Marksizm ve ezilenler

16.02.2016 - 16:35
Haberi paylaş

Marksizm “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacak” ilkesinden hareket eder. Ancak Marks’ın belirttiği gibi, toplumda egemen olan fikirler egemen sınıfın fikirleridir. Bu egemen fikirlerin önemli bir parçası da işçileri ırk, ulus ve cinsiyete göre ayırarak işçi sınıfını böler.

Siyahların beyazlar tarafından, kadınların erkekler, Kürtlerin Türkler tarafından ezilmesi işçi sınıfını böler ve bu “böl-yönet” politikası kapitalistleri güçlendirir.

Ezilmişlik, ezilen kesime dahil olan işçilerin yaşama koşullarını nasıl etkiler? İngiltere’deki siyah işçiler, bir işçi olarak sömürülürler. Siyah olmaları ise sömürüyü daha da ağırlaştırır. Siyahların ücretleri beyazlara göre daha düşük, çalışma koşulları daha ağırdır. Daha kötü konutlarda yaşamak zorunda bırakılırlar ve başka ayrımcılıklarla karşı karşıya kalırlar.

Kürdistan’da yıllardır bitmeyen savaş, Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerin en fakir semtler arasında yer alması, Kürt çocuklarının eğitim olanaklarının daha sınırlı olması, işsizliğin Kürtler arasında daha yaygın olarak hissedilmesi, büyük kentlerde vasıf gerektirmeyen düşük ücretli ağır işlerde çalışanların genellikle Kürt olması tesadüf değildir. Bunlar bir ezme ezilme ilişkisine işaret eder.

Kadınlar ise her ülkede iki ağır yükün altında eziliyorlar. İşten döndükten sonra bir de ev işleri, çocuk bakımı için çalışmak zorunda kalıyorlar. Çocuklarına bakmak için sık sık işten ayrılmak zorunda kalan kadınların kariyer yapması ve yüksek ücretli işler bulması çok daha zor. Kadınların rahatça girebildiği işler genellikle part-time ve düşük ücretli işler oluyor. Vasıf kazanmak ve bunu geliştirmek konusunda kadınlar erkeklere göre çok daha az olanağa sahip. Kadın işçilerin bir de kadın oldukları için ezilmeleri onlar üzerindeki sömürüyü daha da ağırlaştırıyor.

Ezen kesimde bulunan işçilerin çıkarı ne?

Peki ezme ilişkileri, ezen kesime dahil olan işçileri nasıl etkiliyor? Tabii ki bu işçiler kendilerini ezilen kesim karşısında “üstün” hissediyorlar. Ancak bu durumdan gerçek bir çıkarları var mı? Irkçılığın çok yoğun olarak yaşandığı ABD’nin güney eyaletlerinde beyaz işçiler siyah işçilere kıyasla daha iyi ücret aldıkları, daha iyi konutlarda yaşadıkları vs için siyahların ezilmesinden çıkar sağladıklarını düşünebilirler. Ne var ki kuzey eyaletlerindeki beyaz işçilerin yaşam standartları onlardan çok daha iyidir. Hatta kuzey eyaletlerinde yaşayan siyah işçiler, güney eyaletlerinde yaşayan beyaz işçilerden daha fazla ücret alırlar.

Kuzey İrlanda’daki Protestanlar, Katoliklere dayak atmanın kendilerine yarar sağladığını düşünebilirler. Zaten böyle düşünmeseler dayak atmazlardı. Bir Protestan işçinin iş bulma ve daha iyi koşullarda yaşama olasılığı bir Katolik işçiye göre çok yüksektir. Ancak Kuzey İrlanda’daki Protestan işçiler, İngiltere’de yaşayan işçilere göre çok daha düşük ücret almaktadırlar.

