Malcolm X, şiddet, yoksulluk ve ırkçılığa bulanmış bir hayata gözlerini açtı. Bununla beraber, baskıya ve emperyalizme karşı mücadelenin en önemli liderlerinden biri hâline geldi.
Malcolm X, 21 Şubat 1965’te New York Harlem’de politik bir buluşmada konuşmaya hazırlanırken bir suikast sonucu öldürüldü. Tüm ABD düzeni, rahat bir nefes aldı. Onun ölümünün ertesi günü, The New York Times’ın başyazısı şöyleydi:
“Şiddete olan acımasız ve fanatik inancı, onu yalnızca sivil haklar hareketinin sorumlu liderlerinden ayrı düşürmedi, aynı zamanda kötü bir şöhrete sahip olmasına ve yine bir şiddet olayıyla sınırının belirlenmesine neden oldu. Malcolm X’in hayatı tuhaf ve acıklı bir şekilde çarpıktı. Dün, onun yarattığı karanlıktan biri ortaya çıktı ve onu öldürdü.”
Böyle anılmasının nedeni, Malcolm’un ölümünden önceki 6 yıllık süreçte, parmak ısırtacak derecede etkileyicilikle, ABD’deki ırkçılığa, emperyalizme ve kapitalizme uzlaşmaz bir direnişi ifade ediyor olmasıydı. Onun sözleri, toplumun en ezilmiş kesimlerinin hislerini çok iyi yakalıyordu, çünkü o da onların arasından çıkmıştı ve tepedekileri korkutuyordu.
Malcolm Little, 1925’te Omaha-Nebraska’da doğdu. Otobiyografisinde, babasının 6 kardeşinden 4’ünü nasıl şiddet sonucu kaybettiğini, bir tanesi linç edilme olmak üzere 3’ünün beyazlar tarafından nasıl öldürüldüğünü tarif ediyordu.
Irkçılar, 1929’da Malcolm’un evine saldırdılar. Polis, babası Earl Little’ı bilerek yangın çıkarmakla suçlamayı denedi. Earl, Marcur Garvey liderliğindeki radikal bir siyah hareketinin takipçilerindendi ve 1931’de –muhtemelen ırkçılar tarafından- öldürüldü.
Ekonomik bunalımın vurduğu Amerika’da 8 çocuk yetiştirmenin gerginliği, Malcolm’un annesini çok zorladı. 1939’da bir akıl hastanesine yatırıldı.
İkinci Dünya Savaşı başladığı sırada, Malcolm üvey kızkardeşi ile yaşamak üzere Boston’a taşındı. O dönemde, yüz binlerce başka siyah da Orta-Batı’nın ve güneyin köylerinden, sanayinin aşırı silah üretimi üzerinden büyüdüğü kuzey şehirlerine göç etmişti.
Malcolm gibi çok sayıda kişi, kendilerini uçlara itilmiş buldu. Geleceği olmayan bir işi (örneğin ayakkabı boyacılığı) bir diğeri izliyordu ve sonunda küçük suçların içine çekildi. 1946’da hırsızlık sebebiyle hapse girdi.
Malcolm hapishanedeyken, 1948 sonu veya 1949 başlarında İslam Milleti adlı örgüte katıldı. İslam Milleti veya “Siyah Müslümanlar”, 1930’da kurulmuştu ve Elijah Muhammed tarafından yönetiliyordu.
İslam Milleti’ne katılan mühtediler, soyadlarını, atalarından köle sahipleri tarafından alınan soyisimlerinin bilinmezliğine işaret etmek için X olarak değiştirirlerdi.
Bu örgütün resmi fikirleri en iyi “alışılagelmişin dışında” olarak tarif edilebilir. İslam’ın bazı elementlerini almışlardı, ancak beyaz insanların 6 bin yıl önce siyah bir bilim insanının yaptığı garip bir genetik deneyin ürünü olduğunu ileri sürüyorlardı. Onlara göre, siyahların kurtuluşu, beyazlardan tamamen ayrılmaktan ve İslam Milleti’nin yolunu takip etmekten geçiyordu.
İnsanları çeken ise bunlar değil, siyahları aşağı gören fikri cüretkârca reddetmeleriydi. 1950’lerin başında İslam Milleti’nin üye sayısı birkaç yüzdü. Bundan 10 yıl sonra ise 100 bine ulaşmıştı.
Güneyde hukuki ırk ayrımcılığına karşı hareket, sivil haklar hareketi patlarken, İslam Milleti de kuzeyde siyahların yaşadığı gettolarda güçlendi.
Irkçılık
Malcolm, 1959’da bir TV belgeseli için röportaj verdiğinde, örgütün en çok tanınan sözcüsü hâline gelmişti. Irkçılığa karşı bazı mütevazi hukuki karşı çıkışlar sorulduğunda şöyle yanıt veriyordu: “Birisi sırtımı 9 inç derinliğinde bıçakladıktan sonra bunun 6 inçini geri çıkardığında bana bir iyilik yapmış olmuyor. Beni en baştan hiç bıçaklamamalılardı.”
İki hafta içinde gazetelerin ön sayfalarına sıçradı ve anında “tersten ırkçılık” yapmakla suçlandı. Sivil haklar hareketine sempati duyan yorumcular dahi Malcolm’un, beyazların üstünlüğünü savunanlar kadar şeytani olduğunu söylüyorlardı.
Ama ırkçılığa verilen bir yanıt, kafa karışıklığı içerse de, ırkçılığın kendisiyle aynı şey değildir. Daha sonradan Malcolm’un dediği gibi: “Eğer beyazların şiddetine şiddetle tepki verirsek, buna siyah ırkçılığı denmez. Eğer benim için gelir ve boynuma ip dolarsanız, ben de sizi bunun için asarsam, ırkçılık değildir. Sizin yaptığınız ırkçılıktır ama benim yaptığımın ırkçılıkla bir ilgisi yokur”.
İslam Milleti’nin en büyük problemi ise tepki vermemesiydi. Irkçılığa karşı büyüyen hareketle ilişkilenmeyi reddettiler. Sivil haklar hareketine, özellikle beyaz ırkçılık karşıtlarıyla birlikte davrandıkları için saldırdılar.
Kamuoyunda, Malcolm, İslam Milleti’nin politik hattına bağlıydı. Onunla ilgili yapılan harika bir filmde yer alan bir sahnede, beyaz bir öğrenci ona ırkçılıkla mücadele etmek için ne yapabileceğini sorduğunda, “Hiçbir şey yapamazsın” diye yanıt veriyordu. Daha sonra, bunun hayatında yaptığı en kötü hatalardan biri olduğunu söyleyecekti.
1960’ların başında, Malcolm farklı bir yöne kaymaya başlamıştı. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: “Kendi içimde, eğer eylemlerle daha fazla ilişkilenirsek, İslam Milleti’mizin Amerika’daki siyahların mücadelesinin bütününde daha da etkili bir güç olabileceğine ikna olmuştum.”
Nisan 1962’de Los Angeles polisi 7 siyah müslümanı vurduğunda, Malcolm ülke çapında bir kampanya başlatmak istemişti. “Bu kez bir Müslüman camisiydi.. Bir sonrakinde Protestan kilisesi, Katolik katedrali veya Yahudi sinagogu olabilir” diyordu.
Örgütün lideri Elijah Muhammed, kampanyayı baltaladı. Ertesi yıl ise Malcolm ile yolları ayrıldı.
Aralık 1963’teki bir toplantıda, Malcolm’e, bir hafta öncesinde suikast sonucu öldürülen başkan John F Kennedy ile ilgili ne düşündüğü soruldu. Radikal retoriğine rağmen, İslam Milleti üyelerine ölen başkanı eleştirmeme talimatı vermişti. John F Kennedy, ABD’nin Vietnam’a askeri yığınağını başlatan ve sivil haklar hareketini evcilleştirmeye çalışan bir liderdi.
Malcolm ise Kennedy’nin öldürülmesi hakkında şöyle dedi:
“Tavuklar tünemek için evlerine döndüler. Eski bir çiftçi çocuğu olarak, tünemek için eve gelen tavuklar beni hiçbir zaman üzmemiştir, hep memnun etmişlerdir.” İslam Milleti, ona yasak getirdi. O da 1964 Mart’ında örgütten ayrıldı.
Artık istediği gibi konuşmakta özgürdü. Irkçılık karşıtı hareketin ve sömürgeciliğe karşı mücadelenin onun üzerinde büyük etkisi oldu ve sivil haklar hareketinin genç siyah aktivistleri içinde gitgide daha büyük bir kitleye hitap ediyordu.
Sonraki 11 ay boyunca Ortadoğu ve Afrika’ya gitti ve ABD’nin birçok yerinde toplantılarda konuştu. Fikirleri daha da radikalleşti. Mekke’de ortodoks İslam’ı kabul etti. ABD’ye döndüğünde yeni bir örgüt kurdu ve şöyle dedi:
“Müslüman olduğumuz ve dinimizin İslam olduğu doğrudur. Ama dinimizi ekonomimizle ve politikamızla karıştırmıyoruz – artık yapmıyoruz.”
“Toplumumuza acı veren şeytanları ortadan kaldırmak için herkesle, her yerde ve her şekilde bir araya geliriz.”
Afrika’da sömürgecilik karşıtı hareketin galip liderlerinden bazıları ile tanıştı. Öldürülmesinden birkaç hafta önce, Gana’nın Cezayirli büyükelçisi ile yaptığı bir konuşmadan bahsetmişti. Büyükelçi’den ‘son derece militan ve gerçek dünya algısında olan bir devrimci’ olarak bahsetmişti.
Malcolm ona, felsefesinin “siyah milliyetçiliği” olduğunu söylemiş. Ama bu bir beyaz olarak büyükelçiyi nereye koyuyor?
Malcolm şöyle devam ediyor: “Bu Fas, Mısır, Irak ve Moritanya devrimcilerini nereye koyuyor? Bu nedenle çok daha fazla kafa yormalı ve siyah milliyetçiliği tanımımı yeniden yapmalıyım.”
Hemen hemen aynı zamanlarda şöyle söylemişti: “Samimi, iyi niyetli, iyi beyazlara karşı bir şey demiyorum. Tüm beyazların ırkçı olmadığını öğrendim.”
Hayatının son yılında, Malcolm dünyadaki farklı mücadeleler arasındaki ilişkiyi görmeye başlamıştı. Şöyle diyordu: “Devrimler çağında yaşıyoruz ve Amerikan zencilerinin isyanı da bu ayaklanmanın bir parçası. Bugün, ezenlerin karşısında ezilenlerin, sömürenlerin karşısında sömürülenlerin küresel mücadelesini görüyoruz.”
Ve sağlam bir antikapitalist hâline geldi: “Bana bir kapitalist göster, ben de sana bir kan emici göstereyim” ve “ırkçılık olmadan kapitalizm olmaz” diyordu.
Ekliyordu: “Eğer ırkçı olmadıklarına sizi ikna edebilen insanlara rastlarsanız, bunlar genellikle sosyalisttir.”
Malcolm X bir sosyalist olmadı. Ama o bir devrimciydi ve bu, ezilenlerle sömürülenlerin onları baskılayan sistemi nasıl yıkabileceklerini düşünmek demekti.
“Bıkmış beyazlar var, bıkmış siyahlar var. Zamanı geldiğinde bu düzenden bıkmış olan beyazlar, bıkmış olan siyahlarla düzgün bir iletişimi nasıl sağlayacaklarını öğrendiklerinde ve birlikte hareket etmeye başladıklarında; bir şeyleri değiştirecekler. Bunun için ikisine de ve ikisinin sahip olduğu her şeye de ihtiyaç var.”
Malcolm X, böyle bir birliğin çok önemli olduğunu ama bu birliği elde etmenin çok zor olduğunu düşünüyordu. İlk adımın militan bir siyah örgüt kurmak olduğunu ileri sürüyordu.
1960 sonlarındaki Vietnam savaşına oluşan savaş karşıtı hareket ve siyah gettoalarındaki ayaklanmalar, beyaz ve siyahların bir araya gelmesinin ve her iki grubu da içeren bir devrimci örgütün kurulmasının mükün olduğunu gösterdi.
Yaşasaydı ve bunlara şahit olsaydı, Malcolm’un fikirleri değişir miydi, bilemeyiz. Aydınlanmış elitlerin ırkçılığı ortadan kaldıracak reformlar yapabileceğine hiç inanmadığını biliyoruz.
Malcolm X diyordu ki, “Bir tavuğun ördek yumurtası yumurtlaması imkansızdır. Yalnızca üretim için yapılmış özel sistem paralelinde üretim yapılabilir, yumurtlayabilir. Bu ülkedeki sistem Afro-Amerikalıların özgürleşmesini sağlayamaz. Bu sistemde, bu ekonomik sistemde, bu politik sistemde, bu sosyal sistemde, sistemin bu döneminde bunun olması mümkün değildir.”
Bu nedenle, “hangi yol gerekliyse” onu kullanarak bu sistemle mücadele etmeniz gerekir.