İstanbul Üniversitesi'nde Gazetecilik öğrenimi gördüğüm 90'lı yıllarda çok popüler bir kavram vardı: Boyalı basın. Artık pek başvurulmayan bu kavram, anaakım/sermaye basınının eleştirisi bağlamında kullanılırdı. Biraz batıdaki "yellow journalism" ile bağlantılıydı ama 80'lerin ardından hızla gelişen ticarileşmenin ve magazinelleşmenin gazeteleri biçimsel olarak renklendirerek görüntüde cafcaflı ama içi boş ve yüzeysel kılan büyük dalgasına güçlü bir eleştirel vurgu da içeriyordu.
Bu dönemde biz taze muhalif öğrenciler gibi sözkonusu "boyalı" gazetecilik anlayışına kendi pratiği içinde mesafeli duran tek gazete Cumhuriyet'ti. Kırmızı renkle yazılan gazete adı dışında, fotoğraflar da dâhil olmak üzere, hiç renk kullanmazdı. Bu kuralı 2000’li yıllarda, o da kısmen esnetecekti. Bunun dışında da Cumhuriyet, haber seçimine, haber yazımına ve -elbette kısmen- gazetecilik etiğine ilişkin diğerlerinin hiç göstermediği özeni ile staj yapmak isteyenler için en gözde gazete konumundaydı. Üstelik Aydın Doğan ve Dinç Bilgin gibi büyük sermaye gruplarının kontrolünden de uzaktı ve bu uzaklığı, her yerde dağıtılan sendikal örgütlenmeye kendi içerisinde alan açarak da gösteriyordu.
“Doğum hatası”
Yine de Cumhuriyet, biz gibilerin savunup bayrak yapacağı bir gazete de değildi. Zira tıpkı Osmanlı/Türk basınının 19. yüzyıl ortalarındaki ilk ortaya çıkışındakine benzer bir "doğum hatası" ile maluldü. 1924'te Yunus Nadi öncülüğünde kurulurken derdinin gerçek bir habercilik yapmaktan çok "Cumhuriyet değerlerinin savunulması" olacağını bizzat açıklamıştı. Yani CHP'nin rekabetçi bir siyasal parti gibi değil yeni rejimin inşası ve topluma benimsetilmesi işlevleriyle, bir devlet aparatı ve bir tür "başöğretmen" olarak kurulması gibi Cumhuriyet gazetesi de, yarı resmi düzeyde de olsa aynı rejimin düşünsel/kültürel alanda hegemonya oluşturması amacıyla çıkarılmıştı. Bugün dahil, o amaç ve misyon duygusunu kendisine hep en temel motivasyon yaptı.
Nazi destekçiliğinden darbe destekçiliğine
Gazetenin yukarıda bahsedilen "doğum hatası", tek günahı da değildi. Kurucu kadroların radikal reform hamlelerinin yanı sıra Dersim katliamı başta olmak üzere etnik/kültürel homojenleştirme ve tedhiş harekâtlarının tümünü de coşkuyla selamladı. 2. Dünya Savaşı devam ederken devlet örgütlenmesinin İngilizciler-Almancılar şeklinde bölündüğü dönemde gazete ve özellikle sahibi Yunus Nadi, belirgin biçimde Nazi Almanya'sı yanlısı tutum takındı. Almanya'nın yenilgisi ufukta belirene dek de bu tutumdan vazgeçmedi.
İktidarlarının ilk yıllarında Menderes ve Demokrat Parti'ye belirli bir destek verse de bu desteği daha sonra geri çekti ve 27 Mayıs Darbesi'ni destekledi. Ne var ki darbe sonrası gazetecilerin özlük haklarını düzenleyip basın çalışanlarına çoktan sahip olmaları gereken hakları tanıyan 212 sayılı yasaya muhalefet etti. Bu arada selam durduğu tek darbe de 27 Mayıs değildi. 12 Mart'ı da, 12 Eylül'ü de, 28 Şubat'ı da destekledi. Gerçekleşmemiş darbeleri kışkırtma türü Balbay'lıkları ve İlhan Selçuk gibi o Balbay'ın da aralarından çıktığı bir sürü postalsever Kemalistin hocalığını yaparak düşünce dünyasını kirletmiş karanlık bir kişiliğin uzun süre damgasını taşıması ise herkesin malumu sanıyorum.
