Devlet Bahçeli’nin MHP’lilerin coşkulu alkışlarıyla kesilen grup konuşması, “Yerli-milli ittifak”ın sonuna gelindiğine işaret ediyordu. "Parti olarak 31 Mart 2019 mahalli idareler seçimlerine yönelik herhangi bir ittifak beklentimiz, ittifak arayışımız, ittifak niyetimiz geldiğimiz bu aşamada artık kalmamıştır.” diyen Bahçeli’ye birkaç saat sonra Erdoğan şu yanıtı verdi: “Söyleyeceğimiz tek şey yerel seçimlerde madem biz yolumuza diyorlar, biz de herkes kendi yoluna deriz.”
Herkes kaçınılmaz olarak sadece yerel seçim ittifakının mı yoksa “yerli-milli koalisyonun” bütününün mü dağıldığını merak ediyor. Erdoğan konuşmasında “Görüş farklılıklarımızın Cumhur İttifakı’na gölge düşürmesine izin vermemeliyiz. Biz Cumhur İttifakı’nı ülkemizin son yıllardaki en önemli kazanımlarından biri olarak görüyor ve geleceğe taşımak istiyoruz” dese de sorun basitçe bir-iki gündelik konuda yaşanan farklılıklara indirgenemez.
Köklü farklılıklar
24 Haziran seçimlerinden önce yaşanan af tartışması, Çakıcı’yla hastanede rahatça görüşebilen Bahçeli’nin af tartışmasındaki ısrarı, bir süre sonra Çakıcı’nın hastaneden açık ziyaret koşullarında kalmasına izin veren doktorlar hakkında soruşturma açılması ve Çakıcı’nın yeniden hapishaneye gönderilmesi, Bahçeli’nin bu konuda hayıflanması, AKP liderliği McCinsey’le ekonomik krizi atlatmasında yardımcı olması için danışmanlık hizmeti almışken Bahçeli’nin bu gelişmeyi sert bir şekilde eleştirmesi… Örnekler arttırılabilir. Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını Bahçeli eleştirirken Erdoğan bağımsız yargının takdiri olarak değerlendirmişti, Erdoğan Katar’dan uçak alırken Bahçeli “hediye uçağı” sert bir şekilde eleştirmişti. Son olarak Danıştay’ın "İddialar andın kaldırılmasını gerekli kılacak nitelikte görülmemiştir" kararına AKP ve MHP bütünüyle farklı veçhelerden bakarak tutum aldılar.
Bu başlıkların hiçbiri sıradan, gündelik sorunlar olarak ele alınamaz. Ne ekonomik krizle baş etmek için önerilen yöntem konusundaki farklılık ne de andımızın Danıştay kararıyla yeniden yürürlüğe konulması gündelik politikalardaki farklılaşma yaklaşımıyla geçiştirilebilir. Şu çok açık ki, siyasal alanda “Yerli-milli koalisyon”un tam ortasında çatlak oluşmuştur. Sorun, bu koalisyonun 15 Temmuz darbesinin ardından şekillenmesi hızlanan “yerli-milli devlet koalisyonu” geri planının bu siyasal bölünmeden ne ölçüde etkilenip etkilenmediği, bizzat bu bölünmeyi tetikleyip tetiklemediğinde düğümleniyor.
Bahçeli’nin kazanımları
“Yerli-milli koalisyon” devlet katında laik-ülkücü ve AKP’li kadroların ittifak kurmasına yardımcı oldu. Fakat bu devlet ittifakı, halk kitleleri içinde yaşanan kutuplaşmayı giderebilme yeteneğini taşımadı. Laiklik etrafında mobilize ola kitleler-AKP’li-MHP’li kitleler, birbirine öfkeli kalabalıklar olarak, AKP-MHP ittifakının tozpembe günlerinde bu iki partinin tabanı arasında gerginlik yaşanmadan da olsa birbirlerine bileylenmekten bir an bile vaz geçmediler. Erdoğan’ın bu ittifakın sonucu olarak rejim değişikliğiyle partili cumhurbaşkanlığını kazanmış olması, “yerli-milli koalisyonun” asli kazananının MHP ve Bahçeli olduğu gerçeğini gizleyemez.
Bahçeli bir yandan bütün referandum, seçim gibi önerileriyle öne çıkar ve AKP’yi parmağında oynatan lider olarak sivrilirken, bu ittifak sayesinde partisi büyük bir bölünme yaşamış olmasına rağmen 2018 seçimlerinden şaşırtıcı bir başarıyla çıkabildi. İyi Parti’nin (İP) kısa sürede emekli edeceği düşünülen Bahçeli, AKP’den milyonlarca oyu toparlayarak İP’i geride bıraktı.
MHP: Bir kez daha fikirleri iktidardayken
Hem beka kaygısı merkezli devlet politikası, sınır ötesi askeri müdahaleler MHP’nin fikirlerinin iktidarda olduğunu gösteriyordu hem de çözüm sürecinin rafa kaldırılması ve “güvenlik” eksenli politikaların devreye girmesi Bahçeli’nin iktidar olmadan iktidar olduğunu gösteriyordu. Diğer yandansa, Erdoğan’a başkanlık yolunu açan siyasi lider olarak 24 Haziran seçimlerinden sonra halkın MHP’yi kilit konuma yükselttiğini, denge ve denetleme görevi verdiğini söyleyen Bahçeli, iki nedenle ittifakı yaralamakta bu kadar rahat davrandı: Bu nedenlerden birincisi, devlet içinde kadrolaşmasına duyduğu güven. 15 Temmuz darbe girişiminde sonra devlet bürokrasisinin her bir kademesinde yaşanan tasfiye sürecinde MHP taraftarlarının boşalan alanları doldurduğu sık sık konuşuluyor. Açık ki kadrolaşmada bir doygunluk yaşandı ve artık iktidarın uygulamalarının parçası olarak görünmek gereksiz hale geldi.
Bu da bizi ikinci nedene getiriyor: Bahçeli’nin ittifakı önce zorlayıp, ardından bozması, her şeyiyle mimarlarından olduğu 15 Temmuz sonrası rejimin yarattığı hukuksuzluklardan, sıkıntılardan ve acılardan muaf tutulma arzusunun bir sonucu. Böylece hem orta ve yoksul sınıflara ama bir yandan da egemen sınıfa aynı anda göz kırpmaya ve güven vermeye çalışıyor. Özellikle ekonomik krizin yarattığı fakirleşme, enflasyon, işsizlik ve krizin her bir öncü sarsıntısının sert şoklarının ürünü olacak olan sınıfsal gerilimlerin dışında görülme arzusu belirleyici oldu. MHP, koalisyonu bozarak iç ve dış siyasette arzu ettiği politikalar uygulanırken, bu politikaların sorumlusu olarak görülmeme becerisini en üst seviyeye taşıdı.
Önümüzdeki günler “yerli-milli ittifakın” gümbür gümbür çatlamasını beklememek lazım ama yeniden onarılması mümkün olmayan bir çatlağın oluştuğunu görmek zorundayız. Bu çatlak siyasi sürecin her bir gününde daha da büyüyecek. Mecliste AKP, MHP’nin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavrarken, egemen sınıf da MHP’nin siyasal istikrar açısından ne kadar önemli bir rol oynadığını teslim edecek.
Şimdi, ekonomik krize siyasal odağı çatlamış bir egemen sınıfın en merkezde derinleşen siyasal krizi ve kırılganlığı eşlik edecek.
İşçi sınıfı bu dönemde işi, ekmeği ve özgürlükleri için tüm düzeylerde birleşebilirse kimsenin ummadığı bir avantaj elde edebilir.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)