Sosyalizm ve savaş

20.02.2016 - 10:39
Haberi paylaş

Suriye merkezli bir savaş tüm gündemi belirliyor. Esad, ABD ve lideri olduğu koalisyon, Rusya, IŞİD, Türkiye... Bütün bu devletler, siyasi gelenekler ve örgütlerin askeri müdahalesi, Suriye devrimine karşı birleşti.

Sosyalist İşçi’nin bu sayısında, daha büyük, küresel bir kapışmanın vekalet sahasına dönüşen Suriye’de süren ve Türkiye’nin de PYD güçlerini bombaladığını iddia ederek daha aktif bir biçimde yer aldığı savaşı anlamak ve savaş karşıtı tutumuzu belirlediğimiz geleneği kavramak için Rosa Luxemburg, Lenin, Buharin, Karl Liebknecht gibi sosyalistlerin Birinci Dünya Savaşı sürecinde yazdığı yazı ve kitaplardan kısa bir döküm hazırladık:

1917 Rus devriminde belirleyici bir rol oynayan Lenin:

“Devlet, tek uğraşı yönetmek olan ve yönetmek için de başka insanların iradesini zorla baskı altına alarak-hapishaneler, özel birlikler, ordular vb biçiminde-özel bir aygıtın gerekliliğini duyan özel bir insan grubu ortaya çıktığı zaman doğmuştur.” (Stanley W. Moore,  Marx, Engels, Lenin’de Devlet Kuramı, Simge Yayınevi)

Özel mülkiyetin bekçisi olarak devletin ortaya çıkması, bir azınlığın toplumsal zenginliği elinde tutmak, zenginlik alanlarını geliştirmek için savaşı bir araç olarak kullanmasına yol açtı. Kapitalizm, her toplumsal düzeye olduğu gibi, savaşa da hız, teknoloji ve kıyalanamaz bir kitlesel yıkım niteliği kazandırdı.

Birinci Dünya Savaşı “Büyük savaş” olarak adlandırıldı.

Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesine karşı en güçlü anti militarist sesi çıkartan Karl Liebknecht savaş karşıtı tutumu nedeniyle Alman devletinin hedef tahtasına oturtuldu. Liebknecht’in mahkemelerde Alman egemen sınıfına ve savaşa meydan okuyan savunmaları güncelliğini koruyor:

“Esas düşman içeridedir.”

“Gerçek hainler, savaşın korkunç suçunu yüklenmiş olanlardır, halkın malını, mülkünü, yoksulluğunu, terini altına ve güce dönüştürenler, aç gözlülüğü ve hırsı yaygaracı bir yurtseverlik çabasının ardında gizlenen, savaşın kendisiyle ve savaşın emperyalist hedefleriyle ilgili olan kişilerdir; (...) bütün öteki ülkelerde de halkın özgülüğünden nefret edenler, (...) bu savaşı bir özgürlük savaşı olarak sunmaya çekinmeyenler, kendi alçakça manevralarının kurbanı olan halk kitlesi daha hala gerçeği bilmediği için kendilerine daha hala hesap sorulmamış olan kişilerdir.” (Seçme Yazılar, Militarizme Karşı Sınıf Mücadelesi, Belge Yayınları)

Emperyalizm hakkındaki çalışmaları güncelliğini koruyan Rus devrimci Nikolai Buharin:

“Devlet gücü genellikle önemli bir şekilde artıyorsa, kara ve deniz kuvvetlerinden oluşan askeri örgütünün gelişimi özellikle çarpıcı hale bürünür. Kapitalist devlet tröstleri arasındaki mücadele öncelikle silahlı kuvvetleri arasındaki ilişkiler tarafından belirlenir. Zira bir ülkenin silahlı kuvvetleri, kapitalistlerin silahlı kuvvetlerinin mücadelesindeki son çaredir.” (Nikoli I. Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Kalkedon Yayınları)

