Kapitalizmin tarihi boyunca egemen sınıflar milyonlarca emekçiyi “ulusal onur” adına ölmeye ve öldürmeye sürükledi. Ancak savaşlar aynı zamanda kapitalistler için tehlike çanlarının çaldığı dönemlerdi.
Troçki tarihte devrimlerin çoğunlukla savaşların izlediğini söyler. Egemen sınıflar her zaman “adalet”, “özgürlük”, “demokrasi” ve “daha iyi bir yaşam” ya da “terörizme karşı mücadele” gibi “yüce amaçlar” için savaştıklarını iddia ettiler. 2003 yılında ABD Irak’ı özgürleşmek adına işgal etti. Öncesinde Afganistan’ı bombalayan ABD kadınları burkalarından kurtarmayı vaat ediyordu. Bugün Suriye’de ABD, Rusya gibi emperyalist, Türkiye ve İran gibi bölgesel güç iddiasında olan devletler Suriye’ye “terörizmle mücadele” adı altında müdahale etmekteler. Ancak kitlelerin en derin duygularını istismar ederek sürdürülen savaş ölüm, yıkım ve yoksulluktan başka bir şey getirmiyor.
Aldatılan kitleler başta savaşa karşı olmak üzere egemenlere karşı büyük bir öfke biriktiriyorlar.
2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali dünya çapında kitlesel gösterilere yol açtı. Milyonların öfkesi devrime yol açmadı ama başta dönemin ABD Başkanı Bush olmak üzere savaşı destekleyen tüm hükümetler iktidarları kaybettiler. Yüzyıl önce 1. Dünya Savaşı Rusya’da işçi sınıfının devrimine yol açtı. Bundan 146 yıl önce, 1870-1871 yılında Fransa-Prusya savaşı Paris işçilerinin isyanına ve Paris Komününün oluşumuna yol açtı.
1848 Haziranından Paris’e
İşçi sınıfı 1848 yılında başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde ayaklandı. Haziran günlerinde barikatlarda süren büyük mücadele burjuvazi tarafından ezildi. Haziran mücadelesi burjuvazinin yüreğine korku saldı. Öyle ki, Louis Bonaparte’ın 1851 yılındaki hükümet darbesi, ardından imparatorluğunu ilan etmesi karşısında bile burjuvazi cumhuriyetine sahip çıkmadı. Burjuvazi “düzen” istiyordu.
Giderek sanayileşen Fransa’da işçi sınıfı da sayısal anlamda büyümüştü. 1866’da Fransa’da 37 milyonluk nüfus içinde 4 milyon 700 bin işçi vardı. Paris’te yaşayan 1 milyon 850 bin kişinin 442 bini işçiydi. 1862 yılı sonrasında artış gösteren grevler, 1869-70 yılları arasında kendini göstermeye başladı. Bonapartist diktatörlük işçi mücadelelerini ezmek için harekete geçti. Birinci Enternasyonal’in hemen bütün üyeleri tutuklandı. Bonapartist rejim “düzeni” sağlamış, işçi düşmanı politikalarla sermayenin gelişmesini sağlamıştı. Ancak rejim bir süre sonra burjuvazinin gereksinimlerine yanıt veremez hale geldi. Bonaparte imparatorluğunun sürekliliğini sağlamak için 1870’de Prusya’ya savaş ilan etti. Savaş III. Napolyon’un da tutsaklığına yola açan ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Prusya, Fransa’nın silahsızlandırılmasını ve Paris’in tüm silahlarını teslim ederek derhal teslim olmasını talep etti.
Parisli işçiler göğü fethetti
Komün Prusya işgalinin dışında, burjuvazinin teslimiyetçiliğine karşı patlayan bir öfkenin ürünüydü. Parisli işçiler burjuva hükümet tarafından silahlandırılmış Ulusal Muhafız içinde örgütlendiler. Her ilçe kendi savunma komitesini oluşturdu. Daha sonra bu komiteler bir araya gelerek Ulusal Savunma Merkez Komitesini kurdular. Fransa’nın diğer önemli kentlerinde de benzer gelişmeler yaşandı. İşçi kenti Lyon ve Marsilya’da belediye (komün) yönetimlerini ele aldı. Fransa’da devrim başlamıştı. İşçiler Alman ordularına oldukları kadar kendi hükümetlerine de karşıydı. Engels’in söylediği gibi burjuvazi artık yönetemiyordu. İşçilerin Ulusal Muhafız Birliği içinde silahlanması başka bir iktidar odağının varlığına işaret ediyordu. Fransız burjuvazisi Alman işgalinden çok silahlanmış Paris işçilerinden korktu. Fransa’da muhtemel bir devrim tüm Avrupa’ya sıçrayarak Avrupa’da kapitalizmin sonunu getirebilirdi. Bu nedenle iki devlet arasındaki düşmanlık yerini sınıf ittifakına bıraktı. Alman topları Paris’e doğru çevrilirken, hükümet işçileri silahsızlandırmak için harekete geçti. Parisli işçiler silahları teslim etmeyi ve tezgâhlarının başına dönmeyi reddettiler. Tarih 18 Mart 1871’di. Silahlı birliklerle işçiler arasında yaşanan çatışma sonucunda işçiler galip geldiler. Parisli işçiler, işçi hükümetini ilan ettiler. İşçi hükümeti ilk günden burjuva devlet iktidarını parçalayarak, yerine kendi iktidar organlarını geçirdi. Komün düzenli ordu ve polisi kaldırdı. Yerine silahlı milisleri geçirdi. Tüm devlet görevlileri seçimle göreve geldi, istenildiği zaman geri çağrılabildi. Komün’ün, siyaseti doğrudan demokrasi temelinde yeniden yapılandırması işçi sınıfının bir sınıf olarak ve yepyeni temnellerde bir işleyişle yönetebilme yeteneği taşıdığının en somut kanıtıydı. Ne yazık ki bu süreç uzun sürmedi ve 28 Mayıs’ta burjuva birliklerinin saldırısı karşısında Komün yenik düştü.
Komün yenilgisi ve önderliğin eksikliği
Paris Komünü Marksist devlet teorisinin şekillendirilmesinde çok önemli bir deneyim, Marksist geleneğin de mihenk taşı oldu.
Kuşkusuz devrimler herhangi bir karar ve program dâhilinde ya da bir siyasi oluşumun çağrısıyla meydana gelmezler. Paris’te de devrim işçi kitlelerinin kendiliğinden eylemi sonucu gerçekleşmişti. Bu anlamıyla komünarlar devrime hazırlıksız yakalanmıştı. Ancak Ulusal Savunma Merkez Komitesi mücadeleyi birleştirecek ve kapitalist düzenin temellerine yönlendirecek bir perspektiften uzaktı. Dahası, merkez komitesi burjuva parlamentarizmin etkisi altında, komüne meşruiyet arayışı içindeydi. Artık bir etkisi olmayan kurumların yetkilileriyle görüşen önderlik, ne kadar yasal olduklarını kanıtlamaya çalıştı. Oysa Komün biçimsel demokrasinin canlı bir inkârıydı. Burjuva parlamentosunun karşısında işçi hükümeti kurulmuştu. Artık ikili bir iktidar vardı. Bu dünyada ikisine birden yer yoktu. Başlangıçta burjuva hükümetin ne ordusu ne de silahı vardı. Merkez Komitesi, kısa zamanda kitleleri hareket geçirip, Lyon ve Marsilya’da başlayan mücadeleyi Paris’e bağlayabilirdi. Tüm güçleri toparlayıp, Versailles’in üzerine yürüyebilirdi. Bu durumda, tükenmiş olan burjuvaziyi darmadağın edebilirdi. Komün liderliği ise aksine, tereddüt etti. Merkez Komitesi seçimleriyle zaman kaybetti. Burjuvazi ordu toparlamak için gerekli para ve zamanı bulunca Paris’in üzerine yürüdü ve sonuç ölümcül oldu.
Komünarların fedakârlıktan, gözüpeklikten yana bir kusurları yoktu. Ancak ihtiyaç duydukları işçi sınıfının en öndeki unsurlarını örgütleyen, uluslararası işçi sınıfının deneyimlerini aktaracak, merkezi bir önderlik yoktu. Paris Komünü, Paris’in ablukası, taşradan yalıtılmış olması, elverişsiz uluslararası koşullar, Komün’ün önderliğinin hataları nedeniyle yenildi. Ancak komünarların cüretleri, kendisinden sonraki devrimlere de ilham vermeye devam etmekte. Üstelik kapitalizmin krizinin derinleştiği, emperyalistler arası rekabetin kızgınlaştığı günümüz koşullarında uluslararası mücadelede büyük bir an olmanın dışında üzerinden atlanılamayacak derecede önemli derslerle dolu.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)