Canan Şahin, Karl Marx'ın 200. yaşgününde fikirlerinin hâlâ güncel olduğunu anlatıyor.
5 Mayıs 1818’de doğan Marx’ın 200. yaşı dünya genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanırken ana akım bir sürü basın yayın organı da Marx’ın fikirlerini farklı perspektiflerden tartışmaya açtı. Kimi yazılarda Marx’ın günümüzün problemlerini anlamanın ve dönüştürmenin aracı olarak yeniden yükselişinin yarattığı kaygıyı görmek mümkün. İşçi sınıfının artık merkezi önemini yitirdiği, dijital devrimin ve otomasyonun işçi sınıfına ihtiyacı ortadan kaldıracağı, imalat işçilerin sayıca azalmasının beyaz yakalılardan menkul yeni bir sınıf yarattığı, devrim fikrinin kitle katliamı ve özgürlüklerin yok edilmesiyle sonuçlandığı, kapitalizmin krizleri aşmayı sağlayan rasyonalitesinin hafife alındığı gibi bir dizi argüman bu yazıların ana vurgularını oluşturuyor.
Bu paniğin yanında oldukça geniş bir konsensus da var. Dünyanın durumu üzerine kafa yoran hemen herkes yükselen sağın ya da eriyen merkez sağ ve sosyal demokrasinin müsebbibi olarak kapitalizmin krizini gösteriyor. Yani Marx’ın parmağı ile işaret ettiği canavarı herkes tanıyor ama o canavarın kafasını kesecek sınıf artık merkeziliğini, kitlesel eylem yapma kapasitesini, siyaseten örgütlenme becerisini yitirmiş ilan ediliyor. Dolayısıyla Marx’ın doğumunun ikinci yüzyılını kutlamak onun entellektüel kimi keşiflerini ve teorisinin tarihsel etkisini teslim edip rahmet okumaya dönüşüyor.
İşçi sınıfı yok olmadı
Bu argümanların bir kısmı günümüz kapitalizminin nesnel gelişimini bilimsel olarak açıklamaktan yoksun. 2013 ILO verilerine göre 1.6 milyar kişiden oluşan işçi sınıfı yok olmak şöyle dursun sadece Güney Kore ve Mısır’daki işçi sınıfı sayısal olarak Marx’ın yazdığı dönemdeki dünya işçi sınıfını geçmiş durumda. Mal ve hizmet üretmek için emek gücünden başka hiçbir metaya sahip olmayan işçi sınıfının ürettiği değerin bir bölümüne el konarak sömürülüşü hala üretim ilişkilerinin temelini oluşturuyor.
İşçi sınıfı değişmiyor mu? Elbette değişiyor ama bu dönüşümler niteliksel olarak işçi sınıfını politik öneminden yoksun kılmıyor. İmalat sektöründe yoğunlaşmış geleneksel militan eylemliliğinin yerini bir süredir hizmet sektörü ve kamu işçileri almış durumda. İmalat sektörü ise yok olmuş değil. Türkiye’deki metal grevlerini hatırlamak yeterli. İşçi sınıfının bireysel yenilgiler aldığı ve selefi mücadelelerle aynı militanlık düzeyini sergilemediği iddia edilebilir ama işçi sınıfının değişen kompozisyonunu anlamamız açısından her bir grev, kolektif mücadelede çok önemli deneyimler sunuyor.
Hangi Marksizm?
Üçüncü olarak kapitalizmin işleyişine dair Marx’ın yaptığı tespitler hala geçerli. 2007-2008 krizininin altında yatan rekabetçi birikim ve kar oranlarının düşme eğilimi yasası egemen sınıfı finansal olarak büyük finansal operasyonlar yapmaya itti ve ikinci bir krizde kurtulma şansları olmadığı sıkça tekrarlanan tespitlerden. Marx’ın 26 yılını vakfettiği Kapital’in son cildinde detaylardırmaya çalıştığı “finans” olgusu günümüzün krizlerini karakterize ediyor ama bunu meta-emek-değer-kar-sömürü kavramları olmadan açıklamak imkansız. Dolayısı ile kapitalizmin devrimci eleştirisini Marx’a yaslanmadan yapmam mümkün değil.
Peki tek bir Marksizm mi var? Bir dizi Marksizm var ama tek bir devrimci Marksizm var. İkinci Enternasyonal’in reformizmin temelini oluşturan evrimci Marksizmi Yunanistan’da iktidarda ve parlamento çoğunluğunu elde edip verili devlet aygıtı ile radikal değişimler getirmenin imkansızlığını bir kez daha gösteriyor. Stalinist Marksizm ise tek ülkede sosyalizm ve devlet mülkiyetinin sosyalizmi belirleyen tek şey olduğu fikriyle Marksizmin enternasyonalist karakterinin tam tersi bir fikirler bütününü temsil ediyor. Yukarıda özetlemeye çalıştığım kimi eleştiriler bu devlet kapitalisti karşı devrim pratiğinin eleştirisini Marksizmin eleştirisi olarak sunmaya devam ediyor. Üçüncü dünyacı Marksizm ise dünyayı karakterize eden eşitsiz ve bileşik küresel kapitalist sistemden uzak basit emperyalizm algısı ile kimi zaman kampçı çoğu zaman ikameci ve milliyetçi bir militanlık geleneğini sürdürmeye çalışıyor. Bu Marksizm de işçi sınıfının uluslararası ve ulusal bölünmüşlüğüne dayanışmacı bir çözüm üretmekten yoksun.
Marx’a ihtiyacımız var
Post-modernizmin açtığı kulvardan ilerleyen kimi post-Marksist ve otonomcu Marksist bakış açıları ise işçi sınfını toplumun sömürülen ve çoğunluğun çıkarları adına hareket edebilecek gerçek birleştirici güç olarak görmek yerine siyasal özneyi farklı ezilmişlik deneyimleri yaşan grupların koalisyonundan teşkil edeceklerini düşünüyorlar. Bir çok mücadalede dostça yan yana geldiğimiz bu son gelenekle yükselen sağı anlamak ve yenmek konusundaki fikir ayrılıkları devrimci Marksistler için en güncel tartışma başlıklarından biri. Neoliberalizmin krizinin soldan eleştirisini yapamazsak, kriz halindeki sosyal demokrasinin daha solda varyantları olan radikal parlamenterizme bel bağlarsak popülist sağın bu sürecin yarattığı umutsuzluğu örgütlemesinin önüne geçmemiz zor.
Medeniyetler çatışması diye sıklıkla ifade edilen dinsel-kültürel çarpışma ise kaba materyalist kimi Marksizm anlayışlarla besleniyor. İdeoloji ve din tartışmasını yeryüzünün eleştrisini yapmadan gökyüzüne ve oraya bakanlara lanet okuyarak yürütenler Marx’ın kendi döneminde idealizme ve kaba materyalizme karşı verdiği savaşı anlamıyor.
Marx’ın fikirlerini gerçek içeriklerinden yoksun bir çarpıtmayla yanlış argümanlara dayanak eleştiri konusu yapanlara karşı amansız bir tartışma yürütmek zorundayız. Fikirlerimizin netliği pratiğimizin gücünü oluşturacaktır. İşçi sınıfı gerçek devrimci sınıftır ve bu sınıfı bölmekten başka bir yolu olmayan kapitalistlere karşı yapmamız gereken bu sınıfın birleşik çıkarlarını savunmaktır. Yabancılaşmanın ve ideolojik hegemonyanın yarattığı rızanın ne kadar kırılgan olduğunu görmemiz gereken kapitalizmin en gelişkin döneminde Marx’ın hayaletine cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, sömürüye, iklim değişimine, savaşlara ve emperyalizme karşı mücadele etmek için ihtiyacımız var.
Canan Şahin
(Sosyalist İşçi)