İstanbul seçimlerinde girdaba sürükleniyoruz

21.06.2019 - 12:08
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Girdaba sürükleniyoruz!

Üç gün sonra yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin, yerel seçim özelliğinin çok ötesinde sonuçları olacağına hemen herkes ikna olmuş durumda. 23 Haziran seçim sonuçlarının doğuracağı siyasal kriz veya fırsat tartışılmaya başlandı.

İktidar bloku, 31 Mart yerel seçimlerinde beka sorunu stratejisi istenen ve beklenen sonucu vermemesi üzerine, yargıçlar darbesiyle seçimlerin yenilenmesine yoluna gitti. Bunun da iktidar partisinin derdine çare olmaması ihtimalinin belirmesiyle, bin bir çeşit siyasal manevraya başvuruluyor. Alışıla gelinen yollar, demokratik teamüller terk edilmeye başlandı. 

24 Haziran’da sandığa gidip 31 Mart’ta oy kullanmayan 430 bin kızgın/kırgın AK Partili ve muhafazakar Kürt seçmeni ikna etmek için akla hayale gelmeyecek yöntemler ve söylemler geliştirildi. 

Özellikle iki konuda yapılan dikkat çekici oldu. İlki, Kürt seçmene yönelik Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım’ın açıklamaları ve İmralı’dan gelecek seçim açıklamasında medet umar hale düşmesi.

Diğer ise kızgın/kırgın muhafazakar seçmenin gönlünü alma amaçlı bir tür özelleşti yapılması. Cumhurbaşkanı'nın “kişiye küsebilirsiniz, davaya küsmek olmaz” ifadesi ve Binali Yıldırım’ın Milli Gazete'yi ziyaretindeki özeleştirisi bu kapsamda sözler. 

Hafta başından itibaren ise birçok şey hızla değişmeye başladı. İktidar partisi, iki adayın televizyona birlikte çıkmasından umduğu faydayı görememiş olmalı ki yeni taktikler geliştiriyor. 

Artık paslanmış bir silah olan, darbe girişimi sonrası her türden muhalefeti engellemenin aracı olarak kullanılan FETÖ suçlaması veya iması bunlardan biri. 

Mazbatası yargıç darbesiyle elinden alınan Ekrem İmamoğlu’nun, belediye verilerini kopyalama girişimini “FETÖ sanatıdır” diye suçlanması, FETÖ’cülere taş çıkartan bir ustalıktır. 

Sandık, seçim ve milli irade değersizleşti

Millete ağız dolusu küfür eden müteahhitte tek kelime dahi etmeyen, peş peşe kamu ihalesi verenlerin, Ordu Valisi'ne "it" dediniz iddiasını, Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığını engellemek için bahane olarak değerlendirmeye çalışmaları yeni bir durumun işareti olsa gerek. 

Bu, aslında yıllardır kutsadıkları “millet iradesini” veya “sandığın” artık kendileri için bir anlamı ve öneminin kalmadığının ilanıdır. 31 Mart seçimlerinde, birçok yerde çeşitli yollarla hayata geçirdikleri, seçmen iradesi yok sayma tutumunu sürdüreceklerinin işareti olarak da görülebilir. 

31 Mart İstanbul belediye başkanı seçimlerinin YSK darbesiyle yenilenmesi, Kürt illerinde KHK ile ihraç edilen seçilmişlerin yerine iktidar partisi mensuplarını YSK eliyle göreve getirmesi, benzer bir biçimde Ekrem İmamoğlu’nun yargı engeline takılacağının Cumhurbaşkanı tarafından açıklanması, işlerin tamamen rayından çıktığının göstergesidir.

Cumhurbaşkanı’nın “İstanbul Biz Birlikte Türkiyeyiz Buluşması"nda yaptığı konuşmada, Ordu Valisi Seddar Yavuz’a Ekrem İmamoğlu’yla ilgili “Sabret davayı seçimlerden sonra açarsın” demesi veya "devletin valisine it diye bağıranı o koltuğa oturtmayız” sözleri, İmamoğlu’nun kazanması durumunda seçim sonuçlarını bir biçimde tanınmayacağını ve belediye başkanlığının engelleneceğinin açık ilanından başka bir şey değildir. 

Yine Cumhurbaşkanı İstanbul Sancaktepe’de Toplu Açılış Töreni’nde konuşmada “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mi diyeceğiz? Mesele bu kadar önemli” sözleri seçimleri kavrayışını özetleyen bir cümledir.

İktidar, İstanbul seçimlerini, kendi elleriyle Türkiye sorununa/ seçimlerine, iktidar partisinin geleceğini belirleyen bir sürece dönüştürdü. 

İktidarın elinin altındaki devlet gücüyle, iktidarı elinde tutmak için her yolu deneyebileceğine ilişkin kaygıların artmasına yol açan bir süreç yaşanıyor. Uzun yıllardır ne kadarsa o kadarcık “demokratik bir siyasal” yarış olmaktan çıkarılmış bir seçim sürecinin sonucunu yaşanıyor. Türkiye olağanüstü bir süreç yaşıyor.

Bu nedenle, Türkiye'nin “normalleşmesini” isteyenlerin, Ekrem İmamoğlu’nu tercihe yöneldiğine ilişkin birçok emare ve veri söz konusu. Bunun sandığa yansıması nasıl olacak hep birlikte birkaç gün sonra göreceğiz.

Ancak iktidar blokunun sandık sonuçlarını kabul etmeyeceğine dair de birçok emare var. Siyasal krizin derinleşmesinin, ekonomik krizinin önlenmesine mani oluşturacağı çok açık. 

Kısacası “her şeyin güzel olması” için yolun başında olunduğunu akıllardan çıkarmamak gerek. Koltuğu bırakmamak için her yolu mubah gören ve demokratik siyaset mecrasından çıkan bir siyasal anlayışla karşı karşıyayız. Çözüm değil, sorun üreten iktidar bloku, toplumu kutuplaştırarak ayakta kalmaya çalışıyor. 

Çeşitli nedenlerle, bunun karşısında olanların durumu ise beş benzemez, hatta bir kısmının iktidar blokuyla ortaklıkları hiç de azımsanacak boyutta değil. Bu koşullarda AK Parti’nin Türkiye'yi içine sürüklendiği siyasal girdaptan çıkışın demokratik yolunu geliştirmek, çok fazla zahmetli ve çileli bir uğraşı gerekli kılıyor.

Hakan Tahmaz

(www.hakantahmaz.com)

Bültene kayıt ol