Bugün, Mısır'da Mübarek'in devrildiği günün 5. yıl dönümü. Sosyalist İşçi gazetesi bu hafta, devrimlerin 5. yılında Arap Baharı'nın derslerini ele aldı.
Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010’da, kapitalizmin kendisini mahkûm ettiği hayata, yoksulluğa ve onursuzluğa isyan ederek kendini yaktı. Yaptığı şey, yaşadığı yerde neoliberalizme örgütlü bir karşı çıkışın olmadığı koşullarda hissettiği çaresizliğin ürünüydü. Kendini yakarken, Tunus'ta ve Mısır'da on yıllardır hüküm süren diktatörlerin devrilmesine ve Ortadoğu/Mağrip'in 10 ülkesinde birden milyonlarca yoksulun sokağa çıkacağı ayaklanmalara sebep olacağını tahmin edemezdi.
Onun cansız bedeni -bugün tüm emperyalistlerin, zorbaların ve haydutların saldırılarıyla ezilmiş ve geri çekilmiş olsa da- birleşip harekete geçtiğimizde ne kadar güçlü olduğumuzun muazzam bir örneği olan Arap devrimlerini başlattı.
Devrimler hızla yayıldı
Tunus’taki ayaklanmanın birkaç hafta içerisinde Bin Ali’yi alaşağı etmesinden sonra, bölgedeki en güçlü Arap ülkesi olan Mısır’da milyonlar sokaklara fırladı. Tahrir, tüm dünyanın gözlerini dikerek gelişmeleri dakika dakika takip ettiği bir meydana dönüştü. 25 Ocak’ta başlayan gösteriler 11 Şubat’ta Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanınca, ayaklanmalar hızla diğer ülkelere sıçradı. Libya, Suriye, Yemen, Ürdün, Bahreyn, Sudan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de geniş kitleler rejimlere karşı özgürlük talepleriyle sokağa çıktı.
Ekim Devrimi sonrası Avrupa’nın bir dizi yerinde iktidarı almanın eşiğine gelen işçi hareketleri gibi, ’68 Mayıs’ının hızla tüm dünyayı ayağa kaldıran bir kıvılcımı tetiklemesi gibi, Arap Devrimleri de kitlelerin birbirlerinden öğrenerek mücadeleye atıldıkları bir süreci başlattı. Bu süreçlerin tamamı, devrimci sosyalistler için de muazzam derslerle doluydu.
Devrim mümkün!
Troçki’ye göre devrim, kitlelerin, kendi kaderlerinin belirlendiği hükümdarlık alanına zor kullanarak girmeleriydi. Arap devrimleri bu anlamda, sıradan insanların olup bitenleri olağandışı yollarla değiştirmelerinin örnekleri olarak, “devrim” fikrini siyasi tartışmaların en tepesine yeniden yazdırmayı başardı. Bu, hem –devrilen diktatörlerin birçoğunun müttefiki olan- Batı’nın “liberal demokrasilerine” hem de Gezi direnişi gibi gösteriler karşısında halka demokrasinin tek yolu olarak “sandığı” işaret eden Tayyip Erdoğan gibi doğunun despotlarına yöneltilmiş etkili bir darbeydi.
Tahrir’in yarattığı coşku ve dünyanın her yerindeki insanlar için bu meydanla dayanışma duygusu öylesine güçlüydü ki, burjuvazinin sözcüleri ve dergileri dahi “devrim” ile yatıp kalkıyor, yarı gönüllü de olsa bir biçimiyle ona övgüler düzmek zorunda kalıyordu.
Yönetilmek zorunda değiliz
Egemen sınıfın propaganda araçları, bize devamlı olarak, geniş kitlelerin siyasete katılımının oldukça kısıtlı olması gerektiğini, her zaman daha “akıllı” veya “yetenekli” insanlar tarafından yönetilmemiz gerektiğini anlatır. Arap Devrimleri’ni bu denli çekici kılan, bu fikirlerin bir kez daha silinip atılmasıydı.
Tahrir Meydanı’nda bir araya gelenler, süreç içerisinde hem politik yönelimlerini hem de günlük işlerin nasıl idare edileceğini son derece demokratik bir şekilde tartışarak karara bağlıyorlardı. Çöplerin nasıl temizleneceğinden tutun da devlet güçleriyle çatışmalarda yaralananların nasıl tedavi edileceğine kadar, tüm işler devrime katılanların kolektif çabalarının ürünü olan mekanizmalarla hallediliyordu. Devrim, on yıllardır zalim bir diktatörün yönetimi altında dışlanmış, baskı görmüş ve ezilmiş insanların, yaşadıkları yeri nasıl bir cennete çevirebileceklerinin potansiyelini ortaya çıkardı. Yalnızca Mısır’da değil, her ayaklanmanın içerisinde, ezilenler, hayatlarının kontrolünü ellerine almak için kullanacakları kolektif sivil inisiyatifler oluşturdular.
