“Eskiden yapıldığı gibi, burjuva devrimi ‘tamamlama’ sorununu ortaya atmak, canlı marksizmi ölü metinlere feda etmek demektir” - Lenin
Marksizm, adı ilk telaffuz edildiği günden bu yana pek çok meydan okumayla karşılaştı. Mekanik veya iradeci, reformist veya ikameci çeşitli “Marksizmler”, kapitalizmin veya işçi sınıfının yapısında en ufak bir değişiklik yaşandığında ilan edilen “Marksizm’in krizleri”, devrimin artık mümkün olmadığı hatta sıradan insanların dünyanın gidişatına bir etkide bulunamayacağı görüşü, Marksizm’in ancak kapitalizmin belirli bir dönemini açıkladığı, günümüzü açıklamak için yetersiz olduğu yorumları bu meydan okumalardan sadece birkaçı. Ancak bu meydan okumaların hepsinin sonunda mutlaka yaşanan bir olguyu daha hatırlatmak gerekiyor: Marksizmin geri dönüşü.
Bu geri dönüşlerden en sonuncusunu 2008’de kapitalizmin bir anda krize girmesiyle yaşadık. Marx’ın haklı çıktığını söyleyen yazılar anaakım medyada çok yer buldu. Ancak bu salt ekonomik görünümlü bir iade-i itibardı. İşçi sınıfının dünyayı değiştirebileceği fikri tukaka edilmiş, “haklı çıkan” Marksizm, Lenin, Troçki, Luxemburg gibi “tehlikeli” isimlerden azade kılınmış, devrim fikri ile bağlantısı koparılmış bir iktisadi teoriye indirgenmişti.
Karl Marx, kapitalizmin nasıl işlediğini göstererek bir iktisat teorisi ortaya koymadı, aynı zamanda sistemin nasıl olup da sürekli kriz ürettiğini, bu kriz üreten sistemin üzerinde yükseldiği sınıfı da gösterdi ve sistemin yıkılması için bir çağrı yaptı. O yüzden en büyük eseri Kapital’in en başında işçilere şöyle sesleniyordu: “Anlatılan senin hikâyendir”.
Marksizm, yaşayan ve hareket eden bir dünyaya bakarak, kitlelerin onu değiştirerek kendilerini özgürleştirmesinin yolunu arayan dinamik bir teoridir. O yüzden “Marksizmin Dönüşü” asıl olarak burjuva medyasının propagandasına soyunduğu ehlileştirilmiş Marksizm’de değil, Tunus’ta, Yunanistan’da, Mısır’da, İspanya’da, ABD’de, Suriye’de, Bahreyn’de, Portekiz’de sokaklara dökülen, grevlere başlayan, kendi yaşamlarının kontrolünü eline almak için mücadele eden kitlelerin hareketindedir. Ancak Marksistler bu hareketlerden öğrenirken bu hareket içindeki bütün fikirleri aynı şekilde sahiplenmez, hareketi kapitalizme karşı sıradan insanların kendilerini yönelttiği bir doğrultuya çekmeye çalışırlar.
Bu dinamik teorinin, hayatın kendisiyle yani pratikle nasıl bir birlik içinde olduğunu en güzel gösteren örneklerden biri bundan 99 yıl önce yine bir Nisan ayında, Bolşevik lider Vladimir İlyiç Lenin’in Petrograd’ın Finlandiya istasyonunda yaptığı Nisan Tezleri adıyla bilinen konuşmadır ve bugün için hâlâ önemli dersler içermektedir.
Bütün iktidar sovyetlere
1917 Şubat’ında Rusya’da ekmek talebiyle başlayan eylemler kısa bir sürede sürmekte olan Birinci Dünya Savaşı’na ve ülkeyi yöneten Çarlık rejimine karşı bir devrime dönüşmüş ve Çarlık yıkılmıştı. Çarlık’tan sonra Rusya’da iki temel iktidar biçimi ortaya çıktı. Bunlardan biri işçilerin aşağıdan öz örgütlülüklerine dayanan işçi konseyleri (Sovyetler), diğeri de sovyetlerin de desteğiyle kurulan parlamenter yönetim olan Geçici Hükümet’ti.
Lenin, Nisan ayında sürgünden Rusya’ya döndüğünde Geçici Hükümet karşısında başka bir iktidarın mümkün olduğunu ve bunun hâli hazırdaki Sovyet olduğunu savundu. Lenin’e göre iki iktidar biçimi arasında uzlaşmaz çelişkiler vardı. Rusya’nın mevcut durumunu sınıflar ve sınıflar arasındaki güç ilişkileri etrafında ele alan Lenin, Birinci Dünya Savaşı’nda kalmaya devam eden Geçici Hükümet’in burjuvazinin temsilcisi olduğunu savunuyordu. Petrograd’da işçi, asker ve köylülerin konseylerine dayanan sovyetin ise Paris Komünü’ndeki gibi bütünüyle başka bir iktidarı temsil ettiğini söylüyordu. Sosyalistler bu ikinci iktidarı savunmalıydı. Nisan Tezleri’nde yoldaşlarının bir kısmı dâhil pek çok kişiyi şoke eden sloganı öne sürdü: “Bütün iktidar sovyetlere”.
Bu soyut bir slogan veya kof bir radikalizm değildir. Tersine Nisan Tezleri’nde Lenin şablonculuğa karşı çıkarak somut tahliller ve bu tahlillere denk düşen somut öneriler yapmaktadır.
Bu tezlere göre emperyalist savaşa karşı tavır alınmalı, Geçici Hükümet’e destek verilmemeli, hükümetin sınıf niteliği ve savaş konusundaki iki yüzlülüğü işçi sınıfına sabırla anlatılmalı, parlamenter bir devlet değil, polis ve ordunun lağvedildiği, memurların seçimle iş başına geldiği, her zaman geri çağrılabildiği, ortalama işçi ücretinden yüksek bir ücret almadığı, sovyetlere dayanan bir devlet kurulmalı, topraklar ve de bankalar sovyetler denetiminde kamulaştırılmalı, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi savaşı destekleyen işçi partilerinden kendini ayırmak üzere adını Komünist Parti olarak değiştirmeli ve savaşa karşı enternasyonalizme sahip çıkacak olan yeni bir enternasyonal kurulmalıydı. Bu açıkça işçilerin denetimi elinde tuttuğu yeni bir iktidar çağrısıydı: “üretimin ve ürünlerin dağıtımının işçi vekilleri sovyetleri tarafından denetlenmesine derhal geçiş”.
Hayatın yeşil ağacı
Lenin’in “burjuva devriminin tamamlanması” türü aşamacı formülleri es geçerek kapitalist devletin yıkımını savunması sovyet içinde örgütlü olan partilerin temsilcilerinden de, “burjuva devriminin işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğü” ile tamamlanacağını savunan eski-Bolşevikler tarafından da tepkiyle karşılandı. Lenin, eski şablonları tekrarlayanlara karşı somut durumun tahlilini yapıyor ve onlara Goethe’den bir alıntıyla sesleniyordu: “Teori gridir, dostum, oysa yemyeşildir hayatın ağacı”
Gerçekten de şablonları tekrarlayan tüm unsurlar çok temel bir sorunu es geçiyorlardı: Kapitalist devlet ile Komün tarzında örgütlenmiş bir devletin bir arada varlığı veya Lenin’in deyişiyle ikili iktidar. Bu iki yapının bir arada var olması mümkün değildi.
Lenin önemli bir noktaya daha dikkat çekiyordu: hegemonya mücadelesine. 1917 Nisan’ında sovyetler içinde kendi kendilerini yönetebileceklerini savunan tek bir grup bile yoktu. İşçilerin çoğunluğu hükümeti desteklemeyi doğru buluyorlardı. Lenin tam da bu sebeple işçilere hükümeti teşhir edecek sabırlı bir propaganda faaliyeti öneriyordu. İşçi sınıfı, kendi kendini yöneteceğine ikna olmadan sosyalizmi kurmak mümkün değildi. Bu, kendisini işçi sınıfı yerine koyan her tür eğilime katı bir reddiyeydi. İşçiler adına bir parti, grup, kast yönetmeyecek, sınıf kendi iktidar aygıtlarıyla aşağıdan yukarıya bir yönetim kuracaktı.
Tezlerin en önemli yanlarından biri ise enternasyonalizm vurgusuydu. Lenin’e göre enternasyonalizmden geri adım atmak ve emperyalist savaşta kendi ülkesinin yanında yer almak sosyalizme ihanetti.
Nisan Tezleri işçi sınıfı içinde hızla yaygınlık kazandı, Bolşeviklerin sabırlı propagandası sayesinde tamamen işçi sınıfının aşağıdan yönetimine dayanan bir devlet Ekim 1917’deki ikinci bir devrimle kurulabildi. Marksist teori ile pratik, Nisan’dan Ekim’e uzanan süreçte iç içe geçerek dünyanın en demokratik devlet biçimini yaratmıştı.
Yaşayan bir Marksizm
Son 5-6 yılın tüm ayaklanma, direniş, devrim ve karşıdevrim deneyimleri, Marksizm’i yaşayan bir teori olarak görmenin önemini anlatıyor. Gerek Arap Baharı’nda, gerek büyük kitle hareketlerinin yaşandığı Yunanistan’da kapitalist devletin ötesine geçememenin bedelini işçi sınıfı ve ezilenler ödüyor. “Kitleleri özgürleştirmek” bahanesiyle emperyalistler tarafından atılan bombalar Ortadoğu’da can almaya devam ediyor.
1917’de kendi hikâyesini kendisi yazmak isteyen kitleler, bir devrimci parti aracılığıyla Marksizm ile buluşmuştu. Biz de kendi hikâyemizi kendimiz yazmak istiyorsak şablonlara değil yaşayan bir teori olarak Marksizm’e ve yaşamın yemyeşil ağacını kitleler içinde sabırla inşa edecek bir devrimci partiye ihtiyacımız var.
Can Irmak Özinanır
(Sosyalist İşçi)