100 yıl önce tam da bugünlerde Rusya’da muazzam kitlesel bir hareketlilik dönemi yaşanıyordu.
1917 yılının, Rusya’da kullanılan takvime göre 23 Şubat’ında, Gregoryen takvimine göre ise 8 Mart’ında güne özel bir eylem planı yapılıyordu. Dünya Emekçi Kadınlar Günü için diğer yıllarda olduğu gibi toplantılar, yürüyüşler vb. şeylerin yapılması planlanıyordu. Çok kanlı bir biçimde devam etmekte olan Dünya Savaşı’nın kasveti ve siyasal anlamda gerginliği hemen herkesin üzerinde hissediliyor, siyasal alan savaşın yaydığı tedirgin ve gergin ruh hali tarafından domine ediliyordu. 23 Şubat eyleminin ana örgütleyicisi olan komite, sakin bir eylem olabilmesi, grev çağrısı gibi ‘radikal’ durumların oluşmaması için özen gösteriyordu.Henüz böylesi bir çatışmalı döneme girmek için uygun bir dönem olmadığı konusunda bir uzlaşı vardı, ayrıca savaş durumundaki ordunun çok sert ve kanlı bir biçimde yanıt vereceği de rahatlıkla kestirebilir bir şeydi.
Devrimin kökenleri
Kadınlar Günü eylemi öncesinde genel hava ve beklenti böyle olsa da, eylem günü pek çok kimsenin beklemediği siyasal gelişmeler yaşandı. Başını tekstil işçilerinin çektiği on binlerce işçi iş bıraktı ve çeşitli iş kollarındaki işçilere de grevle dayanışma çağrısı yaptı. Sonu gelmeyen ekmek kuyrukları, üç yıldır süren kanlı Dünya Savaşı, yoksulluk, ezilmişlik… gibi çok çeşitli nedenler bir araya gelince, herkesi etkileyen koşulların yakıcı tetikleyiciğiliyle aşağıdan yükselen bir isyan dalgası oluştu. Greve çıkanların sayısı kadın ve erkeklerden oluşan 90 bin kişilik bir kitleye ulaştı, Petersburg varoşlarında ve çeşitli yerlerde çatışmalar yaşandı. “Ekmek istiyoruz” talebi ana talepti, Rus Duma’sına doğru yürüyüşe geçen kitle son derece siyasallaşmış bir kitleydi, yalnızca bununla yetinmedi, bu ana talebin yanında otokrasiye ve savaşa karşı olduklarını da belirten pankartlar ortaya çıkmıştı, ‘ekmek’ oldukça bereketliydi…
Kadınlar Günü hareketliliğinin ve haliyle kadın eylemcilerin başını çektiği gün, herkesin tedirgin olduğu herhangi bir büyük saldırıya maruz kalmadı, gün coşkulu ve son derece politik bir biçimde kutlandı, sonrasında gelecek dalganın ilk işaretleriydi. Ertesi gün sokakların geri çekilmesi bir yana, daha da hareketlenmeye başladı, kadınların kararlı mücadelesi, mücadele içindeki herkese esaslı bir cesaret ve moral kaynağı olmuştu: Petrograd sanayi işçilerinin neredeyse yarısı (bir rapora göre 150 binden fazla, 131 işletme/fabrika) greve gitmişti, her zaman olduğu gibi sabah erken saatlerde fabrikalarına gelmiş, ancak bu sefer başka türlü bir ‘iş’e koyulmuşlardı. Fabrika alanları miting alanına dönüşmüştü ve hep birlikte kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçmişlerdi. En baştaki slogan yine “Ekmek”ti, ancak “Kahrolsun otokrasi” ve “Kahrolsun savaş” sloganları da kitlesel bir biçimde karşılık bulmuştu: Ekmek gibi ‘sıradan’ bir talep ile başlayan bir siyasal hareketin içinden, Çarlık rejimine ve rejimin bir parçası olduğu Dünya Savaşı’na karşı yönelen bir öfke patlaması yaşanmıştı, böylesi bir noktadan bu büyük siyasi noktaya gelineceği önceden kimsenin kestiremeyeceği, ancak kitle hareketinin içinde kendine zemin bulabilecek olan bir durumdu.
