Altındağ’da yaşanan linç girişimini bir kaç yazı boyunca tartışmaya çalışacağım dedikten ve ilk yazıyı yazdıktan sonra gelişmeler ışık hızıyla yaşandı ve Afganistan’da iktidar Taliban’a altın tepsi de sunuldu. Bu gelişme Altındağ’da linç örgütleyenlerle, bu linçe arka plan, bir mantık sunmakla meşgul olanlarla alakalı olduğu için, Altındağ’dan önce Afganistan’daki gelişmelerin yarattığı tartışmalara değinmek kaçınılmaz oldu.
Şok
Afganistan’da son günlerde yaşananlar 2014’te Musul’u IŞİD’in alışında olduğu gibi bir şok dalgası yarattı. Amerika ve diğer NATO ülkelerinin askerlerini çekme kararı almasından sonra Afganistan’da 6 ay içerisinde Taliban’ın iktidarı zorlayacağı projeksiyonları yapılıyordu. Fakat ABD özel kuvvetleri tahliyeler için hareket edince dananın kuyruğu koptu. Taliban elemanlarının bütün kibirli halleriyle rejimin kilit noktalarına el koymaya başladı.(1) En sonunda 15 Ağustos günü Kabil’i de alarak tüm Afganistan’da yönetimi almış oldu. Afganistan’daki eski iktidar çökmüş vaziyette. Bunun görülmesiyle birlikte şok dalgası müthiş bir panik dalgasına yerini bıraktı.
ABD’nin yenilgisi
Yaşananlar her şeyden çok ABD emperyalizmi için utanç verici bir yenilgi. Bunu sadece biz söylemiyoruz, geçen ay İngiltere ordusundan emekli bir general de ABD’nin Afganistan macerasının mağlubiyetle sona erdiğini yazdı. 20 yıl önce, Taliban’ın ülkeyi yönetmesini sona erdirmek için kanlı bir işgale girişmişlerdi. Bu yalnızca Afganistan’la ilgili bir durum değildi, neoconların yönetiminde ABD egemen sınıfının Ortadoğu’yu domine etme planının ilk adımlarından birisiydi bu. Bu adımı daha sonra Irak işgali, Libya’nın bombalanması gibi olaylar izledi. Şimdi ABD, 20 yıl sonra ülkeden çekiliyor ve Taliban hemen ülkenin yönetimini ele geçiriyor. Bu gelişmelerin küresel emperyalizmin baronları için çok çok büyük bir yenilgi olduğu ortada. Sorun, onların yenilgisinin bizler açısından, ezilenler, yoksullar, kadınlar, işçiler açısından bir zafer anlamına gelmemesi.
Emperyalist işgalin yansımaları
Taliban 90’larda Afganistan’da çok baskıcı ve kanlı bir rejim kurmuştu. İlk başta Pakistan ve ABD’nin onayıyla ülkeyi ele geçirdi fakat basitçe onun kuklası değildi. Bugünkü durum bize gösteriyor ki, ABD işgalleri Taliban gibi güçleri geriletmek için çözüm değil. Taliban’ın güçlenmesi, 60 bin savaşçıdan ve yarı zamanlı gönüllülerden oluşan bir ordu kurması doğrudan emperyalist işgalin yarattığı sonuçlar. Tıpkı IŞİD’in bir gecede gökten düşmemesi gibi. IŞİD, ABD’nin Irak işgalinden, bu işgalin kanlı uygulamalarından, Felluce katliamından ve özellikle Ebu Gureyb Cezaevi’nde işgalcilerin uyguladığı akıl almaz işkencelerden bağımsız düşünülemez. Bu akıl dışı uygulamalarla dolu acımasız işgallere tepki olarak ortaya çıkan asmiterik, akıl dışı, acımasız örgütlerden birisi IŞİD’se, bir diğeri de Taliban.
ABD’nin işgalden sonra kurdurduğu ve desteklediği hükümetler, yine tıpkı Irak’ta olduğu gibi halka hiçbir şey vadetmedi. Yozlaşmış, yolsuzluğa bulaşmış rejimlere dönüştüler.(2) Afganistan halkı ise 1979’daki Rus işgalinden beri savaşlarla, yoksullukla boğuşuyor.