İşçi sınıfının merkezi rolü
Arap devrimleri, radikal bir toplumsal dönüşümü kimin gerçekleştirebileceği sorusuna yanıt arayanlar için de çok iyi bir örnek oldu. İşçi sınıfının belirli bir örgütlülük ve mücadele deneyiminin olduğu Tunus ve Mısır gibi ülkelerde, devrimler çok daha güçlüydü ve ezilmeleri daha uzun yıllara yayıldı. Libya ve Suriye gibi bundan yoksun olan yerlerde ise karşıdevrimci güçlerin inisiyatifi ele geçirmesi daha kolay oldu.
Ve Arap Baharı, işçi sınıfının gücünün nereden kaynaklandığını da hepimize hatırlattı. Mübarek, bir şekilde, Tahrir’de günler boyu süren meydan işgaline dayanmayı başarıyordu. Ne zamanki ülke çapında genel greve gidildi, grevler –Mısır sermayesinin önemlice bir bölümünü oluşturan- ordunun kontrolündeki fabrikalara da sıçradı, Mübarek için ülkeyi yönetmek imkansız hâle geldi ve Mısır egemen sınıfı da onu gözden çıkardı.
Gücümüz birliğimizden gelir
Devrimler bir yandan da, işçi sınıfının birliğinin sağlanmasının, yani ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, homofobi veya mezhepçilik gibi bizi bölen egemen sınıf fikirlerinin etkisinin kırılmasının ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu gösterdi. Tahrir Meydanı’nda namaz kılan Müslümanları, el ele vererek güvenlik çemberi oluşturan Hristiyan gençler koruyordu. İstanbul’da tanıştığım Suriyeli bir Kürt devrimci, ülkenin çok parçalı demografik yapısını anlatırken, “Biz devrimden önce birbirimizi hiç tanımazdık, bilmezdik” diyordu.
Ne zaman ki devrimler geri çekilme sürecine girdi, karşıdevrim ilerlemeye başladı, başta mezhepçilik olmak üzere tüm bu zehirli fikirler tekrar egemenliği ele geçirdi.
Karşıdevrim her yönden saldırdı
Hem “demokrasi” söylemiyle kendini parlatmaya çalışan ABD ve AB liderliğindeki Batı emperyalizmi hem de kimilerine göre “antiemperyalist” olan Rusya-Çin liderliğindeki Doğu emperyalizmi, devrimlere karşı güçlerini birleştirdi.
En çarpıcı ayaklanmanın yaşandığı Mısır’da, kendi aralarındaki bütün çıkar çatışmalarını bir kenara bırakarak, Sisi cuntasının devrimi bütünüyle ezme girişimini destekleme konusunda anlaştılar. Şimdi de “IŞİD’e karşı” ve Esad diktatörlüğünün devamını garantini alacak şekilde Suriye hakkında uzlaşmaya varmaya çalışıyorlar.
Libya’daki devrim NATO-BM’nin askeri saldırısıyla ezildi. Emperyalist müdahale “ölümleri durdurma” amacını gerçekleştiremediği gibi, ülkeyi çok daha kaotik bir şiddet sarmalının içine soktu. Yemen’de, diktatör görevini bırakırken rejimin yapısının aynen korunduğu, emperyalizmin Arap devrimleri için ideal modeli olacak bir “barışçıl geçiş” denendi. Şimdi ABD’nin desteğiyle Suudi Arabistan bu ülkeyi bombalıyor.
Suriyeli bir başka devrimcinin dediği gibi, “hiçbir devrim yarım kalmamalı”. Bugün yerel ve küresel tüm egemen sınıflar, bölgeyi tekrar bir kan gölüne çevirmek için olanca gayreti sarf ederek, kapitalizmi temellerinden sarsan ayaklanmayı yaratan Ortadoğu halklarına saldırıyor.
Devrimci partinin gerekliliği
Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı en yakıcı sorun ise devrimlerin zafere ulaşması için kitlesel devrimci partilerin inşasına duyulan ihtiyaçtı. Meydan işgalleri, kitle gösterileri ve grevler bizi yönetenleri şaşkına çevirmek için son derece önemli. Ancak bu mücadeleleri zaferle sonuçlandırmak için, tüm bu eylemliliklerin en ön saflarında yer alan aktivistlerin, devrimlerden çok daha önce inşasına başlanmış olan partilerde örgütlenmiş olması gerekiyor. Siyasi tabloyu ezilenler lehine kalıcı olarak değiştirmek, ancak böyle aktivistleri bir araya getiren ve yıllar içinde sınıf mücadelesinin çeşitli dönemeçlerinde deneyim kazanmış kitlesel partilerin devreye girmesiyle mümkün.
Arap Baharı’nın en ateşli destekleyicisi olan Sosyalist İşçi, Türkiye’de de böyle bir devrimci aktivistler ağının örgütlenmesiyle ilgili çabanın merkezinde duran bir yayın.
Ozan Tekin
(Sosyalist İşçi)