Biz savaşla yatıp kalkarken, dünyada büyük yankı uyandıran, evren ve bunun içindeki yerimizi farklı bir bakış açısıyla görmemizi sağlayacak büyük bir bulgu saptandı: Yerçekimi dalgaları.
Bunlar nedir? Açıklamasını BBC’nin popüler bilim yazarlarına bırakırsak:
“Uzay-zamandaki dalgalar. İki büyük kara deliğin çarpışması gibi şiddetli olaylarla doğuyor ve örneğin bir havuza taş atıldığında yüzeyinde oluşan halkalar gibi dağılmaya başlıyorlar. Işık hızıyla hareket eden bu dalgalar zamanla yalnızca galaksiye değil, uzay-zamanın tümüne yayılıyor.
Başka açılardan da ışığa benzeyen bu dalgaların, ışıktan önemli bir farkları var: Onun gibi başka cisimler tarafından saçılmıyor ya da emilmiyorlar. Yani bozulmadan kalıyorlar... Bu dalgalarla gönderilen mesaj, aradan milyonlarca yıl da geçse ilk günkü gibi kalıyor.”
Yani evrenin oluşmasına yol açan Büyük Patlama’dan bu yana olup bitenleri anlamak mümkün hâle geliyor.
Bu dalgalar insanlar tarafından denetlenebilirse ne olur?
Kütleçekimini yenebilen dalgalar (anti-gravitik) yapabiliriz. Böylece yolculuk, uzay yolculuğu dahil, çok daha kolay, ucuz, konforlu ve fosil yakıt kullanmadan yapılabilir hâle gelebilir. Kütleçekim dalgalarıyla bilgi iletmeyi başarabiliriz; bu dalgalar her şeyin içinden geçtiği için kesintisiz mesajlar yollayabiliriz. Tıbbi görüntülemeden, kütlelerin manipülasyonuna kadar pek çok şeyi bu dalgalar aracılığıyla yapabiliriz. ‘Uzay Yolu’ dizisinin hayal ettiği teleportasyon (ışınlama) ve ışık hızında seyahat bu dalgalar sayesinde hayal olmaktan çıkabilir.” (İsmet Berkan’dan özet, Hürriyet)
Einstein’ın görmeden bilmesi
Uzay-zamanda dalgaları, fizikçi Einstein tarafından 100 yıl önce öne sürülmüştü. Fakat Einstein bu dalgaların fiziksel varlığını saptamanın hiç mümkün olmayabileceğini de yazmıştı.
Bazı medya kuruluşları, Higgs Bozonu ve DNA’nın şifresinin çözümü belki onlardan da büyük çığırlar açacak bu keşfi sadece bir adamın dehası açısından verdi.
Evet, burada bir deha var. Fakat kehanet yok. Einstein, 100 yıl önce eldeki bilimsel verilere ve teorilere dayanarak, yeni bir teori ortaya koymuştu ve bunu yaparken deneysel ortamda gözlemle kanıtlaması teknolojik olarak imkansızdı.
Burada kıymetli olan bilimcinin dehası değil, bir insanın görmeden, elindeki bilgiyle evrende olup bitenleri açıklaması; örüntüleri okuyarak bu sonuca varmasıdır.
100 yıl sonra, dünyanın çeşitli yerlerine kurulan, ölçüm gücü yüksek laboratuarlarda, uzay zaman dalgalarının varlığı saptanmaya çalışılırken birden bire iki karadeliğin çarpışması iki ayrı laboratuarın ekranlarında belirerek saptandı.
Peki bizim ne işimize yarayacak?
Hiç. Eğer Einstein ve 20. yüzyılın fizikçilerinin çığır açan buluşları, kapitalist sınıfın ekonomik ve siyasi tercihleri sonucunda birinci ve ikinci dünya savaşı ile 20. yüzyıl boyunca sadece silahlanma için kullanılmasaydı belki şimdi biz de ışınlanabilecektik.
Bilimcilerin “100 yıl sonra” genellemesi de, dünyadaki, kaynakları hızla tüketen insanların uzayda kolonizasyondan başka bir yol olmadığını söyleyen fizikçi Stephen Hawking ile aynı yanılgıdan kaynaklanıyor: Küresel tekelci kapitalizmi bir veri olarak kabul etmek ve sistemin sınırları içinde düşünmek.
Bilimsel devrimi ne engelliyor?
Kapitalizm için bilimsel keşifler, ancak tekellere yeni kârlar kazandırdığı, önemli bir kısmı aç 7 milyar insanın tüketimi ve refahını değil daha fazla sermaye kazandırdığı ölçüde fonlanır. Bu yüzden bilim, silahlanma temelinde gelişerek sadece teknolojik alandaki ilerlemelere sıkışmıştır.
Tekellerin ve 21. yüzyılın yeni süper zenginleri şimdi uzayda madencilikle ilgilenmekte, 20-30 sonra devreye girecek proje ve teknolojilerin üretimine yatırım yapmakta.
Bazı hükümetler ve BM, yeni uzay madenciliği yasaları hazırlayıp, üzerlerinde su ve kıymetli madenler üzerinde hak iddia etmeye başladı bile.
