Sosyalist hareket uzun yıllar LGBTİ+ varlığını “burjuva yozlaşması” olarak değerlendirerek, LGBTİ+ mücadelesine mesafeli kaldı. Ancak LGBTİ+’ların kararlı mücadelesi, sosyalist hareketin bu anlayışını büyük ölçüde kırdı. Sadece Stalin’in takipçisi bir avuç sözde sosyalist “sapkınlık” düşüncesinin taşıyıcısı olmaya devam ediyor. Oysa devrime ve sosyalizme giden yol, tam da bu anlayışı kırmaktan geçiyor.
Evet, Marx ile Engels’in birbirlerine yazdıkları mektuplar homofobik espri ve yaklaşımları içeriyordu. En güçlü siyasi rakiplerinden biri olan Lassale'ın yoldaşlarından von Schweitzer hakkında açılan eşcinsellik davasını, Lasalle'in Prusya devleti ile olan ilişkilerinde de atıfta bulunarak, burjuva yozlaşması olarak mahkûm etmişlerdi.
Ancak LGBTİ+ hareketinin özellikle Magnus Hirschfeld liderliğinde güçlenmesi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi içinde ikircikli tutumlar alınmasına neden oldu. Örneğin Oscar Wilde için açılan eşcinsellik davası için hak ve özgürlükler bağlamında imza kampanyası düzenlenirken ve anayasanın eşcinselliği suç sayan 175. Maddesinin kaldırılması için girişimlerde bulunulurken, siyasi rakipler yine "işçi sınıfını burjuvazi yozlaşmasına sürüklemekle" itham ediliyor, eşcinsel olmakla suçlanan burjuvalara da "işte bunlar zaten böyledir" anlamına gelecek yakıştırmalar yapılıyordu.
Rusya'da yaşanan Ekim Devrimi, LGBTİ+'lar için geniş özgürlükler sağladı. LGBTİ+ olmayı suç sayan yasalar kaldırıldı, kısıtlamalara son verildi, cinsiyet uyum ameliyatları yapılmaya başlandı. Ayrıca kadın özgürleşmesi yolunda da önemli adımlar atıldı, kürtaj yasal hale getirildi, boşanmak kadınlar için kolaylaştırıldı. Ancak Stalin liderliğindeki bürokrasinin iktidarı ele geçirmesinden sonra LGBTİ+ların ve kadınların elde ettiği bütün kazanımlar geri alındı. 1933 yılında eşcinsel ilişkiler kanunca suç ilan edildi. Eşcinsel propagandasının batı kapitalist kültürünün bir sapması, yozlaştırıcı bir oyunu olduğu, Sovyet insanında böyle bir sapkınlık olamayacağı vurgulandı.
LGBTİ+ olmak yine suç sayıldı. LGBTİ+'lar çalışma kamplarına gönderildi, hastanelere kapatıldı.
Bu esnada Nazi Almanya’sında imha kamplarında binlerce LGBTİ+ en korkunç işkencelerle katlediliyordu. Aynı şekilde Naziler de LGBTİ+’ları “Alman halkını yozlaştırmakla” suçluyordu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da LGBTİ+ varoluşu suç sayılmaya devam etti. Almanya anayasasının 175. Maddesi varlığını korudu, imha kamplarından kurtarılan LGBTİ+'lar, yeni kurulan her iki Almanya devletinde de hapse atıldı.
Esas olarak 1968'le birlikte bütün dünyada esen savaş karşıtı, özgürlükçü hava sosyalist örgütlerin LGBTİ+ konusundaki ikircikli tavrını kırmaya başladı. ABD’de 1969’da yaşanan Stonewall ayaklanmasından sonra siyahların özgürlük hareketi, savaş karşıtı hareketler, LGBTİ+ mücadelesi arasında büyük kesişim alanları oluştu. Keza Avrupa’da yaşanan devrimci durum işçi sınıfı, sosyalistler ve LGBTİ+ mücadelesi arasındaki ilişkileri güçlendirdi. Şu an dünyanın neredeyse her yerindeki sosyalist parti ve örgütler, LGBTİ+'ların eşit, özgür ve onurlu yaşam mücadelesine destek oluyor, yanında ve içinde yer almaya çalışıyor.
Türkiye’de bu adımlar çok geç atıldı. Sosyalist örgütler yakın zamana kadar LGBTİ+’ların mücadelesine mesafeli yaklaştı, ancak LGBTİ+’ların kararlı mücadelesi bu konuda epey yol alınmasını sağladı. Sosyal medyada dolaşan ve sol olduğunu iddia eden bir dergide yayınlanan “LGBTİ+’lar sapkındır” konulu bir makale ise bazılarının 19. yüzyılda çakılıp kaldığını ortaya koydu. Marksizmi bir eylem kılavuzu olarak değil de, dogmatik bir kutsal metin olarak algılayan bu anlayış, doğal olarak her şeyiyle kitlelerin gerisinde kalıyor ve bu durumu çözümleyemediği için de LGBTİ+ mücadelesinde nispeten daha iyi durumda olan örgüt ve sendikaları “emperyalizmin maşası, burjuvazinin yozlaşmasının taşıyıcıları” ilan edebiliyor. Kerameti kendinden menkul bir “halkımızın değerleri” kavramını, hak ve özgürlüklerin önüne koyabiliyor.
Oysa Marx ile Engels de kesintisiz olarak mücadeleden öğrenmiş, kendilerini sürekli olarak yenilemiş, geliştirmiş ve ortaya çıkan yeni koşullara uyumlu hale getirmeye çalışmışlardı. Günümüz dünyasında LGBTİ+ mücadelesine sırt çeviren bir Marksizm, asla Marksizm olamaz. Bugün biliyoruz ki, toplumun ezilenleri kurtulmadıkça işçi sınıfının bağlarından kurtulması mümkün değildir. LGBTİ+’lara uygulanan baskı ve şiddet, işçi sınıfını bağlayan zincirin bir halkasıdır. Kürt halkına (ve ezilen diğer halklara) uygulanan baskı ve şiddet, işçi sınıfını bağlayan zincirin bir diğer halkasıdır. Her gün kadınların öldürülmesi, eşit yaşam haklarının ayaklar altında çiğnenmesi, evet, bunlar da işçi sınıfını bağlayan zincirin bir başka halkasıdır.
Bu zinciri kıracak olan, ezilenlerin birleşik ve ortak mücadelesidir.
Devrime ve sosyalizme giden yol, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun her kesiminde var olan LGBTİ+’ların eşit, özgür ve onurlu yaşam mücadelesinden geçer!
Atilla Dirim