Tarih konusu sosyalistler için önemlidir. Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı anmalarını saran ideolojik saldırıdan, tarihin egemen sınıf için bir mücadele alanı olduğunu görmek son derece kolay.
Egemenler tarihe bir dizi sebepten ihtiyaç duyar. Bunlardan biri sıradan insanları, dünyanın düzeninin hep böyle olduğuna ve değiştirilemeyeceğine inandırmak için geçmişi bir gizem perdesinin arkasına gizlemektir. Tarihin okullarda çoğu zaman öğretiliş şekli, bize tek yapmamız gerekenin hangi kralın ne zaman tahtta olduğunu bilmek olduğunu düşündürür. Egemen sınıf için önemli olan bir dizi tarih ve olayı ezberlememiz istenir. Bu şekliyle tarih sadece birbiri ardına gerçekleşen bir olaylar zincirinden ibarettir. Ortada genel bir yapı veya süreç yoktur. Sonuç olarak, bu şekilde geçmişte olanları betimleyebilir ama onları açıklayamayız.
Alman devrimci Karl Marx, buna karşı çıkarak, insanlık tarihinin materyalist bir açıklamasının geliştirilmesine katkıda bulundu. Tarih konusundaki Marksist yaklaşım, genellikle tarihsel materyalizm olarak adlandırılır. Bu yaklaşımın başlangıç noktası, bir toplumu farklı şekillerde örgütlemenin mümkün olmasıdır ve bu yaklaşım insan emeğinin oynadığı merkezi rolü temel alır.
Marksistler, tarihin bir olaylar dizisinden başka bir şey olmadığı görüşünü reddederler. Bugün Britanya’da aşina olduğumuz endüstriyel kapitalizm, daha önce içinde yaşanan feodal toplumdan çok farklıdır. Bu farklılığın kökeninde, insan emeğinin bu toplumlardaki çok farklı örgütlenme biçimleri yatar. İlk çağlardan beri insanlar emek güçlerini yiyecek, sıcaklık ve sığınak bulmak için kullanmışlardır. Feodal dönemlerde insanlar bir mülk sahibinin emrinde çalışıyorlardı. Şimdi ise insanların çoğu maaşlarını kazanmak için bir işverenin yönetiminde çalışıyor.
Bir insan toplumunun mal veya hizmet üretme yeteneği veya kapasitesi, üretici güçler olarak bilinir. Üreten insanların örgütlenme şekli ise üretim ilişkileridir. Eğer bir toplumdaki emek süreçlerini anlarsak, bu toplumun bir bütün olarak nasıl işlediğini anlayabiliriz. Marx bunu “tüm toplumsal yapının gizli temeli” olarak adlandırmıştı. Ancak bu sadece başlangıç noktasıdır. Toplumların dini pratikler, kültürel normlar, insanların giydiği kıyafetlerin veya yedikleri yemeklerin çeşitleri gibi doğrudan emek sürecinden çıkarılamayacak farklı özellikleri vardır.
Her dönemde belirli bir tip toplum yapısı, en etkili örgütlenme hali olmaktan çıkar ve onun yerini yeni bir toplumsal yapı alır. Üretim güçleriyle üretim ilişkileriyle arasında bir çatışma, bir çelişki ortaya çıkar. Tarihi ilerlemesini sağlayan da bu çatışmalardan doğan altüst oluşlardır. Bir toplum biçimi diğeriyle çatışmaya başladığında savaşlar ve devrimler başlayabilir. Avrupa’nın çoğunda feodalizmden kapitalizme olan geçiş bu tür bir çatışma sonucunda yaşanan değişimin bir örneğidir. Günümüzde ise kapitalizm hiç olmadığı kadar çok insanın işçi sınıfı saflarına katılmasını sağlıyor. Bu sınıfın birleşme, kapitalizmi yıkma ve yeni bir tür toplum yaratma potansiyeli var.
Marx’ın söylediği gibi “insanlar kendi tarihlerini yaparlar, ama kendi seçtikleri koşullarda değil.” Tarihe bir tesadüfi olaylar dizisi olarak mı yoksa daha büyük süreçlerin işlediği bir olgu olarak mı baktığınız, dünyayı değiştirebileceğinizi düşünüp düşünmemenizi etkiler. Egemen sınıf bir toplumda üretimin örgütlenme şeklinin önemini yok sayar. Onların tarih anlayışında asıl önemli olanlar siyasetçilerin ülkelerine etkili bir şekilde liderlik edip etmediği veya kralların ve kraliçelerin yaşamlarının detaylarıdır. Bir kralın kaç karısı olduğunu veya ne giydiklerini öğrenebiliriz. Daha geniş kapsamlı olan, kralların ve kraliçelerin nasıl ortaya çıktığı konusunun üzerinde ise daha az durulur.
Bize insanların her zaman az sayıda zenginin yönettiği ve geri kalan herkesin aşağıda emek sarf ettiği tür toplumlarda yaşadığımız anlatılır. Egemenler kendi toplumun tepesinde olan mevkilerini meşrulaştırmak için, işlerin başka türlü olamayacağını anlatırlar. En eski tarihsel kayıtlardan biri, kâtipler tarafından oluşturulan ve Mısırlı firavunları anlatan Kral Listeleri'dir. Bunlar kralların sözde kahramanca eylemlerini ve onların atalarını anlatan kayıtlardan başka bir şey değildir. Bu kayıtlar piramitleri inşa etmek için işe alınan binlerce işçiyi tamamen dışarıda bırakarak bir azınlığa odaklanır. Egemen sınıf tarihin üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurarak kendi fikirlerinin toplumdaki egemen fikirler olarak kalmasını sağlamaya çalışır.
Egemen sınıfın insanların tarih bilincine kendi başına ulaşmasını ve onu anlamasını engellemeye çalıştığı pek çok örnek vardır. Almanya’da Naziler iktidara geldiklerinde “huzur bozucu” olarak gördükleri kitapları yaktılar. Bu kitapların arasında teorik fizikçi Albert Einstein’ın, psikanalist Sigmund Freud’un, yazar Franz Kafka’nın ve Karl Marx’ın kitapları da vardı. Bu, egemen sınıfın halkın fikirlere ulaşmasını engellemesinin uç bir örneğidir.
Geçmişi, toplumun gelişimini ve onu nasıl değiştireceğini anlamak aynı mücadelenin birer parçasıdır. Bazı yazarlar ezenlerin yerine ezilenlerin bakış açısıyla yazılmış tarihler yazarak dengeyi sağlamaya çalışırlar. Bunlar aşağıdan tarihler olarak adlandırılır. Bu tarihçiler “Toplumdaki en yoksullar açısından hayat nasıldı? Kadınlar nasıl bir rol oynuyordu? Kimler dışarıda bırakıldı ve biz onların hikâyelerini nasıl anlatabiliriz?” gibi sorular sorarlar. Tarih boyunca sıradan insanların hayatının neye benzediğini öğrenmek önemlidir. Ancak bu kayıtlar, onlarının rolünün daha kapsamlı bir açıklamasına erişmek yerine, yalnızca insanların hayatını tasvir etmekle sonuçlanabilir. Onlarda insanlar siyasi aktörler yerine içinde bulundukları koşulların kurbanı olarak resmedilebilirler. En iyi tarihçiler yalnızca insanların hayat koşullarını tasvir etmekle yetinmez aynı zamanda onların bu koşulları değiştirmek için harekete geçtiklerine de işaret ederler. Bugün mücadele edenler geçmişteki mücadeleleri bilmelidirler. Tarihsel materyalizm bize içinde yaşadığımız dünyanın nasıl oluştuğunu ve daha önemlisi onu nasıl değiştireceğimiz bilgisini sunuyor.
Camilla Royle