Taliban, çok açık ki bir kahramanlar ordusu değil. İnsanların kendisinden panik halinde kaçmak için can attığı, can verdiği bir bir örgüt-bir yarı devlet. Kabil’de trafiğin kitlendiği görüntüler, ABD uçağına sarılıp kaçmak isterken ölen insanlar, Taliban korkusunun da Afgan halkı için çok ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyor. Emperyalizmle çatışma içerisinde olsa da bu türden İslamcı hareketler hiçbir ilerici role sahip değildir. Bunun iki nedeni var. Birisi, ABD emperyalizmiyle çelişki içinde olan Taliban, Çin emperyalizmi ya da Rus emperyalizmiyle diplomatik uyum inşa etmek için çabalıyor. Bölgesel güçlerden Hindistan’la ilişki kurmaya çalışıyor. Burada, Türk solunda, emperyalizmi küresel bir ekonomik-politik-askeri sistem değil de ABD’den ibaret görme yanılgısı, ABD’yle çatışan her gücün ilerici bir antiemperyalist mücadele verdiği fikrinin gelişmesine neden oluyor.
Öte yandan, ulusal kurtuluş mücadelelerinde, emperyalistler tarafından ezilen ulusların verdiği mücadelede, hareketlerin liderliklerinin programına ve bu hareketlerin bizzat pratiklerine bakmak zorundayız. IŞİD gibi Taliban da ezilenlere, kadınlara ve kendi programını kabul etmeyen tüm yoksullara kan kusturacağını açıkça ilan ede ede geliyor iktidara.(3)
Fakat kan kusturacağını ilan etmekle kalmayıp, birinci iktidar döneminde kadınlar üzerinde bir şiddet sarmalı uygulayan bir hareket, ilerici olamaz. Birinci dönem Taliban iktidarında “Şeriata karşı gelenler en ağır şekilde cezalandırılacak ve bunu herkes görecek ki bir daha aynı suçlar işlenmesin. Bu suçların arasında kadınların yanında erkek olmadan evden çıkması, ciltlerinin görünmesi, erkeklerin sakalsız olması veya camide namaz kılmaması da yer alıyordu.”
Bugünlerde Taliban’ın kadın haklarında ileri adımlar atacağını, modern Afganistan’ın kuruluşunun Taliban önderliğinde gerçekleşeceğini iddia edenlerin sorunu da aynı. İktidar, Taliban’la işbirliğini geliştirirken, aynı zamanda batıyla, özellikle ABD’yle de ilişkilerini korumayı hedefliyor. Kabil havaalanını Türkiye’nin kontrol etmesindeki ısrarın nedeni, bölgesel askeri güç olma stratejisine bağlı bir adımı, bu kez ABD’yle uyumlu bir şekilde atma arzusu. İktidar, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadınları saldırıya açık hale getirmekte hiçbir beis görmedi. İktidarın Taliban meşrulaştırması bir yana, özellikle, bir direniş hareketi gibi ele alınan bir örgütün, kadınların mevcut kazanımlarına şiddetle saldırması, o hareketi karşı devrimci bir safa itelemek konusunda elimizi hızlı tutmamız gerektiğini gösterir. Bir toplumsal örgütlenmenin ve siyasal kurallar bütününün ne kadar demokratik olduğunu belirleyen, o toplumsal ve siyasal ilişkiler içinde kadınların haklarının pratik olarak ne kadar güvence altında olduğudur. Bir siyasi hareketin içyüzünü açığa vuran ise kadınların haklarına hem hukuki hem de pratik olarak yaklaşımıdır. Afganistan’da kadınlar Taliban iktidarında ne yaşayacaklarını bildikleri için kitlesel eylemler de dahil olmak üzere birçok yöntemi kullanarak bu belayla baş etmeye çalışıyorlar. ABD’yle çelişki içinde olması, Taliban’ın kadınların sosyal ve siyasal yaşamda mevcut rejim altında elde ettikleri kazanımları gasp eden bir hareket olduğu gerçeğini gölgeleyemez. Ulusal ezilmişliğe karşı çıkarken, başka ulusları ezeceğini, başka uluslara yaşam hakkı tanımayacağını açık eden hareketler ilerici değildir.(4) Emperyalizmle değil, bir emperyalist ülkeyle çelişkilere sahiptir olsa olsa. Başörtüsü takan kadınlara dokunmayacağız türünden açıklamalar Taliban’ın siyasi karakterini açığa çıkarıyor.
ABD teröristtir!
