Gezi davasının ilk duruşmasınının 2. gününde tutuksuz yargılanan Mine Özerden savunmasını yaptı.
Sinemacı ve Gezi Parkı protestoları öncesi 'Taksim Projesi'ne karşı çıkan Taksim Platformu'nun üyesi Mine Özerden'in savunmasının tam metni:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Neden burada olduğumu gerçekten anlayamıyorum, İddianamedeki söz konusu iddiaları “-ben yaptım” desem beni biraz tanıyanlar düpedüz aklımı kaybettiğimi düşünür herhalde. Oysa beni ve diğerlerini tanımayan birileri bir şeyler diyor, diğer tanımayanlar üzerine koyuyor halinde gelişen topyekün saçma bir “çamur at izi kalsın” mekanizmasının nesnesi olmuş durumdayız.
21.yy ın ilk çeyreğinde, dünyanın geldiği bu zaman noktasında şu içinde bulunduğumuz durumda olmak gerçekten ağrıma gidiyor… Her şey bu kadar yüzeye çıkmış ayan beyan ortadayken… Görüneni göremeyen, görmek istemeyen ya da görmek işine gelmeyenlerin gerçekler yerine yalanlar ve manipülatif kurgularla üretilen durumlara itibar etmesi çok acı verici… Sizi, bizi, hepimizi gereksiz yere oyalayan enerji, zaman ve kaynak israfı… adeta kendi çocuklarını yiyen “Kronos Efsanesi”nin günümüz uyarlaması.
Davanın sevindirici yanı cinsiyet eşitliğini yakalamış olması sanırım… 8 kadın 8 erkek sanık 16 kişiden kendim dahil sadece 8 kişiyi tanıyorum. Diğer 8 kişi ile şahsen tanışıklığım yok…
3 kişi ile birlikte çalıştım. Osman Kavala, Yiğit Ekmekçi ve Çiğdem Mater Utku 2 kişi ile işim icabı görüşmeler yaptım. Hakan Altınay Ve Gökçe Tüylüoğlu.
2 kişi ile de Taksim Platformunun gönüllü koordinasyonunu üstlendiğim süreçte tanıştım. Mücella Yapıcı ve Can Atalay.
İstanbul Üniversitesinde Antropoloji ve Mimar Sinan Üniversitesinde Sinema Televizyon eğitimi aldım, kültür, sanat, eğitim, sivil toplum, reklam ve sinema gibi farklı alanlarda farklı kademelerde çalıştım.
657 sayfalık iddianameyi defalarca okudum…
Neden burada olduğumu bulmaya anlamaya çalıştım.
Burada oluş nedenim, 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı taksim yayalaştırma projesine dair rasyonel bazı itirazları fark etmem ve hak temelli yeni bir mücadeleye daha başlamam mıydı? Yoksa iddianamede tüm sanıkların ortak noktası olarak görünen Osman Kavala ile Anadolu Kültür de birlikte çalışmış olmam mı?
Bunu hala anlayabilmiş değilim. Yine de iki konuya da bildiğim ve yaşadığım kadarıyla açıklık getirmeye çalışacağım.
Osman Kavala ile tanışıklığım 2001 yılında Anadolu Kültür A.Ş. nin kuruluş sürecine dayanır. Bilgi Üniversitesinin insan kaynağı katkısı olarak Anadolu Kültürde idari ve mali koordinatör olarak görev yaptım.
Anadolu Kültür’ün, Diyarbakır Sanat Merkezinin, Kars Sanat Merkezinin, Diyarbakır Sanat Merkezi Kütüphanesinin ve Diyarbakır Avrupa Sinemasının kuruluşlarının her aşamasında beraber çalıştık. Program içeriklerinin duyurulmasından, halkla ilişkiler ve tanıtım faaliyetlerine, basılı materyallerin hazırlanmasından, insan kaynakları alımlarına, proje yöneticiliklerinden, mali raporların yazılmasına, merkezlerin demirbaş alımlarının yapılmasından tadilat süreçlerinin takip edilmesine kadar pek çok konuda kendisiyle kurucu üyelerimizin de uzmanlıklarına danışarak ortak kararlar aldık.
2007 de Anadolu Kültürden bir çalışan olarak ayrıldım ve 3 yıl Bilgi Üniversitesinde Genel Sekreter Yardımcılığı yaparak 2010 da oradan emekli oldum. Ancak Anadolu Kültür A.Ş. deki yönetim kurulu üyeliğim 27.03.2017 ye kadar devam etti.
