“Canlar mı, camlar mı?”

02.06.2020 - 12:07
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

1996 yılında İstanbul Kadıköy’de gerçekleşen kitlesel 1 Mayıs mitingi çok sert hadiselere ve tartışmalara neden olmuştu. Kalabalıklar Kadıköy Meydanı’na doğru yürümeye başlamadan önce polis saldırmış, mitingin başlangıcından bitişine kadar dört gösterici öldürülmüştü.

Medya, dört göstericinin ölmesini değil, çıkan çatışma sırasında kırılan banka camlarını ve bazı göstericiler tarafından kopartılan çiçekleri öne çıkartmıştı.

Devletlerin ve onların savunucusu olan medyaların, kitle eylemleri egemen sınıfın belirlediği sınırların ötesine geçtiğinde ve göstericiler arasında şiddet uygulayan birey ve gruplar ortaya çıktığında, kendilerine polis tarafından saldırılan insanları suçlamasının ilk örneği değildi, İstanbul’daki 1996 1 Mayısı. 

1871 Paris Komünü’nden, 1968’de Fransa’da gerçekleşen işçi grevleri ve öğrenci eylemlerine kadar tüm kitle eylemlerinde; katledilenleri, hakları gasp edilenleri, kazanımları yağmalananları cam kırmakla suçlamak, burjuva ahlakının şanındandır.

İlginç olan, bu yaklaşımın solun bazı kesimlerince de benimsenmesi ve 4 gösterici polis tarafından öldürülmüşken, camları kıranların eleştirilmesidir.

Bugünlerde ABD’de yaşanan olaylarda olduğu gibi. 

İşçi sınıfı, ABD’de ırkçı katliama öfke duyan kitlelerin isyanının içinden birilerinin market yağmalamasıyla, cam, çerçeve kırmasıyla ilgilenemez. İşçiler, siyahların ırkçılık karşıtı öfkesinde, kendi sınıfsal kızgınlıklarının bir ifadesini görmektedir. Gösterici eleştirmek, steril eylem örgütleme peşinde koşanların konformizminin bir yansımasıdır. 

Trumpizme öfkenin patlaması

ABD’de mücadele eden sosyalistlerin söylediği gibi devlet çoktan patlamış olan bir düdüklü tencerenin kapağını kapatmaya çalışıyor ama George Floyd'un öldürülmesine karşı olan eylemler devam edecek. Irkçı devlete olan hoşnutsuzluk, ekonomik çöküş ve pandeminin eşitsizliği birleşiyor. 

Bu Trump’ın otoriter ve lümpen eğilimlerinin cesaretlendirdiği sağcılığın tüm veçhelerine karşı bir öfke patlaması.

Küresel intifadanın yeni adresi

2019 yılı, İran’dan Meksika’ya, Fransa’da sarı yeleklilerin eyleminden Hindistan’da 200 milyon işçinin katıldığı grevlere, Sudan ve Cezayir’de devrimci kitle eylemlerinden Şili’de halkın ezici çoğunluğunun katıldığı gösterilere tanık oldu. Irak ve Libya’da dur durak bilmez halk isyanları gerçekleşti. İklim krizine karşı küresel eşzamanlı eylemlere katılan milyonlarca aktivist ortaya çıktı.

Hong Kong’da, Güney Kore’de, Macaristan’da, ABD’de yüzbinleri içine çeken eylemci kitlelerin gövde gösterisi şeklinde geçti. Financial Times 2019’u isyanın yılı, The Economist ise “Havada bir koku var” diyerek tanımlamışlardı.

Covid-19 salgını, hareketin zorunlu olarak geri çekilmesine neden oldu. Tüm dünyada emekçiler, salgın günlerinde, egemen sınıfların ve devletlerin kokuşmuşluğunu, hükümetlerin patronların şirket yürütme kurulları gibi çalıştığını gözlemlediler. Salgın, adaletsizliğe karşı öfkeyi biriktirdi. 

Bu öfke çoktan kendisini ifade etmeye başlamıştı. ABD’de bir ay önce eylem sayısı artmaya başladı. Medya, sınıf savaşının başladığı yönünde uyarılar yapmaya başlamıştı. George Floyd’un polis tarafından canice katledilmesi, ABD’de gösterileri fitilledi. Şimdi ABD yeni küresel intifadanın başkenti. Dünyanın tüm ezilenleri başta siyahlar olmak üzere, ABD’de mücadele eden ezilenlerin direnişinden ilham almak ve bu direnişin parçası olmanın yollarını bulmak zorunda.

Ya hep beraber nefes alırız ya da hiç kimse alamaz!