Taliban’ın tarihinden ve bugününden söz etmek ABD veya başka emperyalist güçlerin işgaliyle oluşan manzarayı görmezden gelmekle sonuçlanmamalıdır. Zira bizzat ABD Afganistan’ı işgal ederken kadınların özgürlüğünü bahane olarak kullanıyordu. ABD kadınların veya ezilenlerin haklarının savunucusu olmadı hiçbir zaman. Sanki, bunu tartışmak anlamsız gibi görülüyor ama önce Balkanların “Halkların korunması için” bombalanması, Afganistan’ın kadınların özgürlüğü için işgali ve Libya’nın sivilleri koruma bahanesiyle bombalanması sırasında, birileri, kadınlar, siviller ve katledilen halklar için emperyalizmin işgal ve bombalamalarından medet umdular. Bu, oldukça güncel ve can yakıcı bir tartışma. Militarist ve barbar bir koalisyonla Afganistan’ı ele geçiren işgalci bir güç olarak ABD gerçeğini gizleyen bir tartışma. ABD ordusunun ve NATO’nun sivilleri korumak gibi tayin edilmiş bir görevi varmış yanılsaması yaratan bir tartışma. Afganistan’da geçen sene Avustralyalı askerlerin halka, çocuklara nasıl işkence ettiklerini, katledip nasıl nehre attıklarını anlatan bir rapor yayımlandı. ABD defalarca kez düğün konvoyu veya benzer sivil bölgeleri vurdu. Sonsuz Özgürlük Operasyonu, ABD tarihindeki en uzun savaş olarak kayıtlara geçti. BM’e göre her yıl 6-9 bin arası sivil ölüyor Afganistan'da. ABD çeteciler, uyuşturucu satıcıları ve savaş baronlarından oluşan iktidarları destekledi. İşgalin vahşi tablosu Taliban’ın güçlenmesine yol açan sebeplerden biri oldu. Öfke o kadar büyüktü ki işgal güçlerine saldırılar çok ciddi kayıplara yok açtı.
“Sınır namustur” meselesi
Dolayısıyla hedef tahtasına küresel emperyalizmi koyan, fakat bununla birlikte Afganistan’da Taliban’dan kaçmak için uçaklara tutunan insanlara da destek ve dayanışma sunan, barış yanlısı bir politika savunmalıyız. Bu politikanın bir parçası da Türkiye askerlerinin başka bir ülkenin topraklarından çıkmasını savunmaktır.
Afganistan’da olanlarla beraber bir dizi tartışma Türkiye’de özel biçimler de alarak tetiklendi. Irkçı bir kötülük memleket sathında bir dizi kurumun özel çabasıyla yayılıyor. Muhalefetin geniş kesimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi ile Taliban rejimi arasında özdeşlik kuruluyor. Bu özdeşlik göçmenlere yönelik bir nefret akınına yol açıyor, zira anti AKP öfke, göçmenlerin üzerine boca ediliyor.
Taliban gelene geçene meydan mı okurken Türkiye’nin Afganistan’da ne inşaatçı kafasıyla ne de asker kafasıyla bir yeri olduğunu ısrarla anlatmalıyız. Türkiye, Afganistan’da askeri varlığına ve ekonomik girişkenliğine alan açmakla değil, Afganistan’dan kaçan herkesin güvenliğini sağlanması ve kalanların da yalnız olmadığını göstermek gibi somut adımlar atmalı. Taliban’ın “yumuşak” bir örgüt olarak lanse edilmesiyle ve onunla uzlaşmakla değil, Taliban’ın yarattığı yıkımdan kaçanlarla dayanışmayı örgütlemek önemli olan. Başkalarının sınırında içeri girmek değil, vahşetten kaçan Afganlara sınır kapılarını açmaktır atılması gereken tek adım.
Bir süredir, Afganistan’da yaşananları sadece Afgan erkeklerin Türkiye’ye gelişini hızlandırması açısından ele alanlar, AKP’nin bu Afgan göçmenlerle özel bir güç oluşturacağını ve bunları kendisi için savaştıracağını ilan eden, hatta bu türden bir imza kampanyası organize edenler şöyle bir yanılsama içindeler: AKP Taliban’la işbirliği içinde olmak isterken sınırlardan Türkiye'ye geçmeye çalışan Afganlar Taliban’dan kaçıyorlar. Bu konuda bunun ötesindeki her iddia gece gördüğü her rüyayı gerçek sanıp buna göre talep üreten bir şımarıklığın ürünüdür.
Daha sağdan muhalefet etmeye çalışan göçmen düşmanları ise Afganistan’dan kaçanları “savaşmaktan kaçıyorlar” diyerek suçluyorlar. Savaşmaktan, öldürmekten, ölmekten kaçmaya çalışmanın yanlış bir şey olduğunu düşünenlere büyük lokma yeseleler de büyük laf etmemeleri gerektiğini hatırlatmak gerekli.
Önümüzdeki günlerde Taliban’a karşı direniş başarı kazanamazsa yeni bir göçmen dalgasıyla karşılaşacağız demektir. Böyle bir dalganın yaratacağı tepkiler böyle bir dalga var olmadan önce yaratılmış bulunan tepkilerden feyz alacaktır. Altındağ’da yaşanan linç, bizleri bekleyen tehlikenin bir giriş paragrafı olabilir.