Kürdistan’da süren savaşı destekleyen Türk işçileri devleti desteklerken kendi çıkarlarını koruduklarını düşünmekteler. “Vatanseverlik”, “milliyetçilik” gibi duygularla hareket ederek Kürt hareketinin ezilmesini isteyen bu işçilerin savaştan somut bir çıkarları yoktur. Aksine savaşa verdikleri bu destek nedeniyle ciddi zarar görmektedirler. Savaşa aktarılan her kuruş özelleştirmeler, işsizlik ve eğitim-sağlık hizmetlerinin azaltılması olarak işçi sınıfına fatura edilmektedir.

Kadınların ezilmesinden erkeklerin çıkarı var mı?

Aynı ilişki erkek ve kadın işçiler arasında da geçerlidir. Erkek işçiler kadın işçilere göre daha iyi ücret alırlar. Böylece görünüşte erkek işçilerin kadınların ezilmesinden çıkarı vardır. Ne var ki bu çok yüzeysel bir yaklaşımdır. Erkek işçiler arasında şu tarzda konuşmaların geçtiğini duydunuz mu hiç:

“Sana harika haberlerim var! Eşimin aldığı ücret dilenciye sadaka diye bile verilmez. Çocuk yuvası ateş pahası. Özelleştirmelerden dolayı her an işten atılma korkusu içinde yaşıyor. Diğer hemcinslerimiz onu sürekli taciz ediyorlar. Yeniden hamile kaldı ve bizim kürtaj yaptıracak paramız bile yok. Harika değil mi?”

Erkek işçiler arasında bu tür konuşmalar geçtiğini duysaydık kadınların ezilmesinden erkeklerin çıkarı olduğunu söyleyebilirdik.

Hepimiz aynı trendeyiz

Hepimiz kapitalizmin pis treninde yolculuk ediyoruz. Beyaz bir erkek olarak benim yerim cam kenarı. Kadın, Kürt veya siyah yolcu camdan uzakta, benden daha kötü koşullarda oturuyorlar. Ancak asıl problem trenin kendisi. Hepimiz bu trenin pisliğine katlanmak zorunda bırakılıyoruz. Treni istediği gibi kullanan patronlar üzerinde hiçbir kontrolümüz yok.

İşçi sınıfının en fazla ezilen kesimleri her zaman kapitalizmin en korkunç yönlerini yansıtırlar. Troçki, bu düzenin neden değişmesi gerektiği ve yeni bir topluma neden ihtiyaç duyulduğunu kavramak isteyenlerin dünyaya bir kadının gözüyle bakmalarının yeterli olacağını yazmıştı. Kapitalizmin çürümüş olduğunu kavramak istiyorsak İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyaya bir Yahudi’nin gözüyle bakmamız yeterli. Bugünkü İngiliz toplumunu kavramak istiyorsak, sokak ortasında Nazilerce öldürülen liseli Stephen Lawrence’in anne ve babasının gözüyle İngiltere’ye bakmamız yeterli. Ezilen bir ulusu ve mücadelesini anlamak için Kürtlerin gözüyle Türkiye’ye bakmamız yeterlidir.

Böl-yönet taktiğine karşı birliği nasıl sağlarız?

Egemen sınıfın bölücü politikalarının bu kadar egemen olduğu bir dünyada işçi sınıfının birliğinin nasıl sağlanabileceği sorusunun yanıtını bulmamız gerekiyor. Siyah ve beyaz işçiler arasında birlik için beyaz işçiler siyahların ezilmesine çok kararlı bir şekilde karşı çıkmak zorundadır. Kadın ve erkek işçiler arasındaki birliği sağlamak için erkek işçiler kadınların ezilmesine çok kararlı bir şekilde karşı çıkmak zorundadır. Erkek işçi ezenlerin bir parçası olmadığını, cinsiyetçi olmadığını kadın işçilere kanıtlamak zorundadır. Aynı şekilde Türk işçileri Kürtlerin ezilmesine ve savaşa karşı daha kararlı durmalıdır. Kürt ve Türk işçilerin birliğini sağlayabilmek için Türk işçileri şoven olmadıklarını ispatlamak zorundadırlar. Lenin 1902’de bunu şu şekilde ifade eder:

“İşçiler daha yüksek ücret için greve çıkarlarsa sendikacılık yapıyorlardır. Yahudilerin dövülmesine karşı greve çıktıklarında ise gerçek sosyalisttirler.”

Siyah-beyaz, Türk-Kürt işçilerin birlikte gerçekleştirdikleri grev, ırkçılığın-şovenizmin altını oyar. Grev, egemen sınıfın bölmeye çalıştığı kesimler arasındaki dayanışmayı güçlendirir. Bu nedenle grevin etkisi greve neden olan konunun sınırlarını aşar. İşçilerin bilincinde meydana gelen değişimler grevin en önemli kazanımlarıdır.

Ama bu dayanışma ırkçılık ya da savaş karşıtı bir gösteride de başlayabilir. Bu gösteride yakalanan dayanışma havası gelecekteki ekonomik mücadelelere de yansır.

Lawrence ailesiyle dayanışma amacıyla Londra’da yaptığımız toplantılara çok yaygın katılım sağlandı. Siyah ve beyazları ırkçılığa karşı bir araya getiren bu toplantılardaki dayanışma ve birlik ruhu, dayanışma ve birliğin başka konu ve alanlarda da hayata geçirilmesinin önünü açıyor.

Kadın ve erkeklerin omuz omuza mücadele ettikleri bir grev cinsiyetçiliğin aşılmasına yardım eder. Paris Komünü’nü savunmak için kadınların ne kadar çetin bir mücadele verdiklerini hatırlayalım. Paris Komünü’nü izleyen bir İngiliz gazeteci “bütün komüncüler kadın olsaydı Komün kazanabilirdi” diyordu.

Genç, siyah, kadın ve lezbiyen

Kısa bir süre önce Londra’da yaptığım bir toplantıda, “devrimci durum geldiğinde Londra İşçi Konseyi Başkanı 26 yaşında, siyah bir lezbiyen kadın olacaktır” demiştim. Bu karakteri özellikle seçtim. Çünkü bu özelliklerin her biri kapitalizmin tabularını yıkıyor. Bu tabulara göre genç kötüdür, siyah kötüdür, kadın kötüdür, lezbiyen kötüdür. Bugün en çok ezilenlerin profilini çıkarmak isteseydik, bu nitelikler öne çıkardı. Toplantıdan sonra genç ve siyah bir kadın yanıma gelip, “O benim. Gördüğünüz gibi siyahım, yaşım 26 ve lezbiyenim” dedi. Ben de ona, “üzgünüm kardeşim, fırsatı kaçırdın. Devrim 10 yıl sonra olacak ve sen o zaman yaşlanmış olacaksın!” dedim. Tabii ki bu söylediklerim dogmatik bir şekilde algılanmamalı. Londra İşçi Konseyi Başkanı 15 çocuklu 70 yaşında İrlandalı bir büyükbaba da olabilir!

Ezilenlerin kürsüsü olmalıyız

Bir devrimci ezilen kesimler üzerindeki her türlü baskıya aşırı düzeyde karşı çıkmak zorundadır. Beyaz bir devrimci ırkçılığa bir siyah devrimciden daha aşırı bir şekilde karşı çıkmalıdır. Hıristiyanlıktan gelen bir devrimci Yahudi düşmanlığına bir Yahudi’den daha kararlı bir şekilde karşı çıkmalıdır. Türk kökenli bir devrimci Kürtlerin ezilmesine Kürt devrimcilerden daha kararlı bir şekilde karşı çıkmalıdır. Erkek devrimciler kadınların aşağılanması ve taciz edilmesine hiçbir şekilde tahammül etmemeli, bu konuda kadın devrimcilerden daha kararlı tutum almalıdırlar. Partimiz “ezilenlerin kürsüsü” olmak zorundadır.

Tony Cliff

Bültene kayıt ol