15 Ocak’ta Rosa Luxemburg’un, Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD)’nin paralı asker birlikleri tarafından kafası dipçikle ezilerek ve dövülerek öldürülmesinin 87. yılı olacak.
Rosa Luxemburg kuşkusuz döneminin en parlak ve korkusuz devrimcisiydi. Üstelik o ‘dönem’ bir yanda kapitalist barbarlığın yıkımının diğer yanda kitlesel işçi mücadelelerinin, devrimlerin, tarihin en kanlı denemlerinden I. Dünya Savaşı’nın yaşandığı sert bir dönemdi. Luxemburg henüz ilk gençlik yıllarında ortasına atıldığı işçi sınıfı mücadelesinden hiç kopmadı. 1918 Alman devrimi sırasında işçi sınıfının ayaklanmasını erken bir ayaklanma olmakla eleştirmesine rağmen, ölümü pahasına ayaklanmanın en önünde yer aldı.
Rosa Luxemburg’un kitle grevinin önemi, reformizmle tartışmalar, mücadelenin kendiliğindenliği ve işçi sınıfına güvenmek gibi bir dizi başlıkta yaptığı katkılar bugünün mücadelesinde geçerliliğini ve önemini koruyor. Neredeyse dünyanın tüm ülkelerinin bombaladığı Suriye üzerinden, emperyalist blokların hegemonya savaşı verdiği günümüzde Luxemburg’un emperyalizme, savaşa ve militarizme karşı mücadele anlayışı belki de hiç olmadığı kadar güncel.
Reformizmin ihaneti
Ağustos 1914 Almanya’daki sınıf mücadelesi açısından dönüm noktasıdır. Dünya savaşının bir parçası olma kararı Alman egemen sınıfının yanı sıra, o dönem dünyanın en büyük işçi partisi olan SPD vekilleri tarafından da parlamentoda onaylanır. Tüm topluma, hatta kendi siyasi örgütüne hakim olan savaş çığırtkanlığının arasında Luxemburg’un ve birkaç arkadaşının taviz vermediği savaş karşıtlığı ilham vericidir. Luxemburg’un savaş ve emperyalizm karşısında alınması gereken tutuma dair tartışmaları savaşın başlamasından öncesine uzanır.
Enternasyonal’in 1907’deki kongresinde emperyalist güçlerin sömürgeciliği tartışılır. Kongrenin yarısı, ‘prensipte her sömürgeyi reddetmeyiz’ diyerek hükümetlere sömürgelerdeki yerlilerin haklarının korunması için uluslararası bir anlaşma imzalatma kararını onaylar. Bu tutum aslında emperyalizmin, yayılmacılığın ve savaşların onaylanmasıdır. Emperyalizmi ve onun savaşını yenmenin ancak kapitalizmi yenmekle mümkün olduğunu düşünen Rosa Luxemburg’un sunduğu karar tasarısı ise bambaşkadır: “Savaş tehdidi halinde, işçilerin ve parlamentodaki temsilcilerinin görevi savaşın patlak vermesini önlemek için her şeyi yapmaktır”.
Ancak SPD’nin liderliği olan Kautsky ve Bernstein emperyalizmi bir tehdit olarak görmüyor hatta egemen sınıfların bir aşamada silahlanmanın ağır yükünü fark edip emperyalist politikalardan vazgeçeceğine inanıyorlardı. Onlara göre emperyalizm kapitalizmin bir ürünü değil, silah tüccarları ve bankacıların çıkardığı kötü bir icattı. Savaşlar da emperyalizmin doğal sonucu değildi. 1911’de dünyada herhangi bir savaş tehlikesinin olmadığını düşünen bu isimler silahsızlanma anlaşmaları, günümüzde AB olan Avrupa Birleşik Devletleri’nin müdahalesi veya uluslararsı mahkemelerin savaş ihtimalini önleyebileceğini anlatıyordu.
