Sosyalist İşçi’nin 629. sayısında, 31 Mart seçimleriyle ilgili yazdığımız ilk yazıda şunu vurgulamıştık:
“Sol adına konuşanlar, hiç sıkılmadan, hükümetin savunduğu kadar yerli ve millî görüşleri savunan partileri ya da isimleri ittifak ortağı olarak öne sürebiliyorlar. Dramatik örneklerin Ekmeleddin İhsanoğlu ya da Mansur Yavaş vakalarıyla sınırlı olduğunu düşünmemek lazım. Liderliği faşist bir partiden yeni kopan faşistlerden oluşan İyi Parti bile “çaktırmadan yapılacak ittifakın” bileşeni olarak düşünülebiliyor neredeyse. “Çaktırmadan” yapılacak olması, liderliği faşist olduğundan utanırız diye değil üstelik, onlar HDP’yle aynı karede görünmekten utanacağı için!
Bu yüzden bu seçimler, gerçekleri tüm gücüyle teşhir edeceğimiz bir süreç olarak görülmeli. Hangi mekanizmalarla seçildiği, nasıl aday gösterildiği belli olmayan hiçbir aday veya partiye kefil olmak gibi bir lüksümüz yok!”
HDP’yi flu görenler
Seçim vakti yaklaşıp da adaylar açıklandıkça sağa karşı sağ adaylarla ittifak yaklaşımı, kendisini güçsüzlüğünden başlayarak kurulacak bir ittifaklar politikasının temeli olarak konumlandırıyor.
Sağcı bir koalisyona karşı sağcı bir ittifak!
Milliyetçi bir koalisyona karşı milliyetçi bir ittifak!
İyi Parti liderliği sadece Suriyelilere yönelik bir ırkçılıkla malul değil, yanı zamanda Kürt siyasi aktivistleriyle aynı karede görünmemek için özel bir çaba harcıyor. Geçtiğimiz haftalarda Devlet Bahçeli, sorulan bir soru üzerine, 7 Haziran seçimlerinin ardından açıkladığı gibi HDP’yi flu görmeye devam ettiklerini söylemişti. Aynı flu görüş, İP liderliği açısından da geçerli.
AKP-MHP mi, CHP-İP mi?
Akşener ve arkadaşları, HDP’yi gayri milli odakların bir uzantısı olmakla suçluyorlar.
HDP, kendisini dışlayan, suçlayan, Kürt sorununda şahin politikalara sahip olduğunu en baştan beri açık açık ifade eden bir partinin içinde olduğu bir ittifakın parçası olmayı nasıl aklından geçirebilir?
Hangi siyasal analiz, hangi soğukkanlı yaklaşım HDP’ye düşmanca yaklaşan bir partinin içinde olduğu bir ittifakın desteklenmesi gerektiği sonucuna varabilir?
Hangisi olduğunu biliyoruz: ‘Köprüden önce son çıkış’ teorisi bu işe yarıyor. ‘AKP’yi yenmek için son şans’ yaklaşımı, AKP gitsin de nasıl giderse gitsin perspektifiyle hızla birleşebiliyor. Bu, artık, muhalefetin bir bölümünün bilinçaltına derinlemesine bir şekilde işlemiş bir yaklaşım. Son dört yıldır, seçim taktiği olarak adım adım geliştirildi.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Mustafa Sarıgül, Mansur Yavaş gibi isimler, gelen gideni aratacak olsa da şu iktidar bir gitsin basitliğiyle sol muhalefeti de kapsayan bir genişlikte meşruluk bularak desteklendiler. Bu politikayı, gayri ahlaki bir zeminde, “Bas geç!” taktiği olarak savunanlar oldu.
Bilinçaltında en makul yaklaşım olarak benimsendiği için, AKP-MHP koalisyonunu geriletecek biricik taktik olarak, politikalarına, nasıl aday gösterildiklerine bakılmaksızın içinde milliyetçilerin, ırkçıların cirit attığı bir koalisyona oy çağrısı yapmanın dışındaki her yaklaşım anlaşılmaz bulunuyor.
Oysa anlaşılmaz bulunanın, daha bir sene önce faşist partiden kopan ve faşist olduklarını Suriyelilerle ilgili her açıklamalarında her gün bir kez daha kanıtlayanlarla ittifak kurmak olması gerekir.
Bu anlaşılamaz!
Hükümetin “Yerli ve milli değilsiniz” aşağılamasına, kısaca “asıl siz değilsiniz” diyerek yanıt veren, Fırat Kalkanı Harekatı’nı destekleyen, Fırat’ın doğusuna yapılması planlanan harekat daha gündeme gelmeden “Hemen hemen” diye bastıran CHP-İP ittifakıyla ilişkilenmenin mantıklı hiçbir gerekçesi olamaz. Bu ittifak İstanbul belediyesini AKP’nin elinden aldığında, bu ittifakın müteahhit bir adayı belediye başkanı olduğunda Kürtler, işçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, azınlıklar ve yoksullar kazanmış olmayacak!
Bu politika, seçimleri bir mücadele taktiğine bağlamadığı, kaba saba bir toplama çıkartma hesabına indirgediği, politik fikirleri, mücadelenin önemini, krizin yarattığı tahribata karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin aşağıdan direnişinin potansiyellerini de görünmez kıldığı için sadece yanlış değildir, tehlikelidir de.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)