İkinci Enternasyonal döneminde tüm işçi hareketinin niteliği 1 Mayıs bayramının tarihinde ve kaderinde yansımasını bulmuştur.
1 Mayıs, 1889 yılında Paris’te düzenlenen Sosyalist Enternasyonal Kongresi tarafından bayram olarak kabul edildi.
1 Mayıs’ın bayram ilan edilmesinin amacı, o gün tüm ülkelerde işçilerin aynı anda yaptıkları gösterilerle, proletaryayı devrimci eylem hedefini önüne koymuş, dünya çapında tek bir merkeze ve siyasi yönelime sahip olan enternasyonal bir örgüt içinde bir araya getirecek zemini hazırlamaktı.
Paris Kongresi bahsi geçen bu kararı alarak, Enternasyonal Komünistler Birliği ve Birinci Enternasyonal’in izinden gitmiş oluyordu. İkinci Enternasyonal’in ise bu iki örgütü örnek alamayacağı daha baştan belliydi. Birinci Enternasyonal’in ardından geçen 14 yılda proletaryanın sınıf örgütleri her ülkede büyümüştü, fakat bu örgütler faaliyetlerini bulundukları ülkelerin sınırları dâhilinde birbirlerinden oldukça bağımsız bir şekilde yürütüyorlardı ve demokratik merkeziyetçilik ilkeleri temelinde enternasyonal bir birlikteliğe uyumlu değillerdi.
1 Mayıs kutlamaları bu örgütleri böyle bir birlikteliğe hazırlayacaktı. Bu nedenle slogan olarak, üretici güçlerin gelişimi tarafından belirlenen ve tüm ülkelerde işçi sınıfının geniş kesimleri arasında popüler olan sekiz saatlik işgünü talebi benimsendi.
1 Mayıs bayramına atfedilen esas görev, ekonomik bir kategori olarak işçi sınıfını kelimenin sosyolojik anlamında işçi sınıfına dönüştürme, yani tüm çıkarlarının bilincinde olan ve proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devrim için çabalayan bir sınıf yaratma sürecini kolaylaştırmaktı.
Bu bakış açısına göre, 1 Mayıs’ta en uygun eylem tarzı sosyalist devrimi destekleyen gösteriler yapmaktı. Nitekim kongredeki devrimci unsurlar istediklerini elde ettiler. Fakat işçi sınıfının o dönem geçmekte olduğu gelişme aşamasında, çoğunluk, sekiz saatlik işgünü talebinin önlerindeki görevi yerine getirmek için daha iyi bir cevap sunduğunu gördü. Her halükârda bu slogan bütün ülkelerin işçilerini birleştirebilecek nitelikteydi.
Nitekim sonrasında ortaya atılan evrensel barış sloganı da tastamam aynı rolü oynadı.
Fakat kongre önerdi, işçi hareketinin gelişiminin nesnel koşulları da icabına baktı.
1 Mayıs bayramı yavaş yavaş dünya proletaryasının mücadele aracı olmaktan çıktı ve tek tek her ülkenin işçilerinin kendi yerel çıkarları için verdikleri mücadelenin bir aracına dönüştü. Ve üçüncü sloganın atılması ile bu daha da mümkün hale geldi: Genel oy hakkı.
Çoğu ülkede 1 Mayıs ya akşamları mesai sonrası ya da müteakip ilk pazar günü kutlanıyordu. Belçika ve Avusturya gibi işçilerin 1 Mayıs’ı iş bırakarak kutladıkları yerlerde ise, kutlamalar bütün ülkelerin işçilerinin safları sıklaştırarak yekpare bir sınıf (dünya işçi sınıfı) haline dönüşmeleri davasına değil, yerel görevleri gerçekleştirme amacına hizmet ediyordu. Dolayısıyla 1 Mayıs kutlamaları söz konusu ülkenin işçilerini bir araya getirmesi bakımından ilerici sonuçları olduğu gibi, olumsuz, tutucu bir yöne de sahipti: İşçilerin durumunu belli bir devletin kaderine sıkı sıkıya bağlıyor ve böylece sosyal-yurtseverliğin gelişimi için zemin döşüyordu.
Paris Kongresi’nin önüne koyduğu görev hayata geçirilemedi. Proletaryanın tek bir merkeze ve uluslararası çapta tek bir siyasal yönelime sahip olan uluslararası devrimci eylem örgütü olarak Enternasyonal bir partinin kurulması görevi gerçekleştirilemedi. İkinci Enternasyonal birbirinden bağımsız faaliyet yürüten işçi partilerinin zayıf birliğinden başka bir şey değildi.