Kentte devasa eylemlerin üçüncü gününde Çar’dan sert bir emir geldi ve o ana değin kitlenin üzerine ateş etme konusunda ‘gönülsüz’ olan ordu bu kez ateş etmeye başladı, aralarında Bolşevik Partisi üyelerinin de olduğu 100’e yakın insan o akşam tutuklandı. İlk bakışta Çar/rejim kazanmış gibiydi, ancak ülkenin dört bir yanına yayılan huzursuzluk askerler arasında da yaygındı, askerler kendi aralarında yaptıkları tartışmalar sonrasında bir daha kitlelerin üzerine ateş açmayacağız kararı almışlardı, Çar’ın emrine uymama kararı radikal bir karardı ve bu önemli bir kırılma anına işaret ediyordu. Hatta öyle ki kışlalarını terk edip, eylemlere katılan on binlerce asker olduğu, kalanların bile Çar’ın işçilere saldırın emrini uygulamak konusunda en azından isteksiz oldukları görülmekteydi diye yazar dönemin tarihçileri. Bu koşullar altında 28 Şubat’a gelindiğinde, Çarlık rejiminin askerleri teslim olmuş ve tutuklananların tutulduğu kaleler, kan dökülmeden alınmıştı.
Kendiliğinden bir hareket
Şubat Devrimi çok uzun yılların birikimiyle oluşan siyasal öfkenin açığa çıktığı bir andır. Çarlık rejimini/Romanov hanedanlığını tarihin çöplüğüne gönderen 1917 Şubat Devrimi, en başta savaşın sebep olduğu ekonomik koşullar altında yoksul emekçilerin, ödenen bedelin paylaşımında açıkça görülen eşitsizliğe karşı topyekûn çileden çıkan bir halkın kendiliğinden isyanıydı. Devrimci süreç aynı zamanda Çarlık otokrasisi değil başka türlü bir yönetim modeli arzulayan binlerin kolektif eylemiydi. Fabrikalardan ve temsil edilmesini istenen her iş alanından her görüşe temsilcileri müthiş bir çeşitlilikle barındıran sovyetlere uzanan çoğulluk durumu bugünün dünyası için de oldukça kıymetli siyasal imkanlar sunmaktadır. Lenin, Troçki gibi Sovyet Devrim tarihinde merkezi öneme sahip isimler mücadele içinde öne çıkmış olmalarına rağmen, asıl belirleyici olan yapının ne olduğu herhangi bir şüphe yaratmayacak kadar açıktır: İşçi sınıfının kitlesel eylemliliği. Devrimci parti işçi sınıfının siyasal hareketleri karşısında onunla birlikte hareket ederek Şubat Devrimi özelinde tahtı devirmişti.
Troçki Rus Devriminin Tarihi’nde; Tony Cliff Rus Devrimi Tarihi için eşsiz bir kaynak olan Lenin seri kitaplarında ve Edward Carr üç ciltlik Bolşevik Devrimi kitaplarında, büyük Ekim Devrimi’nin bir anlamıyla habercisi olması bakımından da, Şubat Devrimini detaylı olarak ele alır ve önemini ısrarla vurgularlar. Vurgulardaki ortak nokta Şubat’ın son derece aşağıdan ve işçi sınıfının içinden yükselen bir devrimci dalga olduğudur. 100 yıl sonra bile bu vurgu hala kıymetini korumakta, işçi sınıfı içinden yükselen ‘sıradan’ tepkilerin içinde potansiyel olarak ‘büyük’ siyasal iddiaların daima barındığını göstermektedir. Dünyayı değiştirme potansiyeli de denilebilecek olan bu siyasal güç ve miras, sahip çıkılması gereken bir geçmişe olduğu kadar, aynı zamanda ondan daha çok başka türlü bir geleceğe de hitap etmektedir.
Z. Soner Dinç