YSK’nın seçim iptal kararı siyasal dengelerdeki değişim açısından çok şey ifade ediyor.
31 Mart seçim süreci, başlı başına görülmemiş bir sağcı iklim içinde cereyan etti. İçinden geçtiğimiz seçim döneminin bu kadar sağcı ve kutuplaştırıcı olmasının ilk sorumlusu, başta AKP-MHP liderliği olmak üzere bu partilerin her düzeyde yöneticileridir. Hükümet ve Erdoğan, sürekli bir korku atmosferi yaratmaya çalışıyor. Korku büyüdükçe, korkuya karşı tedbirler ve gerçek sorunların ertelenmesine sessizce onay verme eğilimi güçlenir. Önce korkutup, sonra bir beka sorunu anlatısı geliştirip, en sonunda beka sorunuyla baş etmenin yolunun AKP iktidarını güçlendirmek olduğunu anlatmanın yolu, koyu sağcı bir seçim kampanyası türetmekti.
Ama istedikleri olmadı. Seçim sonuçları Erdoğan’ın hiç istemediği bir şekilde sonuçlandı. Diyarbakır, İzmir, Ankara, Antalya ve Adana gibi şehirlerin yanı sıra İstanbul’da da AKP kaybetti. Bu kayıp “birileri” açısından tahammül edilemez olarak görüldü.
Hukuk sağa savrulurken
Böylece AKP’nin bütün kuralları bozarak mızıkçılık yaptığı bir iptal başvurusu serisine yakalandık.
Seçimden sonrasını kavramak açısından seçimden öncesine de yakından bakmakta fayda var: AKP liderliğinin Gezi direnişinden sonra gizlenemez bir şekilde açığa çıkan otoriter eğilimleri, OHAL koşullarında içinde şekillenip kendisini en net şekilde açığa vuracağı kanalları bulmuş oldu.
Hukuk alanında yaşanan erozyon, diğer alanlarda yaşanan yıkımın hem göstergesi hem de hızlandırıcısı oldu. Garip iddianameler, iddianamelere yine garip bir şekilde sanıklardan önce ulaşan medya, çok sayıda gazete tarafından atılan benzer manşetlerle dava süreçlerinin yönlendirilmesi, tahminlerin, ideolojik görüşlerin ve siyasal aidiyetlerin delil yerine kullanılıp suçlama makinesine dönüşmesi, kanıtlanmamış suçların kanıtlanmış gibi ele alınması, gizli tanıklıklar, bir buçuk yıl boyunca neyle suçlandığını bilmeden hapis yatan insan hakları aktivistleri, insanların önce tutuklanıp, tutuklanırken en ağır hakaretlerle gazete manşetlerinden suçlanıp cezaevine atılmalarının ardından işledikleri suçların kanıtlanmaya çalışılması gibi sayısız gelişmeye tanık olduk.
İhbarcılık, birbirini suçlama, gıcık olduğun insanları terörist diye polise şikâyet etme, bir insanın aynı anda FETÖ-PKK-DHKP-C üyeliğinden yargılanması ve “kokteyl terör” kavramının ortaya çıkması, bazı gazetecilerin göz altına alınması gereken isim listeleri yayınlamaya başlaması, bazı gazetecilerin başka gazetelerin, kanalların kapatılmasını, yasaklanmasını talep etmesi, benzersiz bir lümpenleşmenin siyasal ve toplumsal dokuyu sarıp sarmalamasıyla sonuçlandı.
Demokrasiye veda
Bu dönem MHP’nin devreye tüm ağırlığıyla girmeye başladığı bir süreç aynı zamanda. Bu süreç, MHP’nin AKP için bir dizi taktik önermeye başlaması, etle tırnak gibi bir görünüm arz etmeleri, AKP ve Erdoğan’ın otoriterleşme adımlarına ivme kazandırmakla kalmadı, otoriter eğilimlerden daha baskıcı, totaliter bir yönetime doğru hareketlenmesinde, en azından bu yöne doğru adımlar atıp durmasında ve bunu çok kısa süreler içerisinde tekrar tekrar yapmasında da belirleyici oldu.
Son YSK kararı, AKP liderliği ve Erdoğan’ın demokrasiyi genel olarak küçümserken, sandıktan çıkan sonucu siyasal manevraların ve siyasal konumunun asli meşruiyet kaynağı olarak görme hâlinden kaynaklanan çelişkiyi kalın bir baskı rejiminin inşa edilmesi lehine çözdüğüne işaret ediyor. Bu yeni evrenin ilk işareti, seçimlerle meşruluk elde etmekten seçimleri gayri meşru görme süreci.
Fakat, YSK kararının AKP liderliğinin beklediğinin tam tersi sonuçlar yaratması mümkün. Mümkün zira 31 Mart seçimleri yaşandı. İnsanlar gerçeği biliyorlar, insanlar cesaretlendi, demokratik yollardan AKP-MHP koalisyonunun geriletilmesinin mümkün olduğu ortaya çıktı. OHAL döneminin travmaları hâlâ sürse de, örneğin Füsun Üstel barış imzacısı olduğu için cezaevine girse de 31 Mart değişim, kazanma, AKP’yi geriletme gibi alanlarda muazzam bir moral vererek OHAL’in psikolojik koşullarının bütünüyle dışında bir durum yarattı.
Onlarca sanatçının, üstelik geçtiğimiz aylarda Erdoğan’la el sıkıştığı için aşağılanan sanatçıların da içinde olduğu bir kalabalığın, 31 Mart’taki tutumlarından bağımsız olarak İmamoğlu’nu açık açık destekleyen mesajlar yayınlamaları rüzgarın yönünün değiştiğini gösteriyor.
Bu satırlar yazılırken CHP’nin ve diğer “muhalefet” partilerinin tutumu belli değildi. Büyük ihtimalle 23 Haziran’da 10 milyon 560 bin 963 seçmenin oy kullanacağı seçimde ve Ekrem İmamoğlu’yla Binali Yıldırım yarışacak.
Bu yarışta unutulmaması gereken temel nokta şudur: 31 Mart’ta AKP’ye oy vermeyen seçmenlerin, AKP’ye yine oy vermemesini garanti altına almak! Hatta, başarılabilirse, bu seçmenin İmamoğlu’na oy vermesini sağlamak. Bu, İmamoğlu bir çözüm olduğu, İmamoğlu belediye başkanı olduğunda yeni bir dönem başlayacağı için değil, İmamoğlu’nun demokratik hakkı göz göre göre gasp edildiği için savunulması gereken bir siyaset. Biz, sağa karşı sağın içinde olduğu ittifaklarla, ırkçılığı meşrulaştıran, göçmen düşmanlığı yapan bir bloğun içinde olamayacağımız için, 31 Mart’ta sadece HDP’ye oy çağrısı yapıp, HDP’nin olmadığı yerlerde oy kullanmamıştık. Sorunlar İmamoğlu’yla çözülecek diye değil, çözülemez. Sorunlar sadece ve sadece aşağıdan, işçilerin kendi mücadelesiyle çözülebilir. Fakat, şimdi demokratik bir hak gasp ediliyor. (Bölgede HDP’li belediye başkanlarına OHAL döneminde arka arkaya yapılanları saymıyoruz tabii hep birlikte!) Demokrasinin kendisi tarumar ediliyor. Bu yüzden İmamoğlu’nun yanındayız! İmamoğlu’na yapılan haksızlığa karşı tüm mücadelelerin içinde yer alacağız!
Göçmen düşmanlığına, Kürt düşmanlığına, “azınlıklara” düşmanlığa taviz vermeyen, krizin faturasını sorumlularının ödemesini dile getirerek, CHP’nin geleneksel ve kabul edilemez çizgisine tüm eleştirilerimizi saklı tutarak, bir İmamoğlu cephesi içinde yer almadan, “Hakkını yediler, hakkını verelim, oy verelim” diyerek bağımsız bir kampanya yapacağız.
AKP liderliğinin MHP’yle kurduğu ittifakın politikalarının adalete, eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye aykırı olduğunu kavrayarak 31 Mart’ta AKP’ye oy vermeyen işçi, emekçi, yoksul AKP’lileri bu politikaya kazanmak 23 Haziran seçim kampanyamızın esasını oluşturacak.
Artık İstanbul seçimi, sadece bir İstanbul seçimi değildir. AKP liderliğine evdeki hesabının çarşıya uymadığını göstermenin demokratik platformudur!
Şenol Karakaş