İki basit, yalın düsturla hareket ederim biri kendimi ve diğerini anlama çabası.
Öbürü ise hepimizin daha çocukken öğrendiği “bana yapılmasını istemediğim şeyi diğerine yapmamak”.
Elbette 7 yıl birlikte çalıştığım bir insanla daha verimli çalışabilmek adına onu da anlamaya, tanımaya çalıştım.
Benim tanıdığım Osman Kavala, düşünür, sorgular, merak eder anlamaya çalışır. Bu yüzden her yaştan her kesimden insanla saygı sınırları içinde samimi bir etkileşim halindedir.
İnsanları birbirleriyle ilişkilendirmek konusunda inanılmaz bir yeteneği vardır. Bağımsız bir duruşu, alışılmışın dışında bir ifade biçimi vardır. Demin de dediğim gibi 7 yıl yoğun ve verimli çalıştık birlikte, benzerliklerimiz ve farklılıklarımız nedeniyle zaman zaman çatıştığımız da oldu. Epeyce de geliştirdi beni bu süreç… Bunca zamandır tutsak olmasının ülke ve sivil toplum için ciddi bir kayıp olduğunu düşünüyorum.
Taksim Platformu’na gelince,
Aslında 128 yapıyla birlikte paydaşı olduğumuz Taksim Dayanışmasından arkadaşlar pek çok konuya değindi… Ben sadece az tekrar yapmaya çalışarak gerekli gördüğüm bazı konuların altını çizmeye çalışacağım.
Hak temelli çalışan tamamen gönüllü insanlardan oluşan bağımsız ve demokratik bir yapı olan Taksim Platformunun yoğun çalışma ortamı benim için 2011 yılının son aylarında başladı... Gündemdeki “Taksim Yayalaştırma Projesi”nin müzakere özürlü ve demokratik katılımı hiçe sayan dayatmacı yapısıyla da kendiliğinden gelişti bu süreç. Arkadaşlar yola çıkmışlardı bende bir süre sonra onlara katıldım. Platform kısa sürede yeni isimlerle zenginleşti. Farklı zamanlarda oluşan çalışma grupları ve haftalık pazartesi toplantılarıyla aktif bir yazışma ağına, on binlerce imzacıya ulaşıldı. Zaten o kadar haklıydık ki fısıldasak bile haykırdığımız sanılıyordu. Uzmanlar, gençler, öğrenciler, şehir plancılar, mimarlık grupları ve hak temelli çalışan yapılanmalarla birlikte etkinlikler, şenlikler gerçekleştirdik.
Bende tamamen gönüllü bir hak savunucusu olarak, yapabileceğim her işin ucundan tutmaya gönüllü olarak üstlendiğim işleri layıkıyla yapmaya uğraştım. Taksim platformunda; web sitesinin oluşumundan takibine, google grup moderatörlüğünden basın bültenlerinin hazırlanıp dağıtıma girmesine, iletişimin koordinasyonundan toplantıların duyurulmasına, mekanlarının ayarlanmasına kadar gereken ne varsa paylaşarak yapmaya çalıştık...
Elbette, Taksim'in geçmişle bağı koparılmadan meydanı bugünden geleceğe taşıyan yalın düzenlemelere ihtiyacı vardı… Büyük inşaatlara, battı çıktılara, şehrin merkezindeki yemyeşil alanı beton yığınlara çevirecek bir projeye ihtiyacı var mıydı? Hayır. Bu boyutta köklü değişiklikler öngören bir proje, sadece müteahhit uygulama projesine indirgenemezdi, müteahhitlerin yeterliliğine gelene kadar ortada üzerinde durulması gereken bir "yöntem sorunu" vardı.
Otoriterleşen yönetim anlayışı, her kesimden düşünen, kafa yoran, duyarlı insanları kaygılandırıyordu.
"DAHA İYİ BİR TAKSİM, DAHA İYİ BİR PROJE, DAHA İYİ BİR GELECEK " istiyoruz diyerek yola çıktık. müzakere süreçleri işlesin, demokratik katılım hakkı hiçe sayılmasın, uzmanların uyarıları ve önerilerine kulak tıkanmasın, halkın ihtiyaç ve talepleri görmezden gelinmesin, otoriter bir yönetim anlayışıyla dayatılan, tepeden inen bir proje istemiyoruz diye devam ettik.
