15-16 Haziran direnişi, kapitalizme karşı çıkarken işçi sınıfının mücadelesinin merkezi rolünün kavranması açısından önemli bir dönem noktasıdır. İşçi sınıfı sadece mücadeleciliği ve cüretkârlığıyla belirleyici olmadı 15-16 Haziran’da; bu direniş zamanda, 1960’lı yıllardan itibaren harekete geçen işçi sınıfının yasal sınırları aşan, meşruluğunu kendi özgücünde ve örgütlülüğünde bulan özgüvenini de ifade eder.
15-16 Haziran direnişi, kapitalizmin uluslararası düzeyde yarattığı çelişkilere tepki olan küresel mücadelenin bir parçasıdır. 15-16 Haziran’ı yaratan koşullar özel sektörün ülke ekonomisinde geniş bir şekilde yer almasıyla başladı. 1960’lı yıllara kadar devlet sanayide en büyük paya sahipti. Ancak 1960’lardan itibaren sanayide özel sektörün payı artmaya başladı. 540 fabrikanın 300’ü özel sektöre aitti.
Yeni bir sendikal odağa doğru
Buna paralel olarak 1960’lı yıllardan itibaren fabrikalarda çalışan işçi sayısı arttı. İşçi hareketinde gözle görülür ölçüde artışlar yaşanmaya başladı. Özellikle 1961-67 yılları arasında DİSK’in kuruluşuna yol açan, işçi hareketini şekillendiren grev ve direnişler gerçekleşti. 1961 Saraçhane Mitingi, 1963’de Kavel Grevi, 1965 Kozlu direnişi ve 1966 Paşa Bahçe grevleri; devlet güdümlü sendika olan Türk-İş’in sendikal çerçevesinin sınırlarını açığa çıkardı.
Hareketin içinde yer alan öncüler Türk-İş yönetiminin “partiler üstü siyaset dışı sendikacılık” anlayışını eleştiriyor, sendikal mücadelede yeni bir kanal açmak istiyordu. Türk-İş yönetiminin hareketin mücadeleci kesimini ihraç etmesiyle birlikte yeni bir örgütlenme ortaya çıktı ve 1967 yılında DİSK kuruldu. Hareketin içinde öncü rol oynayan DİSK’in başarıları işçi sınıfının diğer kesimlerini etkiledi ve DİSK hareket içinde sendikal bir çekim merkezi haline geldi. Pek çok fabrikanın işçileri DİSK’e katılmak için mücadele etmeye başladı.
Aynı yıllarda yaşanan grevler sınıf mücadelesinin keskinleştiğini gösteriyordu. Greve çıkan işçi sayısı, grev başına düşen ortalama işçi sayısı ve grevde kaybedilen ortalama işgünü sayısında geçmiş yıllara oranla muazzam bir artış yaşandı. Buna paralel yasadışı direniş, işgal ve gösterilerin sayısı da artmıştı. Bu eylemler işçi sınıfının kolektif davranma yeteneğini açığa çıkardı. Hareketin yükselmesiyle birlikte sendikalı işçilerin mücadele etme yeteneği gelişirken, örgütsüz işçiler de örgütlenerek sendikalı olmaya başladılar. İşçiler arasında örgütlenme bilinci ve alışkanlığı hızla gelişti.
İşçi hareketinde yeni bir mücadele dönemi
1968 yılında Derby işgaliyle sınıf mücadelesinde yeni bir dönem başladı. Derby işgalini, Altınel Pres Sanayi, Kavel Kablo, Emayetaş işgalleri izledi. 1969 Singer işgali ve Demir-Döküm işgaliyle birlikte, direnişler artık fabrikaların sınırlarını aşarak tüm bir işçi bölgesine yayılmaya başladı. Gamak işgalinde, durum polisin silahlı saldırısına kadar ilerlemişti. Alpagut işgali ve işçi denetimi hareketin hafızasında hala önemli bir yer tutar. 1970’de Alpagut Linyit işletmelerinde ve Günterm işgalinde işçiler yalnızca işgalle kalmadılar, kurdukları işyeri konseyleri aracılığıyla işyerini çalıştırmaya devam ettiler. Sungurlar işgali yıla damgasını vuran bir başka eylemdi.
Tüm bu eylemler işçi sınıfını güçlendirdi. İşçi sınıfı artık sermayenin karşısında gerçek bir tehdit oluşturuyordu. Büyük sermaye aksayan üretimden ve artan işçi ücretlerinden rahatsızlık duyuyordu. Bu nedenle patronlar DİSK’in kapatılmasını ve işçi hareketinin geriletilmesini istediler. Bu hedefle 1970’de 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik öngören iki kanun tasarısı parlamentoya sunuldu. Sendikal hakları kısıtlayan bu yasa önerilerinin hedefi DİSK’in tasfiyesi ve işçi hareketinin geriletilmesiydi.
Direniş başlıyor
İşçi sınıfı bu saldırıya karşı net bir yanıt verdi. DİSK’in geniş katılımlı temsilciler kurulu kararı sonucunda 15 Haziran günü İstanbul’un üç noktasından merkeze doğru yüründü. Gebze, Silahtarağa ve Levent yönlerinden başlayan yürüyüşler yol boyu büyüdü. 15 Haziran’da DİSK’li işçilere , Türk-İş’e üye işçiler de katıldı. 16 Haziran’da eyleme katılan Türk-İş’li işçilerin sayısı çoğunluğu oluşturdu. 15-16 Haziran direnişine katılan 168 işyerinin 121’inde Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçiler çoğunluktaydı. Fabrika, fabrika, biriktire, biriktire büyüyen yürüyüş hareketin önündeki başta sendikal bürokrasi olmak üzere her türlü engeli aşarak ilerliyordu.
15-16 Haziran işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesinin ne kadar sarsıcı ve yıkıcı bir güce sahip olduğunu ortaya koydu. 15-16 Haziran direnişi işçi hareketinin doruk noktası, aynı zamanda da geri çekilmenin başlangıcı oldu. Hareket bu eylemlerle siyasal alana sıçradı. Hareketin talepleri yasalara ve parlamentoya yönelik başlayan eylemler fiili mücadeleyle yasal sınırları aşarak sokaklara taştı. Fabrikalar, sokaklarla, sokaklar, fabrikalarla birleşti. O güne kadar tek tek işyerleri düzeyinde sürdürülen mücadele işyerlerini aşarak genelleşti. Onlarca fabrika, on binlerce işçi birlikte eyleme çıktı. İşçi sınıfı kavganın içinde sınıf kimliğini açığa çıkardı ve toplumsal bir güç olduğunun bilincine vardı.
15-16 Haziran direnişinin dersleri
15-16 Haziran genel direnişi yıllara yayılan pek çok grevin, direnişin ve mücadelenin ürünü olarak kendiliğinden bir patlamaydı. Hareket içinde öncülerin varlığı bu durumu değiştirmemekte. Hareketin içinde yer alan daha bilinçli ve daha örgütlü unsurlar hareketi ileriye çektiler. Ancak kitlelerin güvenini kazanmış siyasi bir odağın olmadığı koşullarda bu tip öncüler hareketin üzerinde belirleyici bir rol oynayamadılar. İşçiler haklı olarak kendi örgütleri olarak gördükleri DİSK’i savunmak için büyük bir mücadele ve direniş sergilediler. Ancak hareket aynı DİSK önderliği tarafından denetim altına alındı ve İstanbul’da sıkıyönetim ilanı ardından işçilere eylemlerin son verilmesi çağrısı yapıldı.
Öte yandan sınıf mücadelesinin geldiği aşama ve hareketin ihtiyacı yeni bir sendikal odağa ihtiyaç duydu. DİSK tam da bu koşullarda ortaya çıktı. DİSK’in mücadeleci çizgisi geniş işçi kitleleri içinde çekim merkezi haline geldi. Öte yandan DİSK’in önderliği reformist bir çizgide olmasına rağmen egemen sınıf açısından ciddi bir tehdit oluşturdu. Bugün sendikaların mücadeleden uzak durması karşısında yeni ya da farklı işçi örgütlenmeleri yaratmaya çalışmak işçi sınıfının örgütlü kesimlerini sendika bürokratlarının insafına bırakmak anlamına geliyor. Dahası hükümetin peş peşe işçi düşmanı yasalarla saldırdığı, sınıfın geniş kesimlerinin örgütsüzlüğü koşullarında sendikal örgütlenmenin gerekliliği fikrini sınıfın geniş örgütsüz kesimleri nezdinde gözden düşürmek anlamına geliyor ki, bu en çok patronların işine yaramakta.
15-16 Haziran direnişleri birleşen işçilerin kazanabileceğini, bugün yapay olarak konfederasyonlara bölünmüş işçi sınıfının birleşmesinin gerekli ve mümkün olduğunu göstermekte. Öte yandan sendikalaşma mücadelesinin hız kazanmasına yardımcı olmak ve hareketin öncülerinin güvenini kazanan siyasal bir odağı oluşturmak sosyalistlerin en acil görevleri arasında.