Onur Öztürk, 50. yılında 1968 hareketini ve Stalinizmin bu harekete olan etkilerini tartışıyor.
1968 hareketi, aşağıdan gelişecek bir hareketle dünyayı dönüştürülebileceğine dair umutları arttırdı. Hareket aslında sadece Batı Avrupa ve ABD ile sınırlı kalmamış Berlin Duvarı’nı da aşarak, Prag Baharı olarak da adlandırılan ve Çekoslovakya’da ortaya çıkan “güler yüzlü sosyalizm” hareketini doğurdu. Bilindiği gibi Çekoslovakya’daki hareket SSCB ve Varşova Paktı üyesi ülkeler tarafından askeri bir işgal ile bastırılacaktı. İşgal karşısında kitlesel gösteriler olacaktı ve pek çok kişi hayatını kaybedecekti.
Avrupa’da resmî komünist partilerin krizi
1968 hareketi karşısında SSCB çizgisindeki resmî komünist partiler temkinli davranacaktır. Aşağıdan gelişebilecek bir hareketin kendi siyasi güçlerini sarsacağına inandıkları için söz konusu partiler öğrencilerin ve işçilerin gösterilerini dizginlemeye çalışıyorlardı. Örneğin Fransa’daki gençler, hem düzene hem de Fransız Komünist Partisi bürokrasisine karşı olduklarını belirtmek için “Dünyadaki son bürokratı son burjuvanın bağırsağıyla asmak gerekir” sloganını geliştirmiştir.
Diğer yandan 1968 hareketi özellikle Avrupa’da yeni toplumsal hareketlerin de doğmasını hızlandırmıştır (çevre hareketi, kadın hareketi, eşcinsel hareketi vb). Bu tür hareketlere cevap veremeyen Stalinist Avrupa komünist partileri ciddi sarsıntı yaşamış ve giderek daha reformist bir çizgiye kaymışlardır. Bu durum 1970’lerin ortalarında Avrupa-komünizmi olarak formüle edilmiştir. Ancak işçi sınıfını merkeze alan ve diğer yeni toplumsal hareketleri de kapsayan bir kitlesel devrimci partinin ortaya çıkamaması 1968 ve sonrasında ortaya çıkan devrimci durumun fırsata dönüşmesi şansının kaçırılmasına neden olmuştur.
1968 hareketi bilhassa Prag Baharı, Doğu Bloku içerisinde de bölünmeleri beraberinde getirmiştir. Varşova Paktı’nın Prag Baharı’na müdahale etmesi Çin ve Arnavutluk ve kısmen de Romanya tarafından kınanmıştır hatta kınamanın ötesinde Arnavutluk Varşova Paktı’ndan ayrılmıştır. Dolayısıyla 1960’ların başında SSCB-Çin ayrışması daha da derinleşmiş ve 1970’lerde bu iki ülke neredeyse düşman konuma gelmiştir. Diğer ülkelerdeki komünist partiler de bu çekişme etrafında uluslararası çizgi adına ya Çin’in tarafını veya SSCB çizgisini savunacaklardı.
Türkiye’de 68
Türkiye, 1968 sürecini kitle hareketlerinin yaygınlaştığı bir dönemde karşılamıştır. Ancak Türkiye’deki hareketlenmede her ne kadar aşağıdan gelişmiş bir hareket olarak ortaya çıkmış olsa da gerek dünyadaki devlet kapitalisti rejimler arasındaki bölünme hem de geçmişten alınan siyasal-ideolojik zemin çok farklı dinamikleri de beraberinde getirmiştir. Örneğin 27 Mayıs darbesinin etkisi ve MDD çizgisi hareket içinde bölünmeye neden olmuş ve yer yer ulusalcı eğilimleri güçlendirmiştir. Dünyadaki bölünme sonucunda Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kravatlı bürokratlarının tezleri yerine Mao’nun “halk savaşı” teorisi daha devrimci bulunmuştur. Diğer yandan sokaktaki dinamiği parlamentoya kanalize etmeye çalışan Türkiye İşçi Partisi genç kadrolar için artık seçenek olmaktan çıkmıştı (Aslında Fransa Komünist Partisi’nin işlevini Türkiye’de bir ölçüde TİP yerine getiriyordu). Ancak parlamenter-reformist çizgiden uzaklaşan sosyalist kadrolar hem Çin’in hem de Latin-Amerika gerilla faaliyetlerinin etkisiyle silahlı ve ikameci örgütlenme modeline yöneldiler. Oysaki kır ve şehir gerillası esasına dayalı siyasi örgütlenme sürecinin başlandığı Türkiye’de 15-16 Haziran gibi kitlesel bir işçi direnişi yaşanmıştı.
Türkiye’de 1970’li yıllara devredilen bu miras iç ideolojik çatışmaları hızlandırdı. Yeni dönemde her ne kadar geçmişe dönük kimi eleştiriler yapılsa da yeni Stalinist hareketler sosyalist harekete hâkim oldu.
Onur Öztürk