HDP çalışanı Deniz Poyraz’ın İzmir HDP binasında katledilmesinin hemen ertesi günü, Anayasa Mahkemesi HDP’nin kapatılması istemiyle sunulan metni kabul ettiğini açıkladı. Bilindiği gibi, HDP’nin kapatılması davası, iktidar koalisyonunun ama özellikle de MHP’nin ısrar ettiği bir adım. MHP, tarihte bir ilke imza attı ve bir parti, bir başka partinin kapatılması için özel bir fişleme gerçekleştirip, bu fişlemeyi ve raporu savcılığa vererek HDP’nin kapatılması davasını tetikledi.
Nefret söylemi
Deniz Poyraz’ın öldürülmesi sıradan bir cinayet olarak geçiştirilemez. Öncelikle, bir gazetecinin cinayetten hemen sonra sorduğu soruları ısrarla gündemde tutmak zorundayız: Seslensen duyulacak mesafeden silah sesleri gelmesine rağmen neden katil merdivenden inip teslim olana kadar müdahale edilmedi? Katille ilgili etraflı soruşturma yürütülmeden gözaltı işlemleri bitirilip neden adliyeye sevki yapıldı? Neden bu kadar hızla tutuklandı? Katilin cinayetten sonra yaptığı paylaşımları, gözaltına alınmasından sonra kim sildi? Sosyal medya hesabını kim kapattı? Yanında getirdiği çantada başka silah var mıydı? Katil, olağan koşullarda o saatte toplantı yapılacağını nereden biliyordu? Silahla pozlar veren katile, bilişim polisi neden o güne kadar işlem yapmadı?
DSİP, cinayetin hemen ardından yaptığı basın açıklamasında şunları söyledi; “Bu cinayetin, HDP İzmir binasına baskının nasıl planlandığı açığa çıkartılmalıdır! Katilin telefon kayıtları, geçmişi, son haftalarda yaptığı görüşmeler teşhir edilmelidir. Öldür diyenlerin kimler olduğu kamuoyuna açıklanmalıdır. HDP, mevcut yasalara göre kurulmuş, meclisin üçüncü büyük partisidir. Bu partiyi marjinal bir terör örgütü gibi suçlayan, HDP’ye karşı nefret söylemini tırmandıran tüm siyasiler hesap vermelidir. Bu partiyi korumakla yükümlü olan kolluk güçlerinin sorumluları ve siyasi sorumluları hemen istifa etmelidir.”
Bu cinayet, HDP’yi terör örgütü olmakla suçlayan, yalanlarla bu partiyi suçlu gibi gösteren, parti üyelerini her türden baskıyla yıldırmaya çalışan, tüm faaliyetlerini baskı altına alan, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekillerini uydurma gerekçelerle tutuklayan siyasetin bir sonucudur!
MHP liderliği, Deniz Poyraz’ın ölümünden bir hafta sonra, onun sıradan bir parti üyesi olmadığını PKK işbirlikçisi olduğunu ilan etti. Bu yaklaşım cinayeti aklayan, hiçbir delil sunmadan, katledilen bir insanı ve o insanla birlikte yüzde 10’dan fazla oy alan bir partiyi kriminalize etmeye çalışan bir “siyaset yapma tarzıdır.”
Poyraz’ın öldürülmesi, aynı zamanda, HDP’nin yarısı kadar bir oyu ancak alan bir partinin “ricası” üzerine açılan parti kapatma davasının yarattığı iklimin, iktidarın tüm liderlik kadroları tarafından sürekli hedef gösterilmesinin, hukukun yerine keyfiyetin hakim olduğu yönetim tarzının bir ürünüdür.
Karamsarlık
Cinayetin ardından muhalefet saflarında da giderek tahammül edilmesi daha zor hale gelen bir sempati toplayan Sedat Peker’den sokağa çıkılmaması tavsiyesi geldi. Bu tavsiyenin ima ettikleriyle, Deniz Poyraz’ın öldürülmesinin bir başka karanlık sürecin ilk adımı olduğu yönündeki görüşler arka arkaya geldi.
Devreye yeniden iç savaş senaryoları sokuldu!
Öldürülüyoruz ama tepki göstermek için sokağa çıkarsak, yaşanacak gelişmelerin sorumlusu yne biz oluyoruz. Öldürülüyoruz ama itidal çağrısı bizlere yapılıyor.
İktidarın her gelişmeyi ayrıntılı provokasyonlarla, kendisinin işine nasıl yarayacağı belli olmayan bir iç savaşa evireceğini düşünmek, bunun sürekli olarak propagandasını yapmak, öfkeli ve mücadele etmek isteyen, bu mücadelesini sokakta ifade etmeye çalışan insanlara, evinde otur demekle eş anlamlıdır.