Sosyalizm tarihinin en parlak işçi liderlerinden Rosa Lüksemburg, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı öncesinde savaştan yana tutum alan sosyalistlere karşı sosyalizm mücadelesinin pratik olarak enternasyonalist dayanışma anlamına geldiğini kanıtlayan mücadelenin bayrağını yükselti. Rosa Lüksemburg, emperyalist savaşa karşı mücadele hakkında şunları söylüyor:

“Emperyalist vahşet Avrupa’yı yakıp yıkmakta serbest bırakılmıştır ve bunun yanı sıra Avrupa proletaryasının boğazlanmasına ‘kültürlü dünya’nın kalbi ve vicdanı seyirci kalmıştır... Orak altındaki mısır gibi biçilen şey, bizim umudumuz, bizim insanlarımızdır. Enetransyonal sosyalizmin en mükemmel, en akıllı, en eğitilmiş güçleri, modern işçi sınıfı hareketinin kahraman geleneğinin bugünkü temsilcileri, dünya proletaryasının iler muhafızları, İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın ve Rusya’nın işçileri kitleler halinde katledilmişlerdir (...) Bu, insanlığın bütün geleceğini elinde tutan, geçmişin değerlerini koruyabilecek ve onu daha iyi bir insan toplumuna taşıyabilecek olan kuvvete karşı olası bir patlamadır. Kapitalizm gerçek yüzünü ortaya komuştur; dünyaya ihanet içindedir, tarihi sebebini yitirmiştir, sürüp giden varlığı artık insanlığın ilerlemesiyle uzlaştırılamaz.” (Tony Cliff, Rosa Lüksemburg, Z Yayınları)

Lenin, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, “devrimci yenilgicilik” sloganını öne çıkarttı. Savaşta kendi devletlerinin yanında yer alan, kendi egeen sınıflarının emperyal çıkarlarını savunanlarla çok sert tartışmalar yaşayan Lenin şunları söylüyordu:

“Günümüz sosyalizmi, ancak savaşan emperyalist burjuvazilerden biri veya diğerinin yanında yer almayıp bunlardan her ikisini de ‘birbirinden kötü’ sayarsa ve her ülkede o ülkenin emperyalist burjuvazisinin yenilgisini arzularsa, kendi ismine layık kalacaktır. Bunun dışında kalan herhangi bir diğer tutum, aslında gerçek enternasyonalizmle hiçbir ortak yönü bulunmayan milliyetçi-liberal bir tutum olacaktır (...) Hükümetin emperyalist savaşa giriştiği her ülkede, devrimci propagandanın ülkenin yenilgiye uğraması olasılığını artırmasına bakıp hükümete karşı verilen mücadeleyi duraksatmamak gerekir. Hükümet ordusunun yenilgiye uğraması o hükümeti zayıflatır, onun baskı altında tuttuğu ulusal azınlıkların kurtuluşu için olanaklar yaratır...”  (Tony Cliff, Lenin 2, Z Yayınları)

Tüm büyük askeri güçlerin bulaştığı bir savaşla ilk kez karşılaşmıyoruz. Suriye’de süren savaş, bir girdap gibi bütün dünyayı içine çekiyor. Gerilim tırmanıyor. Bir yandan Cenevre ve Münih’te barış görüşmeleri yapılıp barış çağrıları yayınlanıyor, öte yandan tam bir iki yüzlülükle tüm ülkeler Suriye topraklarını bombalıyor.

Bugün savaşa karşı mücadele her zamankinden daha büyük bir öneme sahip. Bu mücadelede yaslanacağımız bir geleneğin olması, bu geleneğin tarihin ve sınıf mücadelesinin testinden başarıyla çıkan bir pratiğe sahip olması ayrıca özel bir önem sahip.

Bu geleneğin özü, “esas düşmanın içeride” olduğunu savunan Liebknecht’in, farklı ulusların işçilerinin birbirini öldürmesi demek olan savaşa karşı keskin eleştiriler üreten Rosa Lüksemburg’un, devlet-savaş ve savaşa karşı mücadelede kendi egemen sınıflarının yenilgisini savunan Lenin ve Troçki gibi sosyalistlerin geleneğidir ve Suriye krizine yaklaşımımızda bize yön gösteren de işte bu işçi hareketi geleneğidir.

Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol