HDP’nin seçim tutumunu tartışırken dikkat etmek zorundayız.
Bizim eleştirimizin kökeninde, HDP’nin büyükşehirlerde aday göstermemesinin, muhalefeti seçimler sırasında ve seçimlerden sonra mücadeleye hazırlanmak açısından zorlayacak olması yatıyor. AKP-MHP ittifakının geriletilmesi açısından da hiçbir işlevi olmayan bu taktik, ırkçı İP tarafından desteklenen CHP hegemonyasına teslim olmak anlamına gelen bir tutum olması nedeniyle bütünüyle yanlış. Yoksa, bizler seçim taktiklerini tartışırken, Gülten Kışanak 14 yıl 3 ay, Sebahat Tuncel ise 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Canı sıkılan herkes HDP’yi eleştiriyor. Bir ulusalcı sol parti, HDP’yi düzen partisi olmakla eleştirdi. Bu suçlama yapılırken, bütün düzen partileri HDP’yi düşmanlaştırıyor, İP AKP’yi, AKP İP’i ve CHP’yi, MHP CHP’yi HDP’yle işbirliği yapmakla suçluyordu.
HDP’nin 2015 yılının 7 Haziran’ından itibaren eşine az tanık olduğumuz bir baskıyla yüz yüze kaldığını unutmamak zorundayız. Ama bu, 31 Mart seçimleri için önerilen taktiğin, batıda bazı büyükşehir belediyelerinde aday çıkartmama taktiğinin ne kadar büyük bir hata olduğunu ısrarla anlatmamızı engelleyemez.
Bir önceki yazıda HDP’nin seçim taktiğini eleştirmiştim. Bu yazıya gelen uyarılar, tartışmayı ilerletmek açısından önemli. Bir önceki yazıda şu noktanın altını çizmiştim: HDP’nin aday göstermemesi “bir geri adım ama ne demokrasi adına atılmış olduğu söylenebilir ne de seçimlerden sonra iddia edildiği gibi AKP-MHP koalisyonunu geriletmeye hizmet edebilir. Üstelik, son derece kaba bir toplama çıkartma işlemine dayanıyor. Ama bu toplama çıkartma işleminin sonucunda, güçlü olduğu noktayı güçsüz, güçsüz olduğu alanları ise güçlü görmesine neden olacak bir hatalı bakış açısıyla davranıyor; bir pazarlığa girmiş gibi görünüp hiçbir pazarlık yapmadan oyundan çekiliyor.”
Bu fikrimiz temelde şöyle eleştiriliyor özetle: “Seçimlerde bırakalım diğer olumlu sonuçları, sadece 3-5 büyük ilde dahi cumhur ittifakının dışındakilerinin kazanması veya bu ittifakın kaybetmesi, bugünkü başat meselenin önemli parçası olarak görülmelidir.”
AKP liderliği-AKP tabanı
2002 yılından beri sol muhalefet açısından sorun, AKP’nin nasıl yenilebileceğini keşfetmek olageldi. Hazır söz basit matematikten açılmışken, bunun en basit yolunun, AKP’ye oy veren kitlelerin desteğinin AKP’den çekilmesini sağlamak olduğu bir türlü anlaşılamadı. AKP liderliğiyle AKP tabanı bir tutuldu. Bu tabana söylenmedik söz bırakılmadı. “Kömür-makarna, kara donlu-yobazlar” gerçekten de AKP karşıtı muhalefetin temel argümanları olarak öne çıktı. AKP’ye muhalefet, giderek ulusalcı-laik bir muhalefet şeklini aldı. Gel vakit git vakit bu muhalefet tarzının kazandırıcı olmadığı keşfedildi. Üslup biraz yumuşatıldı ama yine de AKP’ye oy veren yoksulların desteğini kazanmak ya da en azından AKP’nin kazanmasını engellemek için doğru bir yöntem tercih edilemedi. AKP karşıtlarını yan yana dizmek, akla gelen bir başka yöntem oldu. 31 Mart yerel seçimlerinde muhalefet taktiği olarak öne sürülen ittifak politikası, 2014 yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri hayata geçirilmeye çalışılıyor. 2014 yerel seçimleri, Mansur Yavaşçılık, İhsanoğluculuk, Sarıgülcülük, AKP’ye karşı olanların yan yana gelmesiyle bir seçim zaferi kazanmanın mümkün olduğu fikrini çürüten ve alabildiğine sağcı bir eğilimin sol saflarda güçlenmesine neden olan “taktik girişimler” olarak hafızamızda yer edindi. Öyle ki, “bas geç” denilen bir öneri, “oy ver, bir kere bu adımı at, aday sağcı falan aldırma, oyunumuzu bozma” taktiği hakim hâle gelebilen ve ilkesizliği teorize etmekte hiçbir sloganın eline su dökemeyeceği bir politika olmasına rağmen savunulabildi.