Tıpkı, bu iktidarın seçimle gitmeyeceği imaları ya da açıklamaları gibi, birisi diğerini dışlayan görüşler yan yana boca ediliyor ve insanları pasifize etmek için devreye sokuluyor.
HDP’ye saldırının, tüm Türkiye’ye, demokrasiye, tüm muhalefete yapıldığını söyleyenler gibi bu görüşleri savunanlar da fikri bir kargaşa yaratıyorlar.
HDP’ye ilk kez saldırılmıyor. Unutmayalım, HDP 7 Haziran-Kasım seçimleri arasında 400’den fazla saldırıya maruz kaldı, bombalı 5 Haziran seçim mitingi ve 10 Ekim Ankara Gar katliamı da dahil... Genel merkez binası yakıldı. Kürtçe şarkı söyleyen insanlar bıçaklanarak öldürüldü, üzerinde Demirtaş’ın resmi olan tişörtleri giyenler hakkında soruşturma açıldı, seçilmiş tüm belediye başkanları görevden alındı ve tutuklandı.
Deniz Poyraz cinayeti bu zincirin bir halkası. Bu zincir, saldırının genel olarak demokrasiye değil, Kürtlere, Kürtlerin partisine yönelik olduğunu gösteriyor.
Çaresiz olan iktidar
Üstelik, Bahçeli son grup konuşmasında, oluşan bu havayı dağıtmaya çalışsa da cinayete gösterilen tepkiler, yani AKP’nin en yetkili isimlerinin başsağlığı dilemesi, İzmir’de aralarında MHP’nin de olduğu parti temsilcilerinin belediye meclisi adına ortak açıklama yaparak cinayeti kınaması, cinayeti işleyenlerin arzuladığından başka bir politik havanın süratle hakim olabileceğini de gösteriyor.
HDP’li arkadaşımızın öldürüldüğü siyasal koşulların can alıcı yanını, iktidarın güçlü olması değil tersine güçsüz olması, paralize hale gelmiş olması oluşturuyor. İktidar, dünyadaki birçok otoriter benzerleri gibi ekonomik ve ekolojik krizin ağırlığını derinleştiren pandeminin altında kaldı. Buna Türkiye’de bir de rejimin doğasından kaynaklı yönetememe krizi ve Peker’in ifşalarının yol açtığı devlet-siyaset-mafya-derin yapılar sarsıntısı eklendi.
Gerileyen iktidar, MHP’yle kurduğu koalisyona mecbur ama bu mecburiyet nedeniyle daha da hızla gerileyen, güç kaybeden ve sonuçta pusulasını kaybetmiş bir gemi gibi fırtınada savrulan bir kaptanla birlikte devam etmeye çalıştıkça siyasi açıdan sonuna yaklaşıyor. Varını yoğunu seçim matematiğine indirgemiş, bir sonraki seçimi kazanmayı ölüm-kalım meselesi olarak ele alan, seçim anketleri nedeniyle her geçen gün paniği artan bir iktidarla karşı karşıyayız.
HDP’ye yönelik saldırı, HDP’nin kapatılma davası, hazırlanan yeni partiler ve seçim yasası, siyasal gücünü kaybetmeye başlayan iktidar ittifakının, giderek bir azınlık iktidarı haline gelen AKP-MHP’nin, devlet üzerindeki güçlerini kullanarak siyaseti bir seçim kazanma yarışına indirgeyen yaklaşımlarının ürünüdür.
Seçim kazanmayı devletin bekası meselesine indirgeyerek, seçim kazanmak için ortalığa sürekli nefret pompalayarak, HDP’yi kapatarak, HDP kitlesini korkutmayı amaçlayarak, HDP’yle dayanışanları bu dayanışma ilişkisinden kopartmayı amaçlayarak yapılan hazırlıklar tüm siyasi süreci geriyor.
Bu gerilim hem örgütlü provokasyonların hem de ırkçı katillerin devreye girmesine neden oluyor.
Bu gerilimin yerini, başka bir gerilim almak zorunda. Ezilenlerin tüm adaletsizliklere karşı duyduğu öfkeden kaynaklanan bir gerilim daha var. Harekete geçirilmesi gereken budur.
Tüm ezilenlerin öfkesini ifade edebileceği büyük bir harekete ihtiyacımız var. Bu hareketin ilk adı, işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin birleşik mücadelesiyse, ikinci ismi de Kürt halkıyla dayanışma olmak zorundadır.
Bu demokratik gerilimi hiçbir otoriter iktidarın engellemesi ya da faşist güç gösterisi meraklılarının bastırması, korkutması mümkün değildir.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)