1 Mayıs böylece karşıtına dönüştü ve savaşla birlikte varlığı sona erdi.
İşte işçi hareketinin diyalektik gelişim sürecinin acımasız mantığının sonuçları bunlardı.
Olaylar neden bu şekilde gelişmiştir? Bunun bir daha tekrar etmeyeceğinin garantisi var mıdır? Ve buradan geleceğe dair hangi dersler çıkartılmalıdır?
Elbette 1 Mayıs bayramının başarısızlığının temel nedenini kapitalizmin o dönemki gelişiminin niteliğinde, tek tek her ülkede kapitalizmin derinlemesine gelişme sürecinde ve bu sürecin koşullandırdığı mücadele biçiminde (siyasi yönetim biçiminin demokratikleşmesi ve bunun kapitalist gelişimin ihtiyaçlarına uyarlanması mücadelesinde) aramak gerekir. Fakat kapitalizmin (ya da başka bir sistemin) gelişiminde bile iki tür eğilim vardır: Muhafazakâr eğilim ve devrimci eğilim.
Tarihsel sürecin aktif katılımcısı olan işçi sınıfı ve onun öncüsü olan sosyalist partiler bu sürecin başını çekmek, işçi hareketinin her aşamasında devrimci eğilimi muhafazakâr eğilimin karşısına çıkarmak ve ulus farkı gözetmeksizin tüm işçi sınıfının genel çıkarlarını öne sürmek ve savunmak zorundadır. İkinci Enternasyonal döneminde sosyalist partilerin yerine getirmedikleri görev tam da buydu ve bu eksiklik 1 Mayıs bayramının akıbetini doğrudan etkilemiştir.
Aydınlardan ve işçi bürokrasisinden oluşan parti şeflerinin sultası altındaki sosyalist partiler, söz konusu dönemde dikkatlerini çok yararlı parlamenter faaliyete yoğunlaştırdılar. Ama bu faaliyet özü bakımından ulusaldı, enternasyonal ya da sınıfsal nitelikte değildi. İşçi örgütleri faaliyetlerini sınıf mücadelesinin bir aracı olarak değil, başlı başına bir amaç olarak görüyorlardı. Alman sosyal-demokrasisinin 1 Mayıs bayramını müteakip pazar gününe atmak için nasıl çabaladığını hatırlamak yeterli olacaktır. Sosyal-demokratlar tek bir gösteri uğruna örnek bir parti örgütünü, parlamento faaliyetini ve sayısız zengin sendikayı tehlikeye atamayacaklarını söylüyorlardı.
İçinde bulunduğumuz dönem ise geçmiş döneme doğrudan karşıt niteliktedir. Savaşla [Birinci Dünya Savaşı] başlayan ve Rusya’daki Ekim Devrimi’yle devam eden bu dönem, proletaryanın dünya ölçeğinde doğrudan iktidar mücadelesine sahne olmaktadır.
Bu dönem niteliği bakımından, 1889 Paris Kongresi’ndeki devrimci unsurların 1 Mayıs’a kazandırmaya çalıştıkları rolü hayata geçirmeye uygundur. Bugün önümüzdeki görev Üçüncü Devrimci Enternasyonal’in kuruluşunu kolaylaştırmak ve proleter güçlerin sosyalist dünya devrimi için harekete geçirilmesi davasına hizmet etmektir.
Fakat bu büyük rolün hayata geçirilmesine yardımcı olma noktasında, geçmişin dersleri ve içinde bulunduğumuz çağın talepleri bütün ülkelerin sosyalistlerine şu görevleri güçlü bir şekilde dayatmaktadır:
1) Politikalarında köklü bir değişiklik,
2) 1 Mayıs için uygun sloganlar ortaya koymak.
İlk planda gerekli olan adımlar ise şunlardır:
1) Tüm çabalarımızı Üçüncü Devrimci Enternasyonal’in kuruluşuna yoğunlaştırmak;
2) Her ülkenin çıkarlarını uluslararası proleter hareketin genel çıkarlarına, parlamento faaliyetini de proleter kitlelerinin mücadelesinin çıkarlarına tabi kılmak.
İçinde bulunduğumuz çağda 1 Mayıs’ın esas sloganları şunlar olmalıdır:
1) Üçüncü Enternasyonal,
2) Proletarya Diktatörlüğü,
3) Dünya Sovyet Cumhuriyeti,
4) Sosyalist Devrim.
Lev Troçki, 1 Mayıs 1918
İzvestiya VTsIK, sayı 87 (351)
Çeviri: Militan.net