Gazetecilik yapmak isteyenlerle
Daha nice örnekle çeşitlendirilebilecek tüm bu kirli tarihsel bagaja bakıp "gazete değil paçavraymış zaten" demek mümkün. Ne var ki Türkiye basınının genel yapısı ve alışkanlıkları göz önünde bulundurulduğunda bu nitelemeyi başka gazeteler için kullanmayı tercih ederim. Zira Cumhuriyet, belirli dönemlerinde gerçek bir paçavra olsa da belirli başka dönemlerde de habercilik yapma tutkusu taşıyan gerçek gazeteciler için hem bir okul, hem de bir sığınak olabilmiştir. Hatta denebilir ki gazetenin özellikle son 40-50 yıllık tarihi, gazetecilik yapmak isteyenlerle katı Kemalist ve devletçi bir ideolojik aparat işlevi görmek isteyenler arasındaki içsel gerilimlerle geçmiştir.
Muhtemelen 60'lardan sonra sol/sosyalist fikirlerin yayılım hızından etkilenerek bu çevreye alan açan Cumhuriyet gazetesinde Kemalist devletçiliği değil (veya onun kadar) buradan gelen duyarlılıkları dikkate alan kişiler, kendisini (biraz da haklı olarak) asli sahip konumunda görenlerle didişerek de olsa varolabilmiş, doğru gazetecilik açısından da elzem olan kimi duyarlılıklarını gazeteye şu ya da bu düzeyde bulaştırabilmiştir. Özellikle 70’lerde gazete, devrimci/sosyalist kesimlerin gündemini sayfalarına taşımış, hatta bir ölçüde sosyalistlerin iç iletişimine hizmet eden bir mecra olabilmiştir. Faşistlerin bu gazeteden nefret etmeleri de, gazetenin pek çok çalışanının faşist saldırılara hedef olması da bu açıdan boşa değildir. Sonrasında da mesela 90'lardaki kirli savaş sürecinde gazetenin genel tutumu devletçi olsa da, haber dili açısından bir Hürriyet veya Sabah kadar pespayeleşmemiştir. Dış politikada devlet perspektifini öncelemiş ama Kardak kayalıklarına bayrak dikmek türü süfliliklere de prim vermemiştir. Öte yandan Cumhuriyet'in tarihinde gerçekten iyi gazeteci ve iyi gazetecilik örnekleri, azımsanabilir seviyenin üzerindedir.
Tüm bunların ötesinde de Cumhuriyet, başlangıç noktasına geri dönersek, elinize aldığınızda gazete gibi görünen tek gazete olarak kalmayı başarabilmiştir. New York Times, The Guardian, Le Monde gibi batılı "quality paper"ların içerik olarak çok gerisinde olsa da nitelikli gazeteciliğin biçimsel ve kısmen içeriksel olarak ağırbaşlı ve ciddi karakterini Türkiye basınında temsil etmiştir. Az görsel, az renk, bol yazı, küçük punto, derinlikli içerik gibi nitelik kaygılı gazetecilik anlayışının ilkelerini, olabildiği kadarıyla sayfalarına taşımıştır. Yeterince ticari olmadığı için diğer gazetelerde pek yer verilmeyen kültür-sanat içeriğinin yanı sıra dış politika takibinde de anaakım basının önündedir. Spor gazeteciliğinde şoven milliyetçiğin yanı sıra fanatizm ve cinsiyetçilikten, adliye haberlerinde sansasyonalizmden uzak durmaya çalışır. Bunlar da önemsiz şeyler değildir.
Çölleşen alanı yeniden yeşillendirmek
Bu yazıyı yazmama vesile olan gelişme sanırım herkesin malumu artık. Artıları ve eksileriyle bir süredir doğru gazetecilik/habercilik yapma kaygılarıyla yönlendirilen Cumhuriyet, iktidar destekli "asli sahipler"in yargı destekli müdahalesiyle tekrar yönetim değişikliğine gitti ve büyük tasfiye başladı. Şimdi Cumhuriyet yeniden bir ucunda devletçi/ulusalcı bir paçavra olmanın, diğer ucunda ise gazete olmanın yer aldığı sarkaçta birinci ibreye yönelmiş görünüyor. Mutluluk beyan edenlerin fotoğrafına bakıldığında tiksinti duymamak mümkün değil. Tasfiye edilen isimler ise bir süredir devam eden düşünsel çölleşmenin iyice derinleşmesine yol açacak nitelikte. Sarkacın ibresi yeniden döner mi bilinmez ama elbette "iyi oldu" diyemeyeceğim bu gelişmenin sözde muhalif, gerçekte iktidar destekçisi, "yerli ve milli" bu ulusalcı zevatın gerçek yüzünü, konumlanışını ve işlevini açık etmek gibi hayırlı bir yanı olduğunu da kimse reddetmeyecektir sanırım. Şimdi çölleşen alanı yeniden yeşillendirmek için yeni yollara ve mecralara kafa yorma zamanı.
Sinan Laçiner