İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından ve teorisyenlerinden biri olan Antonio Gramsci, 86 yıl önce 27 Nisan 1937’de hayatını kaybetti.
1926-1933 yılları arasında faşist İtalya’nın hapishanelerinde tutsak kalmış ve sağlığı bir daha düzelememişti. Gramsci, tıpkı hapishane öncesinde olduğu gibi tutsakken de sosyalist devrim için düşünmekten bir an bile vazgeçmemiş, kendisini mahkûm ederken “bu beynin çalışmasını en az 20 yıl durdurmalıyız” diyen savcının hayallerini boşa çıkarmış, devrimci sosyalizme önemli bir miras bırakmıştı.
Sardunya’dan işçi sınıfının merkezi Torino’ya
Gramsci, İtalya’nın güneyindeki Sardunya adasında doğmuştu. Güneyli olmak İtalya’da öteki olmak anlamına geliyordu. Farklı bir lehçe konuşan Güney, İtalya’nın en yoksul bölgesiydi. Çoğunlukla köylü nüfustan oluşan Güney’de ağır vergiler uygulanmaktaydı ve toprak sahiplerinin egemenliği vardı.
Kuzey’den bariz biçimde farklı olan Güney’in Sardunya’sında büyüyen Gramsci, politik yaşamına bir Sardunya milliyetçisi olarak başladı. Üniversite için sanayileşmiş olan Kuzey’e, işçi sınıfının merkezi olan Torino’ya gidişi hayatında büyük bir değişim yarattı. İşçi sınıfı ile tanışan Gramsci kısa sürede Sardunya milliyetçiliğinden koparak Marksizme ilgi duymaya başladı ve İtalyan Sosyalist Partisi’nin (PSI) militanlarından biri hâline geldi. Güney sorunu, Gramsci’nin hayatı boyunca düşüncesini ve eylemini şekillendiren ana hatlardan biri olmaya devam etti. Kuzeyli proletarya ile Güneyli köylülük arasında proletarya önderliğinde bir ittifak savunması Gramsci’nin daha sonra adının hep beraber anılacağı hegemonya kavrayışını geliştirmesinin en temel motivasyonlarından biriydi.
1914’te Torino’da bir yandan üniversite öğrenciliği bir yandan da sosyalist gazetecilik yapan Gramsci, 1917 yılında Rusya’da patlak veren Ekim Devrimi’ni “Kapital’e Karşı Devrim” olarak selamladı. Bu, Gramsci’nin daha sonradan da geliştirmeye devam edeceği düşünce çizgisinin ikinci ana hattını ortaya koyuyordu. Dönemin sosyal demokrat ve sosyalist partilerinden oluşan II. Enternasyonal’in (Gramsci’nin üyesi olduğu PSI de bunlardan biriydi) Marx’ın Kapital’ini donuklaştıran mekanik materyalizm anlayışına karşı Gramsci, pratiğe çubuğu büküyordu. Mayıs 1918’de “Bizim Marx” başlığıyla yazdığı makalede Marksizmi mekanik bir kurallar bütünü olarak ele alan anlayışa saldırısını sürdürdü: “Karl Marx, bizim için, değneğini sallayan bir çoban değil, manevi ve ahlaki yaşamın bir ustasıdır. Zihinsel tembelliğin düşmanıdır, uyuklayan ve kıran kırana bir kavga için uyanması gereken büyük enerjiyi ayağa kaldıran kişidir”.
İki kızıl yıl
Gramsci’nin II. Enternasyonal’e dönük eleştirileri sadece teorik bir duruşu ifade etmiyordu. Ekim Devirimi’ni coşkuyla karşılayan Gramsci, Rusya’da iktidarı ele geçiren işçi konseylerinin (sovyetler) bir benzerini arıyordu. 1919’da Gramsci, arkadaşları Togliatti, Terracini ve Tasca ile birlikte L’Ordine Nuovo (Yeni Düzen) gazetesini çıkarmaya başladı. Bu gazete iç komisyonların Rusya’daki Sovyetler gibi örgütlenerek hem üretimi hem de yönetimi aşağıdan bir şekilde ele almalarını savunan bir çizgi izliyordu. Bu dönemde PSI içinde Maksimalistler adı verilen II. Enternasyonal’e yakın merkez grubu, reformistler ve Amadeo Bordiga etrafındaki sol komünistler bulunuyordu. Bunların hepsi farklı gerekçelerle de olsa L’Ordine Nuovo’nun savunduğu işçi demokrasisi çizgisine karşıydı. Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında L’Ordine Nuovo’yu Bolşeviklere en yakın grup olarak niteliyordu.
Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın bir parçası olan ve hayat pahalılığın giderek arttığı İtalya’daki sanayi merkezlerinde işçi hareketi yükseliyordu. 1919 sonunda özellikle metal işçileri sendikası FIOM’un Torino şubesindeki işçiler L’Ordine Nuovo’nun çizgisini benimsemişlerdi. Genel grevler giderek yayıldı. 1920 Eylül’ünde sanayi merkezleri Torino, Milano ve Cenova’da fabrika işgalleri başlamıştı. İtalya’da biennio rosso (iki kızıl yıl) olarak anılan devrimci durum başlamıştı. Hükümetin attığı geri adımlar, PSI’nın ve reformistlerin kontrolündeki en büyük sendika konfederasyonu CGL’nin grevlere destek vermemesi ikili iktidar durumunun işçiler lehine çözülmesini engelledi, grevler durduruldu.
Devrimin yenilgisi işçiler için yıkım anlamına geliyordu. Fabrikalarda sıkı önlemler alındı, eylemin liderliğini yapan işçiler işten atıldı ve cezalandırıldı. 1920’de işçilerin eylemleriyle özgürlük havasının estiği İtalya’da 1922 yılında Benito Mussolini önderliğinde Faşist Parti iktidarı ele geçirdi.
Komünist Parti’nin kuruluşu
PSI’nin devrime sırtını dönmesi bir kopuşu kaçınılmaz kılıyordu. 1921 yılında ana gövdesi Bordiga’nın öncülüğündeki sol komünistlerden ve Gramsci’nin L’Ordine Nuovo çevresinden oluşan İtalya Komünist Partisi (PCdI) kuruldu. Partinin ilk döneminde genel sekreteri olan Bordiga, yükselen faşizme karşı sekter bir çizgi izliyor, faşizmin kısa sürede yıkılacağını düşünüyor ve öncü partinin örgütlenmesini yeterli görüyordu. Gramsci, bu çizgiye karşı çıktı ve Bolşeviklerin de önerisi olan birleşik cephe politikasını destekledi. 1922-1923 yıllarında Moskova’da PCdI’nın Komintern temsilcisi olarak yaşadı. 1924’ten itibaren PCdI liderliği Gramsci’ye geçti ve aynı dönemde kendisi de milletvekili oldu. 1926’da Lyon Kongresi’nde birleşik cephe politikası kabul edildi. Ancak kısa bir süre sonra milletvekili dokunulmazlığına rağmen faşistler tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Hapishane Defterleri
Gramsci, hapishanede çalışmayı sürdürdü ve bugün Hapishane Defterleri olarak bilinen not defterlerini tutmaya başladı. Dilden kültüre, faşizmden gazeteciliğe, tarihten felsefeye kadar pek çok konuda tuttuğu notlarda Gramsci asıl olarak devrimin Avrupa’da niye yenilgiye uğradığını ve nasıl kazanacağını sorguluyordu. Defterler, zor okunan parçalı yapısına rağmen Marksizm içindeki pek çok soruna ışık tutuyordu.
Gramsci, hapishanede ekonomizme ve idealizme karşı bir praksis felsefesi olarak Marksizmi savunduğu yazılar yazdı. Bu notlarda aynı zamanda kapitalist devletin, özellikle Avrupa’da sivil toplumu da içine katarak yapısını sağlamlaştırdığını ve bütüncül devlet hâline geldiğini anlatıyordu. Buna göre burjuvazinin bütüncül devleti, baskı araçlarının yanı sıra eğitimden, kültüre uzanan bir dizi hegemonik aygıt aracılığıyla ezilenleri kendi liderliğine tabi kılıyor, devleti siper sistemleri gibi koruyan bir yapı oluşturuyordu. Dolayısıyla işçi sınıfı bu hegemonyayı kıracak bir karşı-hegemonya projesi ile ezilenleri kendi etrafında kenetlemeliydi. Bunun için işçi sınıfı da kendi hegemonya aygıtlarını yaratmalıydı. Bu politik projeyi ortaya koymak içinse sosyalistlerin işçi sınıfı içinde köklü bağlara sahip bir devrimci parti örgütlenmesine ihtiyaç vardı. Bu parti kendiliğindenlik ile iradi müdahale arasında bağ kurabilmeli, o eylemin örgütleyicilerini bünyesinde barındırmalıydı.
Gramsci’nin Defterler’de geliştirdiği anlayış, işçi sınıfının mücadelesinden, Avrupa’nın gerçekçi bir analizinden ve Marksizmin dinamik bir kavrayışından süzülüyordu. Dünyayı değiştirmek isteyenler için Antonio Gramsci’nin devrimci fikirleri üstünden atlanamayacak bir miras.
Can Irmak Özinanır
(Sosyalist İşçi)