Emperyalizme hayır
Luxemburg’a göre kapitalizmin yayılma olmaksızın mümkün olabileceğine dair bu görüş, emperyalizmin ve militarizmin egemen sınıfların da çıkarına olmadığını ve bu yüzden işçi sınıfıyla ‘makul’ burjuvazi arasında bu konuda ittifak kurulabileceğini varsayıyordu. Bu eğilime yanıt verirken adeta, bugün de BM’e, güvenlik zirvelerine, ‘insani müdahaleye’ umut bağlayanları görmüştü. Luxemburg’a göre emperyalizm ve savaşlar kapitalist toplumun hayati çıkarlarından doğar. ‘Orak altındaki mısır gibi biçilen şey, bizim umudumuz, bizim insanlarımızdır. Burjuva toplumu bir çıkmazla yüz yüzedir. Ya sosyalizme dönüşecek ya da barbarlığa geri dönecektir. Biz bir seçimle yüz yüzeyiz ya emperyalizmin zaferi ve yok oluş ya da işçi sınıfının zaferi”. Luxemburg için savaşları durdurmanın yolu emperyalistler arasında tercihte bulunmak veya egemen sınıfın kurumlarından medet ummak değil, savaşa karşı kitle mücadelesi örgütlemekten geçiyordu.
1913’te temel ilkelerinden biri ‘bu sisteme bir tek kuruş ve bir tek adam yok’ olan SPD, silahlanma için yeni bir verginin konmasını partinin sağ kanadının çoğunluğu kazanmasıyla birlikte onayladı. Luxemburg yazılarında, silahlanma için mülk sahiplerinin vergilendirilmesinin işçi sınıfını vergi yükünden kurtarmak anlamına gelmediğini ve ezilenlerin çıkarına olmadığını anlatıyordu. Çünkü militarizmin güçlenmesi, militarizme verilen her kuruş emperyalizmin siyasal ve ekonomik egemenliğini güçlendiriyordu. Bu yıllarda yaptığı militarizme ve savaşa karşı konuşmalar nedeniyle, Alman subaylarına hakaretten hakkında davalar açılıp duruyordu.
Savaşa, militarizme geçit yok
Kısa bir süre sonra sınav niteliğinde, yeni bir parlamenter oylama SPD’nin karşısına çıkacaktı. Ancak sosyal demokrasi sınavı geçemedi. 1914 yılının Ağustos ayında Birinci Dünya Savaşı için kredi oylamasında, parlamentoda savaşa karşı sadece tek bir ses çıkıyordu ve aleyhte oy veriyordu: Luxemburg’un yoldaşı olan Karl Liebknect.
Alman egemen sınıfı savaşı meşrulaştırmak için ‘gerici’ Çar rejimine karşı olduğunu söylüyordu. SPD’nin tutumu ise katıksız bir milliyetçilikti. Sisteme verilecek tek bir adam yok ilkesi yerini ‘Rus despotizmine karşı Alman ulusunun geleceğini, ülkenin bağımsızlığını ve uygarlığını korumaya’ bırakmıştı.
Rosa Luxemburg ve yoldaşı Liebknecht tüm dünyada savaşın desteklendiği en zor zamanlarda, savaşın dünyanın yoksullarını birbirine kırdırmaktan başka bir anlamı olmadığını kararlılıkla anlattılar. Savaşın kanlı, ağır yükü fark edildikçe, işçi sınıfını 1918’de devrimci bir ayaklanmaya götüren süreçte, tutarlı savaş karşıtlığından taviz vermeyen Luxemburg, Liebknecht ve bir avuç yoldaşının rolü büyüktü.
İşçi sınıfını bölen milliyetçi fikirler karşısında egemen sınıfın yenilgisini savunmak, milliyetçiliğe ve militarizme taviz vermemek, amasız fakatsız emperyalist savaşlara karşı olmak Rosa Luxemburg’un parlak devrimciliğinden ders çıkarmamız gerekenlerden sadece birkaçı.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)