Bu memlekette acıklı olan siyasal durumlardan birisi, ırkçıya ırkçı dediğimiz için savunma pozisyonuna geçme zorunda kalmamızdır. Acıklı olan bir başka durum da ırkçıların göğüslerini gere gere ırkçı olmadıklarını iddia etmeleridir. Böylelikle, Altındağ’da yaşana ırkçı linç, linççe katılanlardan ibaretmiş gibi bir somut durumla karşı karşıya kalıyoruz. Altındağ’da linçe katılanlardan yakalanan 61 kişinin 35’i hakkında sadece “mala zarar verme” geri kalan 26’sı hakkında ise sosyal medya paylaşımları sebebiyle işlem başlatıldı.
Altındağ, adım adım örülen bir linçti. Politik iklimi sistematik olarak ırkçı yalanlarla kirleten birileri siyasal sürece müdahale etti. Şimdi, aynı ana akım güçler, “Sınır namustur” pankartıyla aynı iklimi yeniden şekillendiriyorlar. Hedefleri, taliban’ın estireceği terörden canını kurtarmak isteyen insanların, sınıra örülen duvarları aşmalarının engellenmesi. İktidar da sınır namustur diye düşünürse, bu memlekette yüzlerce cinayetin namus bahanesiyle işlendiğini hatırlarsak ölümden kaçanlar sınır önünde öldürülebilir. Altındağ’da yaşanan linçten önce ırkçı iklimi şekillendirenler, linçten sonra “Ben mi saldırın dedim” diyerek bir pişkinlik sergiliyorlar. “Evine al besle” diyerek göçmenlerle dayanışanları aklınca köşeye sıkıştıranlar, göçmenleri bir özne, kardeşi, sınıf kardeşi, işi gücü olan, çeşitli vasıfları olan kadınlar ya da erkekler olarak değil, ayakları üzerinde duramayan, beslenmesi gereken bir “şey” olarak görenlerin, bu lafın nasıl bir linç duygusu içerdiğini görmemeleri imkansız. Şimdi “Sınır namustur” kampanyası yapanlar da sınırı aşmak isteyen göçmenlere karşı ne önerdiklerini açık açık söylemeliler. Sonra, “ben mi vurun, öldürün dedim” demek zorunda kalabilirler.(5)
Yazı yine uzadığı için önümüzdeki yazıda iktidarın ve “muhalefetin” Afganistan sorunu ve göçmen meselesine yaklaşımını Altındağ’da yaşanan linç bağlamında tartışmaya çalışacağım.
Şenol Karakaş
Notlar:
1. ABD’nin çıkış kararı almasından beri tüm dünya Afganistan’daki gelişmeleri tedirgin bir şekilde izliyordu. Taliban hareketinin 2006’dan beri Afganistan’da eylemler yaptığı ve bazı kırsal bölgeleri elinde bulundurduğu bilinen bir gerçekti. Bu nedenle ABD’nin çıkışı sonrası ülke içinde ilerleyişe geçeceği ve Kabil’i almayı hedefleyeceği bekleniyordu. Beklenmeyen ise, bunun bu kadar çabuk gerçekleşmesiydi.
2. Örneğin, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin milyonlarca dolarla Birleşik Arap Emirlikleri'ne sığındığı haberleri medyayı kaplamış vaziyette.
3. Bu örneğin yoksullarla ilgisi yok ama Taliban’ın nasıl bir yönetim anlayışına sahip olduğunu gösteren bir örnek olarak değerlendirilebilir. SSCB destekli Afgan devlet başkanı Muhammed Necibullah’ın öldürülüşü şöyle oldu: “Eylül 1996'da Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesinden hemen önce Ahmet Şah Mesud'un kaçırma teklifini reddetti. 27 Eylül 1996'da Kabil'e giren Taliban militanları tarafından sığınmış olduğu Birleşmiş Milletler binasından zorla çıkarıldı. İşkence edildikten sonra yaralı haldeyken, kardeşi Şahpur Ahmedzai ile birlikte bir elektrik direğine asılarak öldürüldü.”
4. Başka bir zaman tam bu açıdan Kemalizm’i de bir kez daha tartışmaya açabiliriz.
5. Murat Sevinç ırkçı iklimin tehlikelerinin dökümünü yapmış. Yazı ırkçılık yapanlara karşı ırkçı olmayan, göçmenlerle dayanışmak isteyenlerin kendilerini savunmak zorunda olduklarını gösteren bir örnek aynı zamanda.