Sosyalizm mümkün olabilir mi?

31.12.2015 - 16:41
Haberi paylaş

Sosyalizmin mümkün olup olmadığı sıkça karşılaştığımız bir soru. Aslında kapitalizmin temsilcileri, günün yirmi dört saati durup dinlenmeden bu soruyu olumsuzlayarak yanıtlıyor, sosyalizm diye bir şeyin mümkün olmadığını, bunun en iyimser düşünceyle bile ancak bir ütopya olabileceğini, iyi niyetli bazı gençlerin ham hayallerinden ibaret olduğunu anlatıyorlar.

Bunu yaparken kapitalizmin bir fırsatlar sistemi olduğundan dem vuruyor, kafasını çalıştıran ve şansı yaver gidenin zenginlerin o ışıltılı ve masalvarî yaşamına dahil olabileceğini her çeşit televizyon dizisiyle ortaya koyuyor, bu fırsatları kaçıranları ise bir başka dünyada daha güzel bir yaşam vaadiyle avutmaya çalışıyor.

Kapitalizmin temsilcilerinin bütün bu söylemlerinde dayandıkları en önemli örneklerden biri, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan durum. Aslında 1920'li yılların ikinci yarısından itibaren sosyalizmle olan ilişkisini bir karşı devrimle kesmiş ve kapitalizme sert bir geri dönüş yapmış olan Sovyetler Birliği'ndeki ağır sömürü ve baskı koşulları, yıllarca kapitalistler tarafından dünya işçi sınıfına sosyalizm olarak tanıtıldı ve sosyalizm öcüleştirildi. Sovyetler Birliği ve diğer devlet kapitalisti ülkelerin bizzat işçiler tarafından yıkılması ise kapitalist ideologlar tarafından "tarihin sonu" olarak ilan edildi. Onlara göre zaten doğası gereği kötü olan sosyalizm bir daha geri gelmemek üzere iflas etmiş, kapitalizm mutlak egemenliğini ilan etmişti.

Kapitalizm kendi mezarını kazıyor

Oysa bunun böyle olmadığı çok kısa bir süre sonra anlaşıldı. 1999'da kapitalizmin kalbi denebilecek Seattle'da Dünya Ticaret Örgütü'nün toplantısı, binlerce kapitalizm karşıtı tarafından devasa gösterilerle protesto edildi. Bu olay dünya genelinde büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Mutlak zaferini ilan ettiği öne sürülen kapitalizm, hem de tam kalbinde on binler tarafından protesto ediliyordu! Bunun nedeni aslında bir sır değil. Kapitalizm, kendi içinde uzlaşmaz çelişkiler barındıran bir sistem. Bu çelişkilerin ilki ve en önemlisi, kâr oranlarının düşme eğilimi.

Kâr oranlarının düşme eğilimi, aslında kapitalistlerin rekabet güçlerini artırmak bağlamında üretimi daha verimli kılmak için makineleşme ve otomasyona daha fazla yatırım yapmaları anlamına geliyor. Bu, kapitalistler için ilk bakışta anlaşılır bir durum gibi görünürse de, aslında kâr oranları giderek düşmeye başlıyor, çünkü kâr oranlarını belirleyen bileşenlerin en önemlisi, Marx'ın artı değer teorisinde anlatıldığı üzere, sömürülen emek gücünün miktarı. Makineleşme artıp sömürülen emek miktarı azaldıkça, elde edilen kâr azalıyor. Dolayısıyla, bir yandan verimliliği ve rekabet güçlerini artırırken, öte yandan daha az para kazanıyorlar.