Burada Karl Marx’ın gösterdiği çelişkiye varıyoruz. Üretici güçler gelişirken, kapitalist üretim ilişkileri (adeta bir deli gömleği gibi bağlanmış) olduğu gibi durmaktadır. Üretim ve teknolojik atılımlar hiçbir dönem bu kadar hızlı gelişmemişti. Fakat bolluk içinde yokluk yaşıyoruz. Tüm insanların refahını sağlayacak ve doğa ile uyumlu, mahfedilen mekanizmaları onarıp yokoluş tehlikesini bertaraf edecek bir düzeye ulaştık. Fakat 400 yıldır dünyada hakim olan ve canımıza okuyan kapitalist üretim tarzı; bunun etrafında kurulu uluslararası rekabete dayalı sistem ve ulus-devletler, insanlığın korkularını aşarak daha üst bir bilinç düzeyine sıçramasını engelliyor.
Paradigma değişikliği ve ayaklanmalar
Fevkaleda zarif, hiçbir şeyin boşuna olmadığı mükemmel bir evrende yaşıyorsak; başka bir dünya ve bambaşka bir gelecek bir olasılık olarak duruyorsa, neden bu berbat çürümüş düzende yaşayalım?
İşte gravitik dalgaların varlığının fiziksel olarak ispatlanmasının bizim gibi dünyayı değiştirmek isteyenler için (şimdilik) en önemli yanı. Bu keşif tarihin belli bir dönemine denk geliyor: 2011’de başlayan Arap ayaklanmaları ile dünya küresel bir protesto dalgasına. 30 yaşında altındaki dünya nüfusu, eski dünyada yaşamak istemiyor.
Sadece gravitik dalgaların keşfi değil; Son 10 yılda ard arda gelen bilimsel saptamalar ve her birinin biz insanlar için pratik sonucu, bu düzende yaşamamızın bir kader değil, tercihler ve gelenekler olduğunu gösteriyor.
Karl Marx ve Friedrich Engels, dünyayı değiştirmek için ortaya koydukları basit ve bir o kadar derin açıklama, bilimsel ve teknolojik devrimler çağı olarak anılan 19. yüzyılın ürünüdür. Tıpkı Paris Komünü gibi.
Şimdi de paradigmanın değiştiği bir dönemdeyiz buradan çıkacak iki pratik sonuç:
- Antikapitalistler, pozitif bilimlerdeki son gelişme ve özellikle fizikteki devrim olasılığına dikkat etmelidir. Başka şeyler gibi, sadece dünya gerçeklerini değil evreninkileri esas ve ispat noktası olarak alan bütünlüklü bir bakış açısına ihtiyacımız var.
- Paradigmanın değişmesi, üretici güçleri engelleyen üretim ilişkilerinin ortadan kalkmasına bağlı. Yani ışınlanma hayalimize, doğaya ve evrene zarar vermeden/tahribatı onararak müthiş işler başarabileceğimiz gibi yeni enerji kaynaklarına ulaşmak için kapitalist sistemi küresel ölçekte ortadan kaldırmak zorundayız. 21. yüzyıl bilimsel, teknolojik, politik ve sosyal devrimlerle insan türünün utanç dolu tarihini geride bıraktığı; madencilik için astreoridleri sömürgeleştirildiği değil bizi kısıtlayan korkularımızı aşıp evrenle bütünleşmemizi sağlayabilir.
(Şimdilik) Tüm zamanların en iyi bilimkurgu dizisi
Işınlanma, anti-gravitik gemilerle evrenin bir ucundan diğerine seyahat, başka dünyaların varolduğunu; dolayısıyla yeryüzündeki kültürlerin de göreceli olduğunu. Sadece milliyetlere ve ayrı dillere bölünmüş insanlığın değil “insanımsı” olarak sınılandırılabilecek varlıkların farklılık içindeki eşitliği ve faydalı amaçlar için işbirliği. 70’lerin kült dizisi Uzay Yolu’nun (Star Trek) başarısı, klasik bilimkurgunun sınırları içinde gündelik hayattan bir anlığına kaçmak isteyenlere, basit ve heyecanlı bir macera sunmasıydı. Son derece kısıtlı, erkeksi ve savaşın sürdüğü bir galakside geçtiğini düşünürsek, kaba ve militaristti aynı zamanda.
Star Trek: Next Generation’da çok daha fazlası var. Geçtiği 24. yüzyılda, bankalar, şirketler, özel mülkiyet tarihe karışmış. Militarizm, cinsiyetçilik, türcülük, sömürgecilik bütünüyle reddedilirken, macera derin felsefi ve politik tartışmalarla sürmekte. Atılgan’ın rotası bir barış elçisi olarak zarif evrenin bilgisini kavrayarak tüm türlerin özgürleşebileceği, farklılıklar içindeki uyumun peşinde. Elbette evrenin bir tarafında savaş var, hâlâ bir takım politik ayak oyunları da. Fakat 20. yüzyılın sürmekte olan korkunç tarihinin derin eleştirisi ve radikal reddi de var. Neden böyle? Seri 1987-1994 yılları arasında 7 sezon sürmüş. Neoliberalizmin en azgın olduğu dönemde, şimdiki kafaya çok benzer antikapitalist eleştiri var. Eh, bunu büyük ölçüde ikinci seriye hikayeleri, romanları ve Vakıf dizisiyle esin kaynağı olan Isaac Asimov’a borçluyuz. Onun bilimkurgusunda hiç hesaba katılmayan insanlar evrende her şey değiştirebilir.
Volkan Akyıldırım
(Sosyalist İşçi)