ABD, Suriye’yi terk etmeye hazırlanıyor. Trump en son, Suriye’den çekilmelerini “Artık aklımızı kullanmamızın zamanı geldi” diyerek değerlendirdi ve Suriye’yi terk etmenin Ortadoğu’da işgal politikalarına son vermek anlamına gelmediğini, Irak’tan çekilmek gibi bir planları olmadığını belirterek şöyle açıkladı: “Suriye’de bir şeyler yapmak istersek aslında burayı kullanabiliriz.”
Bir önceki yazıda, ABD’nin çekilme kararının esasını şu noktanın oluşturduğunun altını çizmeye çalışmıştım: “ABD, çekilirken, hem istediği zaman geri dönme gücüne hem de ardında çelişkili, patlamaya hazır ve içinde olup olmamanın temel sorunu açısından şimdilik önemsiz göründüğü bir Suriye bırakıyor.”
ABD açısından çekilme kararı derhal başka bir fayda daha sağladı, Türkiye ile birkaç yıldan beri her seferinde bir önceki çelişkiden daha derin bir çelişkiye evrilen gerilim dolu sürecin sonuna gelinmiş görünüyor. ABD hem Suriye’de “batı”nın şemsiyesi, kol kanat geren ve mali harcamaları göğüsleyen temel koruyucu savaş gücü olmaktan kurtuluyor, hem bölgede daha eski ittifaklarıyla aşınan ilişkilerini onarma şansını buluyor, hem istediği zaman Suriye’ye müdahale etme hakkını elinde saklı tutuyor, hem IŞİD’e karşı mücadelede esastan bir zafer kazandığını tüm dünyaya “müjdeliyor” hem de Irak’taki askeri varlığının bölgede tüm emperyalist ve altemperyalist güçler açısından caydırıcı olacağını sezdiriyor. Son olarak, tüm gücünü gerçek derdine odaklama şansını ilan ediyor.
ABD’nin derdinin ne olduğunu önceki yazıda ifade etmeye çalışmıştım. ABD, 21. yüzyılın imparatorluğu olmayı garanti altına almak istiyor. Bu çabasını bugüne kadar ‘dolaylı savaşlarla’ gösterdi. Başka bir deyişle, farklı gerekçeler ve düşmanlar icat ederek, aslında küresel ölçekte rakibi olan güçlere meydan okudu. Her ‘dolaylı savaş’, ABD açısından politik olarak bu meydan okumanın şiddetini belirlemenin yanı sıra, askeri olarak rekabet içinde olduğu ülkelere hegemonyasını sarsmaları durumunda yüzyüze kalacakları askeri gücünü düzeyini göstermek anlamına geldi. Apaçık bir intikam savaşı olan ABD’nin Afganistan işgali, hem politik meydan okuma, hem askeri bir gövde gösterisi hem de dünyanın doğusuna askeri varlığını yerleştirme fırsatı sundu. Balkanlara yönelik insani gerekçeyle girişilen askeri müdahaleden beri ABD askeri gücü batıya yerleşiyor, askeri üsler kuruyor, savaş gemilerini bir tehdit unsuru olarak dolaştırıyor. “Saddam” ve “IŞİD” dolaylı savaşları, ABD’nin bu eğilimini daha da güçlendirdi.
Fakat bunlar, ABD’nin sarsılmaz bir güce sahip olduğu anlamına gelmiyor. Bu anlatılanlar sadece ABD’nin bir küresel yayılma mantığına sahip olduğunu gösterir, yoksa ABD’nin dolaylı savaşlarının hemen hepsi Pentagon’un öngördüğünden, beklediğinden farklı şekillerde, ABD’nin yenilgileriyle, kendi iç çelişkilerinin derinleşmesiyle sonuçlandı. Irak işgali çok somut bir örnek olarak duruyor. ABD, Irak’ta zafer kazanamadı, bugün en önemli düşmanı ilan ettiği İran, Irak’ta ABD işgali sayesinde etkin bir devlet hâline geldi. Afganistan’da 17 yıldır siyasal ve askeri istikrarsızlık hakim. Suriye’de ise ABD’nin devrileceğini düşündüğü Esad rejimi ayakta kaldı, ABD’nin gerçek düşmanlarından Rusya oyun kurucu oldu, İran Esad rejimiyle ittifak hâlinde ve beş sene önce düşünülemeyecek bir şekilde, bölgesel güçlerle ABD arasında bir gerginlik, Türkiye örneğinde olduğu gibi zaman zaman sert bir gerginlik yaşanmaya başladı.
Fakat Trump dönemi, ABD’nin çok yönlü emperyalist krizini en kestirme yöntemle çözme eğilimiyle tanımlanacak. Trump bir şirket CEO’su gibi, şirketin krizini “şirketin tek dostu kârıdır” prensibiyle halletmeye çalışıyor. ABD açısından hiçbir ittifak önemli değil. Her ittifakını sonuna kadar köşeye sıkıştırabilir. 15 sene önce liderliğini yapmakla övündüğü batı ittifakı, Trump tarafından gerekirse ticaret savaşlarıyla diz çöktürülecek rakip firma gibi görünüyor.
Çin’le, AB’yle ticaret savaşları, Türkiye gibi NATO üyesi ülkelerle gerilim yaşaması, başka ülkelerin çıkarlarını da korumak üzere dolaylı savaşların sahasına ABD askerlerinin sürülmesi gibi adımlara son vermesine Suriye’den çekilme kararını eklediğimizde şunu söyleyebiliriz: ABD, içinde olduğu hegemonya krizine dolaylı savaş alanlarında daha az enerji harcayarak, doğrudan ve esas rakipleriyle şimdilik ekonomik temellerde sürecek ama askeri bir gerilimin enerjisini sürekli biriktirecek bir eğilim içinde. Suriye’den çekilmesinin ABD’nin ılımlılaşmasıyla, zaferiyle, geri adım atmasıyla ya da dünyanın daha barışçıl bir yere dönüşmesiyle bir ilgisi yok. Dünyanın en güçlü otoriter liderliği, geride bıraktığı yıkıma tek bir damla gözyaşı dökmeden, isterse yeni dramlar yaratacağını ilan ederek, daha büyük bir meydan okuyuş ve içinde debelendiği krizi böylece aşmak için hamle yapıyor.
Türkiye dahil bölgesel güçlerin ve Kürt ve Türk solu ve aydınları arasındaki tartışmanın ele alınmaya çalışılacağı üçüncü yazı, pazartesi gününe kaldı.
Şenol Karakaş