Yetkili kişilere sorulan onlarca soru yanıtlanmadan ortada dururken, anıt ağaç niteliğindeki yüzlerce ağacı rant uğruna yok edecek, olası depremde bölgede yaşayanların tek açık toplanma alanına göz diken, şehrin merkezindeki en önemli ifade alanımızı yayalaştırma adı altında insansızlaştıran, bir projeyi istemiyoruz diye de sürdürdük mücadelemizi...
Taksim Platformunun bileşenleri arasında semt dernekleri de var. Onlara da usulünce danışılmış değil. Benim Taksim Platformundaki kişisel varlık nedenim, meydanın birleştirici, eşitleyici yanı, yani Taksim'in her kesimden insanın ifade alanı olarak kalmaya devam etmesini istiyor olmamdı.
Taksim’in elbette bir düzenlemeye ihtiyacı vardı.
Yalın düzenlemelere dair önerilerimizi yansıdaki web sitemizden görebilirsiniz. www.taksimplatformu.com
Taksim'in farklı kesimler için simgesel yanları elbette var.
Ama Taksim o dönemde %47 oy oranı ile iş başında olan iktidarın meydanı olamayacağı gibi, %21, %18 ve %14 destek alan muhalefetin, ya da bir kaç rantçı ve onların çevresindekilerin de meydanı değil…
1 Mayıs 1977 de ödenen bedeller düşünülünce en çok emekçinin meydanı demek geliyor içimden.
Ama işten çıkıp ramazan çadırında iftarını bozduktan sonra sevgilisiyle göz göze gezi parkında oturan mütedeyyinin de meydanı. Aynı zamanda milli maçların galibiyetlerinden sonra kutlamaya çıkan taraftarın, öğrencinin, memurun, marjinalin, mahallelinin, çocuğun, turistin kısacası taksim hepimizin, yani halkın meydanı. Hatta kedinin, köpeğin, kuşun, ağacın, çiçeğin, böceğin meydanı... Taksim bir Kadıköy değil, Fatih değil, Sultanbeyli yada Şişli değil, Taksim her kesimden insanın birbirine değebildiği, birbirine değmese bile birbirini hissedebildiği tek mekan bu şehirde. Taksim 7/24 yaşayan dinamik bir alan.
12.02.2012 de Gezi’de yapılan ağaçları sahiplenme eylemi ilk yoğun katılımlı toplantıydı. Toplumun farklı kesimlerinden pek çok tanınan ismin olduğu bu toplantıya Osman Kavala’ yı da davet etmiştik.
Ne istemiyorduk…
Taksim’i adeta bir otoyol kavşağına çevirecek ve her şiddetli yağışta su basma riski olan battı çıktıları ve işlevi tam anlamıyla ne olacağı bir türlü netleşmeyen, Gezi Parkını yok ederek yapılacak “Topçu Kışlası” nın yapılmasını elbette istemiyorduk… Peki ne istiyorduk?
Bu defa farklı bir iş yapalım, Taksimde ulaşım planı, meydan düzenlemesi, park düzenlemesi ayrı ayrı değil bir bütün olarak tasarlansın, şehri fikir yönünden zenginleştirecek şeffaf katılımcı ve müzakereye açık bir projeyi kamu, uzmanlar ve yetkililer hep birlikte üretebileceğimizi gösterebilelim, başarılı bir örnek oluşturmayı becerebilelim istiyorduk.
Aslında bu iki talebimizde kısmen başarılıda olduk yani yeni battı çıktılar yapılmadı ve Topçu Kışlası da inşa edilmedi.
Ancak başardığımızı asla düşünemedik, zira bütün bunlar yurdun 80 ilinde Gezi için direnen tek bir kişinin bile bir tek kılına zarar gelmeden yapılabilmeliydi…
Öyle olmadı.
Kolluk kuvvetlerine orantısız güç uygulanması konusunda verilen talimatlar sonucunda bu süreçte gencecik 9 can toprağa verildi.
Yüzlerce kişi yaralandı.
Kolluk kuvvetlerine orantısız güç uygulanması talimatını kim, kimler verdi?
Şiddetsizliği savunan insanlara uygulanan bütün bu ağır saldırılar sonucunda meşru müdafa hakkımız bile suç kabul edildi. Çantasında bez maske taşıyan insanlar bile gözaltına alındı.