Oysa başka bir taktik daha yıllardır inşa edilmeye çalışılıyor ve bu taktik AKP’yi geriletme şanına sahip olan, sağcılarla ittifak kurayı gerektirmeyen tek politik taktik: AKP’yi geriletmenin yolu, AKP’nin tabanının, en azından gelişmelerden rahatsız olan kısmını kazanmaktan geçer! Bu konuda Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan bir anketin sonuçları çok açıklayıcı. Gazeteci Oral Çalışlar’ın özetleri, AKP’nin kendi tabanını ikna etmekte zorlandığını gösteriyor. Geçen yıl yüzde 17'nin en büyük sorun olarak gördüğü işsizlik bu yıl yüzde 26.9'a fırlamış. FETÖ tehdidi algısı yüzde 18.1’den yüzde 16.2’ye düşmüş. Terör yüzde 29’dan yüzde 13.8’e gerilemiş. Türkiye’yi demokratik bir ülke olarak görenlerin sayısı, azalıyor: 2016'da yüzde 60.9, 2017’de yüzde 61.6, 2018’de yüzde 47.8 oranında katılımcı ülkeyi demokratik olarak görüyor. AK Parti'yi 2017 yılında başarılı bulanlar yüzde 51.7 iken bu oran 2018’de yüzde 35.9’a düşmüş.
AKP tabanını kazanmanın yolu, AKP liderliğiyle AKP tabanı, seçmeni ve milyonlarca üyesi arasında büyük bir fark olduğunu kavramaktan geçer. AKP’yi başarısız bulan yoksul, emekçi AKP’lileri kazanabilecek alternatifleri inşa etmek, sağcılarla seçim ittifakı yapmaktan daha meşakkatli ama başarılabilirse bir seçim zaferinden çok daha büyük dönüşümlere yol açabilecek bir stratejidir. Bu aslında çok basit, neden anlaşılmadığı gerçekten de anlaşılmaz olan bir fikir!
Basit olan bir nokta daha var: AKP’ye oy veren yoksulların, işçilerin bir bölümünü kazanmanın yolu, özellikle AKP liderliğinin bir siyaset yapma tarzı olarak benimsediği kutuplaştırıcı siyasal propagandaya tek bir taviz bile vermeden, bu dili asla ama alsa kullanmadan, ısrarlı ve sabırlı bir politik faaliyeti bu tabanı etkilemek üzere örgütlemektir. Muhalefet ise tersine, aynı kutuplaştırıcı siyasal yöntemi, zaman zaman haklı bir öfkeyle de olsa uygulamaya devam ederek büyük bir hata yapıyor, tabiri caizse her seferinde oltaya geliyor.
Bu aynı zamanda, bir anti-AKP cephe kurmanın, bu cepheyi sağdan sola tüm renklerle donatmanın, AKP’nin sağcı politikalarına karşı sağcılarla birlikte görünmenin, birlikte adım atmanın, aynı cephe içinde yer almanın AKP’yi geriletmek açısından hiçbir başarı şansı olmadığını ifade etmek anlamına gelir. “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” yaklaşımı, AKP’nin gitmemesini garanti altına alan en temel sorunlardan birisi. Bu sorun, sağcı bir devlet koalisyonunun gitmesi için başka bir sağcı koalisyonun güçlenmesini solculuğun şanına da yakıştırabiliyor üstelik.
İktidara karşı mücadele mi?
HDP parti sözcüleri, muhalefete karşı değil, iktidara karşı mücadele etmenin önemli olduğunu söylüyorlar. Bu çok cazip görünen bir çıkış ama gerçeği iki açıdan gizliyor. Birincisi, HDP’nin büyükşehirlerde aday çıkartmamasını eleştirenler “asli işimiz muhalefete karşı mücadele etmektir” demiyor. Kim böyle bir şey söyleyebilir ki! Denilen şudur: İktidara karşı mücadele etmek için milliyetçi, Kemalist, ırkçı, göçmen düşmanı, burjuva bir koalisyonun bir parçası olmaya, sağcı iktidara karşı sağcı bir muhalefete yardımcı olmaya gerek yoktur.
İkincisi ve altını sıkça çizmek zorunda kaldığımız gizlenen gerçek ise Meral Akşener’le ve Akşener’in yanında zorunlu olarak neredeyse proleter devrimci kalan Kılıçdaroğlu’nun sağcılığıyla ittifak kurmak, iktidara karşı mücadele etmek de değildir, iktidarı geriletmede bulunan en uyanık yöntem de değildir. Tersine, iktidara hiçbir zararı dokunmayacağı gibi, seçimler sırasında ve seçimlerden sonra sahte umutlarla insanları sandığa odaklamanın taktiğidir bu.
Ayrıca bazı illerde ve ilçelerde gelişmeler, HDP’nin bu taktiğinin HDP’liler tarafından tam da anlaşılması gerektiği gibi anlaşıldığını ortaya koyuyor. Örneğin, HDP Samsun İl Eş Başkanı Cevdet Bakın, seçimlerle ilgili değerlendirmelerde bulunarak, "AKP ve MHP’nin adayı kazanacağına İyi Parti adayı Necattin Demirtaş gayret edip o kazansın" diyebilmiş. Bir örnek de İzmir’den. HDP İzmir İl Eş Başkanı Kadir Baydur, Soyer’i destekleme konusunda kararlarının net olduğunu dile getirdi.
“Bizim çizdiğimiz profile en uygun adayın Tunç Soyer olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla” diyen Baydur, Soyer’in farklı kesimlerle ortaklaşıp buna uygun yerel politika belirlemesi gerektiğini kaydetti.
HDP’li yönetici, desteğin afişle ‘çok açık’ olmayacağını belirterek, ilçe ilçe, mahalle mahalle gezerek CHP’li adayı destekleyeceklerini dile getirdi.
Bu örnekler, büyükşehirlerde aday göstermeme taktiğinin, iddia edildiği gibi iktidara karşı mücadele anlamına gelmediğini, iktidara karşı mücadelenin İP-CHP ittifakının adaylarının kazanmasına indirgendiğini, sağcı bir burjuva bulamacın içinde erimemizin önerilmesi anlamına geldiğini gösteriyor. Kulağımıza gelenler, Alper Taş’ın CHP’den adaylığı için sosyalistlerin de heyecanlandığını gösteriyor. Taş kampanyası yaparken hangi mücadele çizgisini anlatacaklar, hangi politikalarla 31 Mart sonrası kitlesel demokratik mücadeleye hazırlayacaklar Taş bildirileri dağıtarak ve neden bu kadar heyecanlandılar, belli değil. Alper Taş bağımsız aday değil! Taş, ÖDP adayı da değil. Taş, CHP adayı! Daha ilk adaylık röportajında Kemalizmi devrimci bulduğunu söyleyen arkadaşlar, emin olmak lazım, muhalefete değil iktidara karşı mücadele edeceklerdir, değil mi?
Bir sonraki yazıda hem bu konuda hem de seçim sürecinde nasıl bir kampanya yapmamız gerektiği konusunda tartışmaya çalışacağım.
Şenol Karakaş