IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu, yangınlar ve sel felaketleriyle eşzamanlı düştü dünyanın gündemine.
Dört bin sayfalık raporda, önceki değerlendirme raporlarından farklı olarak, iklim sistemlerindeki değişimin nasıl gerçekleştiğine dair hem çok kritik hem de son derece net bulgular sunulmuş.
Kitabın ortasından giriş yapıp şu kısmından başlayalım: Bir önceki raporun başlığı da olan “1,5C’lik Isınma” sınırında kalabilmemiz artık mümkün görünmüyor.
IPCC bilim insanları, değerlendirme raporlarını hazırlarken “Sosyoekonomik Patikalar” (SSP) adı verilen farklı senaryolar üzerinden öngörülerde bulunur. Bu SSP’ler güncel iklim modellerinde de önemli girdiler olarak kullanılıyor.
Rapor bu patikalar üzerinden beş farklı gelecek sunuyor bizlere. Senaryolardan bazıları iklim kaosunu sonlandırmanın daha kolay olacağı bir geleceğe uzanıyorken, bazıları da örneğin aynı tas aynı hamam ilerlememiz durumunda geri döndürülemeyecek endişe verici değişimleri seriyor önümüze.
Milliyetçilikle ilerlenirse ne olur?
IPCC’nin bir önceki raporundaki senaryoların birinde şöyle söyleniyordu: “Yeniden yükselmekte olan milliyetçiliğin” bir sonucu olarak uluslararası dayanışmanın parçalanması durumunda varacağımız gelecek 2C’nin altında kalma hedefimizi imkânsız kılar.”
Sosyoekonomik patikalardan ilki “sürdürülebilir gelecek” senaryosu. Biz elbette henüz buraya yaklaşamadık bile. Ve tahmin edebileceğiniz üzere, bu krizi sonlandırmanın yolu sürdürülebilir bir kalkınma modelinden geçiyor. İnsan refahının en üst seviyeye ulaştığı patika da yine bu. Eşitsizlik sorununun çözüldüğü, iklim adaletinin sağlandığı, yenilenebilir enerji dönüşümünün gerçekleştirildiği bir gelecek sunuyor bizlere. Kaynakların eşit dağılımı ilkesi de hayata geçirilmiş görünüyor.
Bizse maalesef en kötüsündeyiz. Yani SSP-5 senaryosunda. Bunun neye benzediğini anlatmaya gerek yok, zaten yaşıyoruz. Yine tahmin edebileceğiniz gibi, fosil yakıtlara bağımlı bir üretim sistemiyle devam etmenin bedellerini nasıl ödeyeceğimizi gösteriyor.
Küresel bir iklim politikasının yokluğunda işlerin nasıl görüneceğine dair net bir tablo sunulmuş bu raporda. Hepsi; “eğitim ve sağlığa yatırımlar”, “iyi işleyen kurumlar” gibi, gerçek bir gelişim için ihtiyacımız olan değişimleri de içeriyor ve özetle “enerji yoğun” olarak adlandırılan fosil yakıtlara bağımlı kapitalist üretim biçimiyle hiçbir şansımız olmadığını vurguluyor.
Raporda öne çıkan ve satır aralarına gizlenmiş bazı bulgular
Hedefimiz artık 1,5C değil, çünkü onu tutturma şansımız kalmadı. Yeni hedef, 2C.
Küresel ortalama sıcaklık artışını 2 derecede sınırlandırmamız şart. Ve emisyonları kesme tasarılarına hemen başlanması gerekiyor ki bu sınırı aşmayalım.
İkinci önemli husus, ‘devrilme noktaları’ olarak tabir edilen ve kritik eşikler olarak özetleyebileceğimiz 9 geribildirim döngüsüne yenilerinin de eklenmiş olması. Toplam 16 devrilme noktası tanımlanmış ve bunların birkaç tanesinde kritik eşiği ya çoktan geçtiğimiz ya da geçmek üzere olduğumuz anlaşılıyor. Örneğin, devrilme noktalarından biri olan Batı Antarktik buz örtüsü değişimi kontrolden çıkmış görünüyor. Bir diğeri ise Amazon yağmur ormanları. Şiddetli kuraklık sebebiyle yağmur ormanlarının yok oluş sürecinin hızlandığı belirtilmiş.
Rapor, en ılımlı ihtimalle (yani SSP-1 senaryosunda) 2030’un başlarında 1,5C’yi çoktan geride bırakmış olacağız diyor ama biz SSP-5 patikasında ilerlediğimize göre, gerçeği görebilmek için kendi senaryomuza bakmamız gerek: 2030 itibariyle ve muhtemelen 2081-2100 dönemi boyunca 3,3C – 5,7C aralığına ulaşmış olacağız!
Buradan geriye dönüş yok. 3C’yi görmek, işleri şimdi olacağından katbekat zorlaştırarak geri dönmeye çalışmak demek. Üstelik o seviyeye bir kez ulaşıldığında 3,5C ve 4C’ye uzanan yolda vites yükseltmiş de oluyoruz.
Rapor ayrıca SSP-1 senaryosunu hayata geçirsek bile deniz seviyesindeki yükselişin binlerce yıl boyunca devam edebileceğini söylüyor. Okyanuslardaki ısınma da sonlanmıyor. Çünkü yüzey sıcaklığındaki artış kademeli olarak azaltılsa bile ısınma nedeniyle yaşanmaya başlanan değişimler durmuyor, durdurulamıyor.
Kapitalizmi değil geleceği seçiyoruz!
Yakıcı sıcaklar, bu yaz tanık olduğumuz korkunç orman yangınlarının şiddeti ve yaşanma sıklığını artırmaya devam edecek, diyor Altıncı Değerlendirme Raporu.
Bizim gerçek bir dönüşüme; bir yenilenebilir enerji dönüşümüyle yaşamı baştan tasarlamaya ihtiyacımız var.
Bu türden adil bir dönüşüm ancak merkezinde işçi sınıfının rol oynadığı, enerji sektörünün özel şirketlerin elinden alınıp kamuya devredildiği, milyonlarca işsize istihdam yaratacak yenilenebilir dönüşüm politikalarının hayata geçirildiği bir tasarı ile mümkün olabilir.
Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynakların – maliyetleri şaşırtıcı derecede azalmış olsa da - küresel enerji üretimi içindeki payının hiç büyümediğini hatırlatalım. Yıllardır sabit seviyede seyrediyor. Çünkü fosil yakıt devleri enerji piyasasındaki “müktesep haklarını” kaybetmek istemiyor, bunun için kendi lobi çalışmalarını yürütüyorlar.
Böyle bir krizden çıkışın tek yolu, zenginlerin, fosil yakıt devlerinin değil toplumların lehine birleşerek, kâr güdüsünün yerine emisyon azaltım ve adil dönüşüm hedeflerini getirerek yola devam etmekten, özetle artık geleceğimizi çalan bu kan emici üretim biçiminden kurtulmaktan geçiyor.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)