Engels’in o kadar genç yaşta statükoya öfke duymasına neyin sebep olduğu belli değil. Ama dünya işçi sınıfı Engels’in o kadar genç yaşta devrimci olmayı tercih etmesi nedeniyle çok şanslı.
Şanslı çünkü Engels devrimci geleneğin oluşmasında eşsiz bir katkı yaptı. Dünyayı açıklama ve değiştirme mücadelesinin birliği olarak devrimci eylem olmadan, işçilerin bir dönem mücadelesi önceki dönemin deneyimlerinden faydalanamaz. Engels, muhtemelen dünya tarihine burnunu sokan azgınca artan yoksulluğun üstü örtülemez dehşetiyle yüz yüze gelen bir çağın unsuru olduğu için çok genç yaşta eşitsizliğe ve adaletsizliğe sürekli büyüyen bir öfke duymaya başladı. Öfke duymaya başlamasıyla, bu öfkeyi anlamlandırma çabası el ele gitti. İngiltere’de işçi sınıfını ve yoksulları saran dehşeti, salgın hastalıkları, açlığı, yoksulluğu, zamansızlığı, boş vermişliği, iş kazalarını hemen dile getirdi. Ama yine daha 24 yaşında, bu yoksulluğun, karanlığın ve eşitsizliğin içinde işçilerin sadece acı çeken bir kitle olmadıklarını, bambaşka, sınıflı toplumlar tarihinde benzeri görülmeyen bir kolektif dayanışma gücü taşıdıklarını da gördü. Dehşetin içinde umudu gören ve bu umudu kitlelerin eyleminde var olan yaratıcılığın açığa çıkmasında bulan Engels, neredeyse kendi kendine devrimci geleneğin ilk adımlarını inşa etmeye başlamıştı. Gençliğinin ilk yıllarında “Bırakın bizi, genç ve güçlü olduğumuz sürece özgürlük için savaşalım...” diyen Engels, ölene kadar özgürlük için savaşmaktan bir an bile geri durmadı.
Bu özgürlük mücadelesinin sürekliliğinin devrimci geleneğin yaratılmasındaki rolünü çok önemli. Dünyayı anlama ve dönüştürme çabasının birliği de öyle. Brüksel’de Marx’la birlikte Komünist Haberleşme Komitelerinin kuruluşunda, bu komitelerin arasındaki bağlantıların sağlanmasında görev alan Engels, Fransa’da devrimci fikirlerin yaygınlaşması için örgütlenmeye gider. 1846-1847 yıllarında Fransa’da hem Fransız işçi gruplarıyla hem de tüm ülkelerden ama en çok da Almanya’dan gelen işçi gruplarıyla bağlantı kuran Engels’in yoğun propaganda ve örgütlenme çabaları kısa sürede meyvelerini verdi. Özellikle Paris 'teki Alman işçileri arasında yaptığı propaganda çalışmalarıyla, işçi hareketi içindeki işçi sınıfının dışında yer alan akımların etkisini kırdı, Marksist teorinin gelişmesi içn çok önemli kanalları açtı, en ileri, en tartışmaya açık işçileri ve sosyalistleri bir platformda birleştirdi ve işçi sınıfının devrimci bir partisinin kurulması için gerekli koşulları yarattı. Lenin 1913 yılında, Engels’in bu yaklaşık bir yıllık faaliyetini şöyle özetliyor: "Böylece Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin temeli 67 yıl önce Paris 'te atılmış oldu.”
İşte devrimci geleneğin kuşaktan kuşağa aktarılmasında devrimci eylemin rolü burada açığa çıkıyor. Bu, bireylerin devrimci eylemi değil; bu bir kitle hareketinin çıkarlarını ifade etmeye, o harekete yardımcı olmaya çalışan ve o hareketin kendi öncülerinin eylemine yapılan bir vurgu. Böyle bir hareket hem teorik olarak güçlü olmak zorunda hem de pratik olarak işçi sınıfı hareketinin kopmaz, en ileri, en aktif parçası olmak zorunda.
Marksizmin başı iki sorunla daima dertte olageldi. Birisi milliyetçilik, diğer teoricilik! Engels’in yaşamı, bu iki eğilimin çeşitli versiyonlarının hareketin saflarının dışına atılması için verilen mücadelenin de tarihi aynı zamanda. Teori, hareketin kendisinden ve ihtiyaçlarından kopuk bir düzeyde işlenyorsa, sz konusu olan Marksist teori olamaz. Bir türlü yayınlanamayan Alman İdeolojisi hakkında Engels şunları söylerken, vurgu yaptığı tam da bu eylemden kopuk teorinin anlamsızlığı: "Biz salt yeni bilimsel sonuçları kalın kitaplar halinde 'bilgili' dünyaya fısıldamak amacını hiçbir zaman gütmüyorduk. Tam tersine, ikimiz de politik harekete çoktan girmiştik; kültürlü dünyada, özellikle Batı Almanya'da belli yandaşlarımiz ve örgütlü proletaryayla artan ilişkimiz vardı. Düşüncemizi bilimsel temele oturtmakla görevliydik; Avrupa proletaryasını ve ilk önce Alman proletaryasın görüşümüze kazanmak da bizim için çok önemliydi. Ancak ne yapacağımızı kesin olarak bilirsek işe koyulabilirdik.”
Kuşkusuz, komünizmi, "yaratılması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurduğu (uyduracağı) bir hedef” olarak değil, “bugünkü durumu ortadan kaldıran gerçek hareket” olarak adlandıran insanlar için, teorinin mistik boyutlara çekilmesine izin verilmemesi olağandır. Marx ve Engels açısından teori, özetle Marksist teori, kendilerini içinde buldukları tarihsel koşullarda hareket eden insanların deneyiminin kavramlaştırılmasıdır. İşçi sınıfının mücadelesinin teorisi, işçi sınıfının gerçekleri ısrarla açıklama, kendi mücadele deneyimlerini yeni mücadele deneyimlerine yön göstermesi açısından tutarlı bir dünya görüşü olarak ifade etmesinin aracıdır.
Devrimci eylemin sürekliliği, hareket geri çekilse de iler atılsa da devrimci mücadele deneyimlerinin yeni mücadele döneminin öncü işçi kuşaklarına aktarılması açısından hayati önem taşır.
Engels, bu eylemin her yönüne tutkuyla sarılan bir devrimciydi. 1848 Avrupa devrimler sırasında “bir çok çarpışmada ve dört meydan savaşında dövüştü.”
Engels’in, bugün işçi sınıfının mücadelesi açısından çok önemli bir katkısı daha var. Bu, Engels’in milliyetçilikle asla uzlaşmaması. Bu uzlaşmazlık, karakteristik bir özellik değil, bu, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasındaki dünya görüşünün uzlaşmaz bir şekilde farklı olmasından kaynaklanıyor.
Daha önce AltÜst dergisine yazdığım gibi; milliyetçiliğin, sadece Engels’in yaşadığı dönemde değil bugün de hemen her ülkede emekçiler üzerinde çok keskin bir etkisi var. Hatta keskin değil de mucizevi bu etkiyi tanımlamak için daha doğru bir tabir olur. Dile kolay, tüm dünyada yaklaşık 3.5 milyar insan işçilik yaparak yaşam sürmek zorunda. Yani, her gün emek gücünü ister devlet isterse özel sermaye olsun, bir patrona satması gerekiyor. 3.5 milyar insan, emek gücünü satamazsa, satabileceği ve geçimini sağlamasına yardımcı olacak başka hiçbir şeyi olmadığı için işsizliğin, açlığın korkunç baskısını hissederek yaşamak zorunda.
Yine dünya genelinde, çoğu kadın 201 milyon işsiz var. 2014 yılı raporuna göre OECD’ye üye ülkelerde işsiz sayısı 44.2 milyon. İşsizlik oranı yüzde 7.2. Avro bölgesinde ise işsizlik oranı yüzde 11.2. Dünyanın tüm ülkelerinde benzer işsizlik oranları var ve bu ülkelerdeki toplam 201 milyon işsiz, dünya genelindeki 3.5 milyar işçinin üzerinde bir basınç oluşturuyor. Ne İspanya’daki işsizle Güney Kore’deki işsiz arasında, ne de çeşitli ülkelere dağılmış bu 3.5 milyar işçi arasında, dil, din ve ten rengi dışında hiçbir farklılık yok. ABD’de de, Rusya’da da, İspanya’da da, Brezilya, Hindistan, Çin ve Türkiye’de de işçiler neredeyse tıpatıp aynı koşullara sahipler. İşçilerin zenginlik karşısındaki pozisyonları aynı. Dünya genelinde en zengin yüzde 10, toplam dünya gelirinin yaklaşık yüzde 40’ını alıyor, en fakir yüzde 10’luk nüfusun payına ise toplam gelirin sadece yüzde 2’si düşüyor! İşçilerin çalışma saatleri, uymak zorunda kaldıkları iş yasaları, sendikalaşma üzerindeki baskılar, kadın işçilerin ücretlerinin erkek işçilerin ücretlerinden düşük olması, iş yasalarının genel olarak işçilerin aleyhine uygulanması, protesto haklarının, örgütlenme özgürlüklerinin sürekli baskılanması, kuşkusuz bazı önemli farklar içerse de hemen her ülkede işçiler açısından benzerlikler gösterir.
İşte milliyetçilik bu yüzden egemen sınıflar açısından çok sihirli bir fikirdir. Birbirine benzer sınıfsal koşullarda yaşayan 3.5 milyar insanın birbirleriyle değil, sınıfsal koşullarının hiçbir şekilde benzeşmediği insanlarla aynı, neredeyse birleşik bir ruh halinde hareket etmesini sağlar. İsmet Berkan’ın yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye’nin en çok gelir elde eden insanı ayda ortalama 7 milyon kazanırken, Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası, yani milyonlarca insan ayda ortalama 1000 TL kazanıyor. Diğer bir deyişle, milliyetçilik, bir yoksulun kendisinden 7 bin kat fazla gelir elde eden bir insanla ortak çıkarlara sahip olduğunu düşünmesini sağlayan bir fikri kümelenmedir.
Engels’in milliyetçilikle asla uzlaşmamış olmasının ve daha ilk gençlik yıllarından başlayarak dünyanın tüm ezilenlerinin kaderiyle kendi kaderini birleştirmeye çabalamasının ve ölene kadar işçi sınıfının her ülkedeki örgütlenmesine yardım etmeye çalışmasının nedeni budur. Bu yüzden, “Tüm ülkelerin işçilerinin çıkarı tek ve aynı, düşmanı tek ve aynı, önlerindeki savaşım da tek ve aynıdır; işçi kitlesi doğuştan ulusal önyargılardan arınmıştır ve tüm yapısı, davranışı özünde insancıl ve milliyetçiliğe karşıdır. Yalnız işçi sınıfı milliyeti ortadan kaldırabilir ve yalnızca uyanan işçi sınıfı, çeşitli ulusların kardeşliğini sağlayabilir."
Mücadelesine yakından baktığımızda, yazdıklarını okuduğumuzda, Engels’in mirasının bugün neden güncel olduğu kavranabiliyor.
Şenol Karakaş