Küresel her olay gibi ABD’deki isyan da Türkiye’de siyasi kutuplaşmaya bağlı olarak ele alınıyor. AKP taraftarları ya da bu çevrelere yakın görünenler cinayeti kınıyor, ama bunun Türkiye’de yaşanamayacağını dile getiriyorlar. AKP karşıtları ise karşı cephenin ırkçılığa karşı tutarlı olmasının mümkün olmadığını dile getiriyor. ABD’deki ırkçı cinayetlere karşı çıkmanın koşulu, Türkiye’deki ırkçılığa karşı çıkmaktır görüşü doğru gibi görünse de, insanlara şart koşmadan ırkçılık karşıtı geniş bir ağı oluşturmak zorundayız. 

Rakel Dink ve Hrant Dink Vakfı çalışanları ölümle tehdit edilir, Ayasofya’da Fetih Suresi okunması gündeme getirilir, Kürtlerin legal partileri üzerinde ağır bir baskı estirilirken, ABD’deki ırkçı cinayete öfke duymak eksik olabilir. Ama eksik fakat önemli bir adım olarak görülmelidir. Bu eğilime sahip olanları “Türkiye’deki ırkçılığa karşı çıkmıyorsunuz” diye suçlamak yerine, “ABD’deki ırkçılığa karşı birlikte ses çıkartalım, ama Kürt halkının özgürlüğünü de birlikte savunalım” tartışmasını başlatmak gerekiyor.

Kaf Dağı’nın zirvesinden insanların ırkçılığının tutarlılığını ölçmek yerine, ABD’de ırkçılık karşıtı öfke, diğer tüm öfkeli kitleleri peşinden sürükleyerek kazanırsa, bir başka deyişle bu hareket Trump’ı yenerse, Türkiye’de de dünyada da tüm ezilenlerin derin bir nefes alabileceğini görmeye çalışmak gerekiyor. 

Hareketler birbirinden öğreniyor

ABD’deki eylemlerden yağma görüntülerini alıp, “Gezi’de böyle değildi” diyenler ise hareketlerin küresel ölçekte birbirinden etkilenme ve öğrenme yeteneğinden habersizler. Gezi, küresel hareketin döngüsünün içinde bir eylemdi. Gezi’ye toz kondurmamak, öneminin altını çizmek bir şey, yerli-milli bir güzelleme yapmak başka bir şey! 

Gezi, Tahrir’den, Tahrir savaş karşıtı hareketten, savaş karşıtı hareket 1990’ların Fransız posta işçilerinden, 1999 yılında Seattle’da antikapitalist blokajlardan öğrendi, arkasından sokak işgalleri, grevler, iklim krizine karşı binlerce şehirde sokağa çıkan milyonlarca insan, kadınların küresel eylemleri diye devam ediyor.

Üstelik ABD’de eylemler Trump’ın konutunun önüne kadar sıçramış durumda. Çok müthiş sınıf dayanışması örnekleri yaşanıyor. Minneapolis otobüs şoförleri, polisi gösterilere veya gözaltına alınan göstericileri polis merkezlerine taşımayı reddettiler. Sendikalar şoförleri destekledi. İşçi sınıfının ve antifaşistlerin örgütlü desteği eylemlerin içerisinde belirginleşmeye başlıyor. 

Gezi, bu hareketlerin bir parçasıydı, benzersiz, yalnız ve güzel Türk usulü bir eylem değildi. Troçki’nin dediği gibi, "Kitleler devrime dört başı mamur bir toplumsal dönüşüm planıyla değil, artık eski rejime tahammül edemeyeceklerini gösteren ham bir duyguyla girişirler." Gezi de ABD’deki öfke patlaması da bu tahammülsüzlükle başladı. Gezi bitti, şimdi tüm gücümüzle siyahların öfkesini paylaşıyoruz.

Otoriter liderler birbirine benziyor

ABD’deki eylemler, tüm otoriter liderlerin birbirine ne kadar benzediğini de gösterdi. Trump, örgüt isimleri vererek antifaşistleri terör örgütü olmakla suçluyor. Hareketi kriminalize etmeye çalışıyor. Biliyor ki karşısındaki hareketin her bir başarısı, işçi sınıfının sisteme karşı genel öfkesinin birleşmesiyle elde edilecek her bir kazanımı, Trump’ın sonunu yaklaştırıyor. 

ABD’de patlayan öfke Covid-19 günlerinde adaletsizliğe ve yoksulluğa karşı biriken öfke. Burada ve her yerde, hepimizin öfkesi.   

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol