DSİP'in de bir parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım'ın kurucularından Tony Cliff, 100 yıl önce bugün doğmuştu.
Tony Cliff, Rusya'da Devlet Kapitalizmi adlı eseriyle, Stalinist Rusya'nın sosyalizmle hiçbir ilgisinin olmadığını, kapitalizmin bir başka biçimi olarak işçileri ezdiğini ve sömürdüğünü ortaya koymuştu.
Cliff'in bazı yazılarına aşağıdaki linklerden ulaşılabilir:
Tony Cliff'i, 100. yaş gününde anarken, devrimci bir parti inşa etmenin önemi üzerine yazdığı bir makalesini okurlarımızla paylaşıyoruz:
Neden devrimci partiye ihtiyacımız var? – Tony Cliff
İşçi sınıfının bilinç düzeyleri farklı
“İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diyen Marks “toplumdaki egemen fikirlerin egemen sınıfın fikirleri olduğunu” da söyler. Neden bir devrimci partiye ihtiyaç duyduğumuz sorusunun cevabı Marks’ın yaptığı bu iki tespit arasındaki çelişkide yatar.
Bu çelişki Marks’ın düşünce sistemindeki bir bozukluktan değil hayatın kendisinden kaynaklanmaktadır. Bu tespitlerden sadece birincisi doğru olsaydı, devrimci partiye gerek kalmazdı. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseriyse, devrimcilerin herhangi bir şey yapmasına gerek yok, evimize gidip huzur içinde o anı bekleyebiliriz. Toplumdaki egemen fikirler her zaman egemen sınıfın fikirleriyse, işçiler her- zaman kendilerini yöneten sınıfın görüşlerini kabul edeceklerdir. Bu durumda da kollarımızı bağlayıp evimizde somurtabiliriz, çünkü yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Aslında iki tespit de doğrudur. Sınıf mücadelesi her zaman sadece işçiler ve kapitalistler arasında değil aynı zamanda işçi sınıfının içinde de kendisini ifade eder. İşçiler grev gözcülüğünü kapitalistler işyerine gelip çalışmasını engellemek için yapmıyorlar. Kapitalistler hayatları boyunca zaten bir gün bile çalışmadıkları için grev sırasında da çalışmayacaklardır. Grev gözcüleri asıl olarak başka işçilerin işbaşı yapmasını önlemeye çalışmak için oradadırlar.
Militan işçiler grev gözcülüğü yaparken, daha geri unsular işbaşı yapmak isteyecektir. Toplumdaki egemen fikirler egemen sınıfın fikirleri olduğu için işçiler farklı düzeydeki sınıf bilincine sahip olmaları temelinde bölünürler. Sadece bu kadar da değil. Aynı işçi bölünmüş bir bilince de sahip olabilir. Bir işçi ücret mücadelesi sırasında çok militan olabilir. Ancak azınlık halklarına gelince milliyetçi kesilebilir. Ya da 20’ci yüzyılda yaşamasına karşın binlerce yıl öncesinin batıl inançlarına sahip olabilir.
Oportünizme ve sekterliğe karşı
Grev gözcülüğü yaptığın sırada yanındaki işçi ırkçı laflar ederse, buna üç farklı şekilde yanıt verebilirsin.
Dehşete kapılıp grev gözcülüğü yapmaktan vazgeçerek çekip gidebilirsin. Ancak bu sekterliktir çünkü işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseriyse grev gözcülüğü yapman gerekir.
Diğer seçenek de ırkçı lafları duymazlıktan gelmek, sorunun üzerinden atlamaktır. Bu da oportünizm, yani fırsatçılıktır.
Üçüncü ve doğru tavır ise o işçiyle ırkçılığa karşı kıran kırana tartışmaktır. Çünkü ırkçılık egemen sınıfın fikirlerini temsil eder. İkna edebilirsen ne alâ, ama edemezsen de grev gözcülüğüne devam eder, grev kırıcıları fabrika kapısına dayandığı zaman o işçiyle omuz omuza durursun; çünkü işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.
İşçi sınıfının üniversitesidir
Burjuva devriminden yirmi yıl önce burjuvazinin devrimci partisi yoktu. Burjuva devriminin mimarları olan Jakobenler 1789 Fransız Devrimi sırasında ortaya çıktılar. Peki biz neden şimdiden başlamak zorundayız? Kapitalistler devrimden önce de zengindiler. Soylulara “Tamam sen topraklara sahipsin ama ben de paraya, bankalara sahibim. İflas ettiğinde kendini nasıl koruyacaksın” diyebildiler. Bizim durumumuz bundan çok farklı. Biz burjuvaziye dönüp “senin LASSA’n Arçelik’in varsa bizim de bir çift ayakkabımız var” mı diyeceğiz.
Burjuvazi fikirsel düzeyde de soylu sınıftan bağımsızdı. Kapitalistler soylulara dönüp “sizin rahipleriniz varsa bizim profesörlerimiz var; sizin İncil’iniz varsa bizim de Ansiklopedi’miz var. Çekilin yolumuzdan” diyebildiler. Hatta burjuvazi soyluluktan etkilenmek bir yana fikirsel olarak soyluluğu etkisi altına almıştı. Oysa sosyalist gazetelerden etkilenen kapitalist olduğunu pek sanmıyorum. Ancak milyonlarca işçi boyalı basınla yayılan egemen fikirlerden etkileniyorlar.
Burjuvazinin devrimci partisi devrim sırasında ortaya çıkabildi, çünkü onların hazırlık yapmalarına gerek yoktu; kendilerine güveniyorlardı. Burjuvazi bağımsız ve güçlüydü. Biz ise ezilen, toplumu yönetme deneyimi olmayan bir sınıfın üyeleriyiz. Kapitalistler sadece maddi üretim araçlarına değil aynı zamanda zihinsel üretim araçlarına da sahipler. Bu nedenlerle devrimci partiye ihtiyacımız var. Devrimci parti işçi sınıfının üniversitesidir.
Marks komünistlerin işçi sınıfının uluslararası ve tarihsel deneyimlerinin genelleştirmesi gerektiğini anlatır. Biz sadece birey olarak elde ettiğimiz deneyimlerden öğrenmiyoruz. Kendi deneyimlerimiz çok küçük. İşçi sınıfının bütün deneyimini genelleştirmek için de devrimci partiye ihtiyacımız var. Paris Komünü sırasında ben orada değildim. Devrimci parti olmaksızın ben Paris Komünü ve onun derslerini öğrenemezdim. Troçki bu nedenle, “devrimci parti işçi sınıfının hafızadır” der.
Üç tür işçi partisi
İşçi partileri devrimci, reformist ve merkeziyetçi olarak üç grupta toplanır. Komünist Manifesto devrimci partinin doğasını şöyle tarif eder:
Komünistler diğer işçi partilerinden iki önemli özelliği ile ayrılır:
İkinci tür işçi partileri de reformist partidir. Lenin 1920’de Komünist Enternasyonalin ikinci kongresinde İngiliz İşçi Partisi’ni “kapitalist işçi partisi” olarak tanımladı. Çünkü reformist partiler kapitalizmden kopamazlar ama aynı zamanda işçi sınıfının kapitalizme direnme güdüsünü ifade ederler.
Üçünü tür işçi partileri devrimci ve reformist partiler arasında kalan merkezci partidir. En önemli özelliği sorunların üstünü örtmesi, yalpa yapmasıdır. Ne reformisttir ne de devrimci. İkisi arasında zigzag yapar. Devrimci partinin de reformistlerin de tarihsel bir devamlılığı vardır. Merkezci partilerde ise bir devamlılık yoktur. 1936’da İspanya’da POUM’un 40 bin üyesi vardı. Bugün ise sadece tarih sayfalarında yer alıyorlar. Alman şemsiye partisi SAP’ın hikayesi de aynı. Oluşumunda komünist KPD’den, sosyal demokrat SPD’nin pasifist kanadından, sağdan ve birçok diğer oluşumdan gelen unsurlar vardı. 1930’ların başında hayli büyük bir partiydi. Bugün ise SAP’tan bir eser yok.
Türkiye’de de ÖDP merkezci bir partidir. Reform ile devrim arasında yalpa yapan ama uzun vadede ortadan kaybolacak merkezci parti geleneği içinde yer alır.
Hem öğretmen hem öğrenci
Devrimci parti geçmişin bütün deneyimlerine dayanarak işçi sınıfına öncülük etmelidir. Yani işçi sınıfına öğretmelidir. Peki ama öğretmene kim öğretir? İşçi sınıfının da bize öğrete
bileceğim anlamak son derece önemlidir. Tarihteki en güçlü fikirler işçilerden gelmiştir.
Marks 1848’de yazdığı Komünist Manifesto’da işçi devletine yani proletarya diktatörlüğüne olan ihtiyaçtan bahseder. 1871’de de işçi sınıfının kapitalist devleti devralamayacağını, kapitalist devletin bütün hiyerarşik yapılanmalarının yıkılıp yerine düzenli ordu ve bürokrasisi olmayan, bütün görevlilerin seçildiği ve ortalama işçi ücreti aldığı yepyeni bir devlet kurmak gerektiğini anlatır. Marks bu sonuçlara İngiltere kütüphanelerinde yaptığı çalışmalarla ulaşmadı. Bunları işçilerin Paris Komünü sırasında ne yaptıklarına bakarak öğrendi.
Stalinistler işçi sovyetleri teorisini Lenin’in ortaya attığını iddia ederler. Stalinist külliyata göre Lenin zaten he şeyin kaşifidir. Bu tarz dinsel bir ibadeti andırır. Oysa Lenin 1905’de, Petrograt işçileri ilk sovyeti kurduktan dört gün sonra “bu da neyin nesi” diye yazmıştır.
Mücadele sırasında işçiler yeni örgütlere ihtiyaç duydular. İşçiler acı dersler sonucunda tek bir fabrikada kurulan grev komitesinin devrim sırasında işe yaramadığını öğrendiler. Bütün fabrikalara yayılmış grev komitelerine gerek vardı. Bütün fabrikalardan gelen delegeler toplanmaya başladılar ve ilk sovyet doğdu. Yani işçiler yaptı, Lenin onlardan öğrendi. Devrimci parti her zaman sınıftan öğrenmek zorundadır.
Parti sınıftan ileri mi?
Genel olarak evet, öyle değilse devrimci parti olamaz. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladığında Bolşevikler savaşa karşı tutum aldıklarında işçi sınıfının çoğunluğu savaşı destekliyordu. Parti sınıftan daha ileriydi.
1917 Ağustos ve Eylülüne gelindiğinde, Lenin partinin sınıfın gerisinde kaldığını gördü. Sınıf koşarken parti nal topluyordu. Sınıfın devrimci sıçrayışına yetişmek için parti çok hızlı davranmak zorundaydı.
Devrimci parti varlığını sürdürmek için belirli rutinlere ihtiyacı duyar. Ancak bu rutinler partinin içine işler. Partinin sürekli sınıftan ileri olduğu kanısı yerleşir. Ancak işçi sınıfı harekete geçtiği zaman parti geriye düşebilir. Parti sınıfa yetişmek zorunda kalır.
Devrimciler öncü kalabilmek için sürekli sınıftan öğrenmek, sürekli öne atılmak zorundalar. Partiye yeni katılmış bir üyenin 20 yıllık üyeden daha mücadeleci davrandığı, daha iyi liderlik yaptığını sıkça görülür. 20 yıl önce ne yaptığın değil, geçen hafta ve bu hafta ne yaptığın, gelecek hafta ne yapacağın önemlidir. İşçi sınıfının mücadele tarihini çok iyi bilebilirsin ancak önemli olan bugünkü mücadele içindeki durumundur. Liderlik bankadaki para gibi değildir. Bankadaki para durduğu yerde faiz kazandırır. Liderlik, her gün yeniden kazanılmak zorundadır.
Reformistler parti üyeleri pasif ve teslimiyetçidir
Reformist parti mümkün olduğu kadar çok oy almaya çalıştığı için en düşük ortak paydaya gözünü diker. Egemen fikirlere uyum sağlar. Reformist liderler toplumdaki azınlıkların ezildiğini bilmelerine rağmen ırkçılık ve ayrımcılığa paye verirler. Devrimciler ise her türlü baskı ve ayrımcılığa karşı seslerini yükseltir ezilenlerin haklarını savunurlar. Toplumdaki geri görüşlere teslim olmaz onlarla mücadele ederler.
Bunun dışında reformist partiler son derece pasiftir. Örneğin İngiltere İşçi Partisi üyelerinin yarısı hiçbir parti faaliyetinde bulunmazlar. Sadece yüzde 10’u haftada beş ya da on saat faaliyet yürütürler. Bu pasifliğin ortasında tabi- i ki bürokratlar partiye hakim olurlar.
Demokratik Merkeziyetçilik
Devrimci partinin mücadelesinde neden demokratik merkeziyetçiliğe ihtiyacı var? İlk önce neden demokrasiye ihtiyacımız olduğuna bakalım. Bir kentten diğerine gitmek için bir otobüs ve sürücüye ihtiyaç vardır. Burada demokrasiye gerek yok, yol ve yöntem belirlidir. Ancak kapitalizmden sosyalizme giden süreci daha önce yaşamadık.
Süreçten emin değilsek işçi sınıfından öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır ve sınıf kendi mücadele deneyimleri aracılıyla bize öğretecektir. Bunun tek yolu da sınıf içinde köklere sahip olmaktır. Mücadele ile ilişkili her şey teste tabi tutulmalı, çünkü biz müneccim değiliz.
Demokrasi de tek başına her türlü derde deva değildir. Kâr oranlarında bir düşme olup olmadığını bilmek istiyorsan oylamaya gitmek anlamsız. Marks ya haklıdır ya da haksız.
Düşün, oku, karar ver.
İşçi devrimi köklü bir demokrasi olmadan gerçekleşemez. Devrim sonuç olarak işçi sınıfının egemen sınıf haline yükselmesi ve tarihteki en demokratik düzeni kurmasıdır. Kapitalist düzende her beş yılda bir sadece milletvekillerini seçeriz. İşverenleri seçme hakkımız yok, bir fabrikanın kapatılıp kapatılmayacağı konusunda oy verme hakkımız yok. Aynı şekilde ordu komutanlarını, hakimleri seçemiyoruz. İşçi devletinde ise her şey işçilerin kontrolünde olacak. Bu nedenle sosyalizm en demokratik sistemdir.
Öyleyse neden merkeziyetçiliğe ihtiyacımız var? İşçilerin deneyimleri eşitsiz ve farklıdır. Bu deneyimlerin birleştirilmesi gerekiyor. Devrimci parti içinde de üyelerin deneyimleri birbirinden farklıdır. Üyeler hem işçi sınıfının içinde bulunduğu genel havadan hem de içinde bulundukları alanın sorunlarından etkilenirler. Bu farklılaşmayı aşmak için merkeziyetçilik gereklidir. Egemen sınıf merkezileşmiştir, onun karşısına simetrik yapılanmalarla çıkamazsak asla zafere ulaşamayız.
Ben hiçbir zaman bir pasifist olmadım. Birisi bana sopa gösterirse ben daha büyük bir sopaya sahip olmalıyım. Marks’ın Kapital’inden bir alıntının saldırgan bir köpeği durduracağına da inanmıyorum. Biz sınıf düşmanımızın üstüne aynı saldırganlıkla gitmeliyiz.
Kitlesel bir devrimci parti
Devrimci partinin işçi sınıfına önderlik yapabilmesi için deneyim, bilgi ve sınıf içindeki köklerimiz yeterli değildir. Liderliğin işçi sınıfının dilini konuşarak sınıfla ilişki kurabilmesi gerekiyor. Sadece konuşan değil, hem dinleyen hem de konuşan bir liderlik gerekiyor.
Ancak bu da yeterli değil, büyük bir devrimci partiye ihtiyacımız var. Başka türlü sınıfa önderlik etmek mümkün değil. 1914’de Bolşevik Partisi’nin dört bin üyesi vardı. Şubat 1917 devriminden sonra bu sayı 23 bine, Ağustos 1917’de ise 250 bine çıktı. Bu üye sayısıyla üç milyonluk bir işçi sınıfına önderlik etmek mümkündü.
Alman Komünist Partisi’nin 1918’de dört bin üyesi vardı. Her birinin son derece savaşkan devrimciler olduğunu kabul etsek dahi bu kadar az insanın bir devrime öncülük etmeleri mümkün değildi. Her işyerinde bir tabanımız olması gerekiyor. Bunlara öncülük etmek için de büyük bir devrimci partiye gerek var.
Lenin Temmuz 1917’de Alman ajanı olmakla suçlandığında 30 bin işçinin çalıştığı Putilov fabrikasının 10 bin işçisi “Lenin’e güveniyoruz” diyerek greve çıktılar. Neden? Çünkü Putilov fabrikasında böyle bir grevi örgütleyebilecek 500 Bolşevik vardı.
Milyonlarca işçiye öncülük etmek istiyorsan sayısı yüz binlerle ölçülen bir devrimci partiye ihtiyacın var. Bu partiyi inşa etmek için de önce yüzlerce, binlerce üyeye gerek var. Yüzleri, binleri örgütle- yemezsek yüz binleri hiç örgütleyemeyiz.
Bu nedenle Marksizmi entelektüel bir beyin jimnastiği gibi algılayanlardan nefret ederim. Marksizm sınıf mücadelesi içindir. Bu mücadeleyi yürütmek için kitlesel devrimci partiyi bugünden inşa etmek her marksistin görevidir.