Bu arada şunu da eklemeliyim.
Taksim Platformunun hiyerarşik bir yapısı yok. Düzenli harcamaları ise sadece toplantılarda içilen çay kahve için bir kutuya atılan bahşişler ve web sitesi için her yıl 5-6 kişinin 100 ila 200 TL arasında yaptığı katkılardan ibarettir.
Sonuçta;
Gezi toplumsal ve onurlu bir harekettir.
Bu davadaki 16 kişinin omuzları için taşınması çok büyük bir payedir. Ve bu milyonlarca insana büyük haksızlık olur.
Sayın heyet, Taksim Platformuna ve “Taksim Hepimizin” söylemine dair benimle yapılan yayınlanmış bir söyleşiyi de eklerde tarafınıza sunuyoruz.
İddianamedeki tapelere gelince, 30 Mayıs 2013 tarihli tape ile yaratılmak istenen algı tamamen kurmacadır ve gerçekle bağdaşmamaktadır. Benim hesap açmam ya da açtırmam gibi bir fiil söz konusu değildir.
Aynı şekilde iddianamede delil olarak gösterilen diğer görüşmelere de baktığımızda birinin felsefe grubu toplantısı konuşmalarımı içerdiği,
Bir diğerinin Kentsel Dönüşüm üzerine Yeşillerin yaptığı bir konferans katılımına dair olduğu açıkça görülmektedir. Çıktıları eklerle mahkemeye sunuyoruz.
Mesela Yiğit Ekmekçi ile yaptığım 24.06.2013 tarihli konuşmanın tapesinin Gezi ile uzaktan yakından alakası olmamasına rağmen sırf bana Yiğit “-…kaos yönetiyorsun” dedi diye iddianameye delil olarak girdiği anlaşılmaktadır. Oysaki sunduğumuz SGK kayıtlarından da anlaşılacağı üzere o tarihlerde ben Fethiye deki bir dil okulunun yatakhanesini yönetmekteydim.
Diğer tapelere gelince,
Taksim Platformu bünyesinde pazartesi ve perşembe günleri tamamen hukuki, kanuni zeminde, demokratik haklarımızı kullanarak, her kesimden akademisyen, konusunda uzman kişilerin katılımlarıyla gerçekleşen toplantılara dair tapelerdir. Bunlardan biri toplantı yaptığımız mekanların dolu olması nedeniyle 31.10.2013 tarihinde Elmadağ Anadolu Kültür ofisinin toplantı odasında gerçekleşen İstanbul Sözleşmesi üzerine çalışanların katıldığı toplantıdır. İstanbul Sözleşmesini de ekte tarafınıza sunuyoruz.
Bir diğeri ise 14.11.2013 tarihinde Cezayir salonunda yapılan ve yerel seçimler öncesi her kesimden görüşlerin tartışıldığı, açık bir sivil toplum ağı oluşturarak temel yönetimsel sorunların tartışılabilmesi, kamusal alan yaratılması ve kutuplaşma dilinden kaçınılmasının amaçlandığı bir toplantıya dairdir.
İddianamede yer verilen ve hatta kolluk ifadesinde sorulan tüm görüşmeler, hukuka aykırı elde edilmiş olmalarını bir kenara koyarsak- ki bu konuda ilerleyen duruşmada avukatımın detaylı açıklaması olacaktır, toplantı ve ifade özgürlüğüne yani demokratik bir hakkın tamamen barışçıl şekilde kullanılmasına ilişkindir ve hiçbir suç teşkil etmemektedir.
Sonuç olarak, iddianamede şahsıma atfedilen somut dayanaktan yoksun, hiçbir mesneti olmayan suçlamaları ve yaratılmaya çalışılan asılsız kurguyu elbette kabul etmiyorum.
O zamanlar bir sivil toplum çalışanı ve her daim hak temelli mücadele vermiş biri olarak, söz konusu hiçbir suçu işlemedim.
Beraatimi talep ediyorum."
Mine Özerden
Ekler (3 adet)
Üç Ekoloji Dergisi, Gezi Özel, 10.sayı
https://yeniinsanyayinevi.com/2019/06/01/gezinin-yildonumu-mine-ozerden-ile-soylesi/
SGK kayıtları
İstanbul Sözleşmesi
http://www.istanbulhepimizin.org/istanbul-sozlesmesi