİ+ düşmanlığının, nefret söyleminin bir odağı haline gelen diyanet ne işe yarıyor?
İktidarla uyumlu bir yapı
Türk milliyetçiliğinin inşası ve sürekliliğinin sağlanmasında en kullanışlı yapıların başında gelen Diyanet, siyasal alanın iyice daraltıldığı otoriterleşmeden de nasibini almış bir kurum. Merkez Bankası, Yargı gibi pek çok kurum ve alanda görüldüğü gibi siyasal iktidara uyumlu hale gelmiş hatta iktidarın bir aparatına dönüşmüş durumda. İktidarın icraatlarıyla ilgili, ekonomiden siyasal alana, dış politikaya, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan sonra en fazla açıklamalarda bulunan, mesaj veren kurum. DİB her zaman siyasal bir işleve sahipti. Ancak Türk Tipi Başkanlık Sistemiyle siyasal işlevinin yoğunlaşması, DİB’in kadrolarını iktidarın menfaatleri ve talepleri doğrultusunda seferber etmesi diyanetin aslında din ve inançla ilgili bir yapı olmadığını çok daha görünür hale getirdi.
DİB’in siyasal yapıyla uyumlu icraatlarına ilişkin pek çok örnek vermek mümkün. Örneğin, İslam’da faiz haram olmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı “Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir?” sorusuna “faiz haramdır ama alt ve orta gelirlilerin TOKİ’den ev almak için faiz kullanması caizdir” açıklamasında bulunarak, iktidarın faiz, enflasyon ikilemindeki ekonomik faaliyetleriyle uyum göstermişti.
Temmuz 2020’de de Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesi esnasında bir din insanı olarak, elinde kılıçla hutbe okumuştu. Bu, iktidarının o dönem dış siyasette Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Ege’de uygulamaya çalıştığı, “Türkiye’nin güvenliği karasularının ötesini sağlama almaktan geçer” şeklindeki “Mavi Vatan” teziyle, militarist yaklaşımı açısından son derece uyumlu resim vermişti.
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör protestolarına ilişkin Ali Erbaş’ın Twitter hesabından “Boğaziçi Üniversitesi önünde Müslümanların mukaddes mekânı kıblemiz Kâbe’ye ve İslami değerlerimize yönelik yapılan hadsiz saldırıyı kınıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak konunun takipçisi olacağız ve bu saygısızlığı yapanlar hakkında yasal yollara başvuracağız” paylaşımından sonra üniversitede tutuklamalar başlamıştı.
Siyasal iktidarın ve devletin hizmetinde
Ayasofya’nın ibadete açılması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından Diyanet’in yükselişe geçmesi, “laiklikten uzaklaşılıyor” tartışmasının başta CHP olmak üzere muhalefet tarafından yeniden gündeme getirilmesine yol açmakta. Ancak, Laikliğin “din ve devlet işlerinden ayrılması” anlamında kullanılması halinde bile bu tespit gerçekliği yansıtmıyor. 3 Mart 1924’te Şeriye ve Evkaf Vekaleti yerine kuruluşundan bugüne, DİB, Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal bir işleve sahipti. Tekke ve zaviyelerin, tüm sivil dini kuruluşların kapatıldığı, yasaklandığı Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında, devlet dini DİB üzerinden tamamen kendi tekeline aldı. Ve toplumun yukarıdan aşağıya şekillendirilmesi, kılık kıyafetin belirlenmesi, ezanın Türkçeleştirilmesi gibi uygulamalara kadar devletin her kararı Diyanet tarafından “caiz” görüldü. AKP iktidarı öncesinde de DİB devletin dönemsel ihtiyaçlarına göre; “komünizme, bölücülüğe, irticaya karşı mücadele” başlıklarına uygun açıklamalar ve fetvalarda bulundu. O nedenle, diyanete ilişkin tepkilerin artması karşısında gittikçe lümpenleşen bir şekilde “Türkiye Müslüman bir ülkedir” savunusu yapanlarla, “Türkiye laiklikten uzaklaşıyor” tespitini yapanların aslında ortak bir kaygısı var: Devletçilik.
Çağla Oflaz
Sosyalist İşçi