Kâr oranları elbette sürekli bir düşüş eğilimi göstermiyor. Kapitalizm kimi zaman silahlanmayla, savaş ekonomisiyle, kimi zaman da işçi sınıfına yönelik neoliberal saldırılarla kâr oranlarını yükseltmeye çalışıyor. Günümüzde çalışanların ücretlerinde, emeklilik maaşlarında, sosyal haklarda ve başka bir dizi alanda yapılan kesintiler, kapitalistler tarafından kâr oranlarının daha fazla düşmesini engellemek için bulunan çözümlerden biri. Yunanistan, İspanya, Fransa, İtalya, Portekiz, İrlanda ve başka bir dizi ülkede ise uygulanan neoliberal politikalar güçlü tepkilerle karşılaştı. Bu ülkelerin birçoğunda işçi sınıfı kemer sıkmalara, kesintilere karşı sayısız grev ve direniş örgütledi, sol ve sosyalist hareketler güçlendi, radikal sol hareketler kimi ülkelerde iktidara geldi. Kapitalizm çeşitli ölçeklerde sorgulanmaya başlandı.

Sadece Avrupa'da değil, yoğun baskı ve sömürü politikaları, gıda fiyatlarında görülen artış, sosyal harcamaların neredeyse dibe vurması, Kuzey Afrika ile Arap yarımadasında isyan ve ayaklanmalara neden oldu. Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan isyan hareketleri, kısa sürede bir devrime dönüştü. Mısır ve Libya'da yıllardır iktidarda bulunan ve devrilmeleri mümkün görülmeyen diktatörler, birkaç hafta zarfında alaşağı edildi. Tunus'ta ve Mısır'da örgütlü işçi sınıfı, bu hareketlerin başını çekti. Böylece artık var olmadığı öne sürülen işçi sınıfının en baskıcı, en zalim diktatörlüklerde bile devrimler gerçekleştirebileceği olanca görkemiyle açığa çıktı. Ancak kapitalist devletlerin yıkılamaması, bu devrimlerin dünyaya yayılamaması, devrimlerin boğulmasına ve karşı devrim süreçlerinin yaşanmasına neden oldu.

İklim krizi kapıdan içeri girdi

Kapitalizmin içinde bulunduğu en önemli krizlerden biri de iklim krizi. Aslında fosil yakıt kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan karbon gazlarının atmosfere aşırı miktarda yayılmasıyla dünyanın ısısının artması olarak özetlenebilecek olan iklim krizi, giderek daha korkunç bir hal alıyor. Yıllar boyunca yağış almayan çölleri sel bastığı, aslında yağışlı olan bölgelere aylarca bir damla yağmur düşmediği, aşırı sıcaklardan ya da soğuklardan yüzlerce insanın öldüğü haberleri hemen her gün medyada yer alıyor. Bu durum, kapitalizmin en büyük açmazlarından biri. Aslında fosil yakıt tüketimine son verip yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeleri gerektiğini hepsi çok iyi biliyor, fakat aralarındaki rekabette geri düşecekleri korkusuyla bunu yapmaya bir türlü yanaşmıyor, yanaşamıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Paris'te düzenlenen iklim konferansında bu yönde bağlayıcı bir kararın alınamaması, bu durumun son örneklerinden biri.

Ancak dünya ısısının bu şekilde artması durumunda önümüzdeki birkaç on yıl içinde canlı hayatının önemli bir kısmı yok olacak, buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyesi hatırı sayılır bir şekilde artacak, deniz kıyısında bulunan yaşam alanları su altında kalacak, dünyada içme suyu ve devasa mülteci krizleri yaşanacak. Kapitalizm, karşısındaki bu çok büyük tehdide bir çözüm üretmiş değil.

Çağların pisliğini temizlemek

Bütün bu sorunları sistem içinde çözmek mümkün değil. Ama bu sistemin kalıcı ve yıkılmaz olduğu fikri de gerçek değil. Milyonlarca insan her gün çeşitli şekillerde kapitalizme karşı mücadele ediyor. Devrimci sosyalistler ise bu kitleleri sosyalizm fikrine bir adım daha yaklaştırmak için mücadele ederler, çünkü çok iyi bilmektedirler ki, Marx'ın dediği gibi, "devrim, sadece egemen sınıf başka türlü devrilemeyecek olduğu için değil, aynı zamanda şu nedenle de gereklidir: deviren sınıf ancak bir devrim sürecinde kendini çağların pisliğinden temizleyebilir ve toplumu yeniden yaratabilecek bir sınıf haline gelebilir".

Atilla Dirim

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol