HDP’nin seçim tutumunu eleştirmeden önce, seçimlerde il genel meclislerinde oyların HDP’ye verilmesini savunduğumuzu söylemek gerekiyor.
Artık her düzeydeki yöneticinin bile “bedel ödemek”ten yola çıkarak söze başladığını düşünürsek, HDP üzerindeki baskıların altını ne kadar sık sık çizsek de yeterli olmayacağını söylemekte, bu partinin yakın tarihin en parlak siyasi figürlerinin başında gelen eski eşbaşkanının, Selahattin Demirtaş’ın hâlâ tutuklu olduğunu söylemekte de fayda var. Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel gibi bir önceki dönemin aktivistleri cezaevinde, birçoğu Leyla Güven gibi açlık grevi yapıyor. Haziran 2015 seçimlerinden iki gün önce HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombadan beri, bu parti görülmemiş ölçüde ağır bir baskı altında. Bitmeyen bir fırtınanın ortasında badireyi atlatmaya çalışan bir tekne gibi HDP. Fakat bu, bütün sol adına siyaset yaptığını iddia eden partinin, 31 Mart seçimlerine ilişkin tutumuna yönelik eleştirilerimizi saklamamıza neden olamaz.
Bu tutum, eleştirilmesi gereken bir tutum.
HDP, Kürt illerinde Kürt partileriyle ittifak kurarken, batıda büyükşehirlerde aday çıkartmayacağını açıkladı ve parti sözcüsü Saruhan Oluç bunu demokrasi adına verilen bir taviz, atılan bir geri adım olarak tanımladı.
Kuşkusuz bu bir geri adım ama ne demokrasi adına atılmış olduğu söylenebilir ne de seçimlerden sonra iddia edildiği gibi AKP-MHP koalisyonunu geriletmeye hizmet edebilir. Üstelik, son derece kaba bir toplama çıkartma işlemine dayanıyor. Ama bu toplama çıkartma işleminin sonucunda, güçlü olduğu noktayı güçsüz, güçsüz olduğu alanları ise güçlü görmesine neden olacak bir hatalı bakış açısıyla davranıyor; bir pazarlığa girmiş gibi görünüp hiçbir pazarlık yapmadan oyundan çekiliyor.
HDP’nin batıda büyükşehirlerde aday çıkartmama tutumunu eleştirenleri eleştirenler, bazı kaba gerekçeleri sıralıyor. Kaba gerekçe bir şöyle: “HDP batıda güçsüz olduğu yerlerde, yani kazanmasının mümkün olmadığı yerlerde aday göstermiyor”.
Bu çok yanlış bir savunma. HDP güçsüz olduğu, seçimi kazanamayacağı kesin olan illerde ve yerellerde aday göstermeyecekse, Kürt illeri dışında hiçbir yerde hiçbir zaman seçimlere girmemeliydi. Sırrı Süreyya Önder, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığına, Demirtaş da cumhurbaşkanlığına aday olmamalılardı. Sol, seçimlere her zaman güçlü olduğu ya da kazanacağı için değil, sayısız gerekçe öne sürerek katıldı. HDP de böyle yaptı. Gücünü ölçmek, işçi sınıfının kaderine ortak olmak, seçim kampanyasında etkili bir teşhir yapmak, egemen sınıfın oyununa gücü yettiğince çomak sokmak; bazen tek bir vekille, bir belediye meclisi üyesiyle etkili bir muhalefet yapmak, seçim kampanyası boyunca politik canlılığın tam merkezinde konumlanarak seçim sonrasının mücadelesine hazırlanmak ve en sonu sokakların gücünün, canlılığının meclislere, parlamentoya taşınması için çabalamak gibi nedenlerle seçime dahil oldu.
Bu nedenleri görmezden gelmek hatalı. Bu seçimlerin, bu gerekçeleri ortadan kaldıran hiçbir yanı yok. Üstelik, “güçsüzlük” iddiası da bütünüyle göreceli bir değerlendirme. 24 Haziran seçimlerinde HDP yüzde 11.70 oranında oy aldı, Akşener’in partisi İP ise yüzde 9.96 oranında oy aldı. Görüldüğü gibi kimin güçlü kimin güçsüz olduğu çok tartışmalı bir konu. Örneğin HDP’nin 31 Mart seçimlerinde aday çıkartmayacağı İstanbul’da en son seçimlerde aldığı oy oranı yüzde 12.67. İP ise İstanbul’da yüzde 7.99 oranında oy aldı. Bu oranlar, güçsüz olanın geri çekilmesi gerekiyorsa, İP’in geri çekilmesi gerektiğini gösteriyor. Kürt illerinde ise HDP gövde gösterisi yaparken İP’in, ama sadece İP’in değil CHP’nin de belediye başkanlığı kazanabileceği tek bir şehir yok!
Bu bizi HDP’nin büyükşehirlerde aday çıkartmamasını savunanların ileri sürdüğü bir diğer kaba gerekçeye getiriyor: HDP herhangi bir parti lehine geri adım atmıyor.
İşte bu iddia gerçekten hem seçmenlerin, hem okurların hem de parti üyelerinin politika kavrayışlarıyla dalga geçmek anlamına geliyor! Batıda, büyükşehirlerde aday çıkartmamak, CHP-İP ittifakı adına geri adım atmaktır. HDP sözcüsü Saruhan Oluç, son bir röportajında, HDP’nin yerel seçimlerde İstanbul dahil üç büyükşehirde aday göstermeme kararının seçimlerden çekilmesi anlamına gelmediğini, yapılanın “barış ve demokrasi adına bir hamle” olduğunu söyledi.
HDP’nin bu seçim taktiğinin arka planında yatan gerekçenin eleştirisini sonraki yazıda yapmak üzere, şu kadarını söylemekle yetinirsek: HDP’nin hatırlarını kırmayarak geri çekildiği partilerden İP alenen, CHP ise sık sık ve açıkça, Kürtlerin demokrasi ve barış taleplerine tam cepheden karşı çıkıyorlar. Barışı ve demokrasiyi savunmayan, sınır ötesi harekâtları zaman zaman AKP-MHP liderliğinden daha önce gündeme getiren, aleni bir göçmen düşmanlığını propagandalarının merkezine yerleştiren, daha yumuşak ifadelerle söylemek gerekirse, Kürt aleyhtarlığından asla taviz vermeyen bu iki parti lehine seçim oyununu oynamaktan vazgeçmek, barış ve demokrasi adına bir hamle değildir.
Yüzü suyu hürmetlerine geri adım atılan ittifak partilerinden İP genel başkanı, Iğdır'da neden aday çıkarmayacaklarını şöyle açıkladı: “Bizim aday çıkarmamız durumunda belediyenin HDP'li olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Madem Iğdır’da HDP ile yarışacak bu sistem, biz Iğdır’da aday çıkarmayacağız. Bu yüzden AKP veya MHP'li bir belediye başkanının olmasında sakınca görmüyoruz.”
Bu zihniyet için geri adım atmak, görülmemiş ölçüde bir geri adım atmaktır.
Bu zihniyetin içinde olacağı bir grubun aritmetik toplamının AKP-MHP ittifakını yeneceğini düşünerek İstanbul’da aday göstermemek ve bu taktiğin barış ve demokrasi için öne sürüldüğünü savunmak, CHP ve İP liderliğine kendi partileri hakkındaki fantezilerini aşan bir şekilde ve gereksizce iltifat etmektir.
Şenol Karakaş