Kendisini sosyalist olarak tanımlayanların kendi aralarında fazlasıyla bölünmüş olduğu bilinen bir şeydir. Denizde kum, sosyalizmde teori. Kendisini Marks, Engels, Lenin, Troçki, Cliff teorik hattının takipçisi olarak tanımlayan birisi olarak, tüm bu farklı farkı teorik jargonun temelinde sosyalizmin, günün sonunda, teoride ve pratikte, birbirine zıt iki temel kutup üzerinden anlaşıldığını ve icra edildiğini görüyorum.
Çok da matah bir teorik ismi olmayan bu ayrıma ismini verenler “aşağıdan sosyalizm” ve “yukarıdan sosyalizm” diyorlar. Bu ayrımı yapanlar kuşkusuz kendilerini aşağıdan sosyalizm taraftarı olarak tanımlıyor ve dünyayı bu pencereden algılamaya çalışıyor.
Kısaca aşağıdan sosyalizm, sosyalist projenin her dönemeçte ve her karar sürecinde en aşağıdan ve tüm kitleleri kucaklayacak şekilde örgütlenmesi, bu kitlelerin kaderlerini kendilerine “kurtarıcı”, “öncü”, “daha iyi bilen” sıfatları yakıştıran önderlerin insiyatifine bırakmaması anlamına geliyor. Yukarıdan sosyalizm ise tam olarak ikincisi, kitlelerin kararlarına pek ihtiyaç duymayan bir sosyalizm görüşü.
Bu haliyle aşağıdan sosyalizm basit bir etik tercih değil sadece, aynı zamanda dünyanın kalıcı olarak dönüşebilmesi, kapitalizmin geri dönmemek üzere tarihe gömülmesi için de bir pratik bir zorunluluk.
Yukarıdan sosyalizme iki örnek: Stalinizm ve parlamentarizm
Yirminci yüzyıl tarihi Stalinizm’in korkunç suçlarıyla dolu olduğu için çoğu aktivist için aşağıdan sosyalizmin neden bir gereklilik olduğunu kavramak çok zor olmuyor. Ancak yukarıdan sosyalizm denilen şey, yalnızca Stalinizm’e özgü değil, parlamentarizm de benzer bir dertten muzdarip.
En son örneğini %60’ın üzerinde ezici bir çoğunlukla kemer sıkma politikalarına hayır diyen Yunanistan halkının taleplerini bir hafta içinde görmezden gelen Syriza örneğinde gördük.
Bir nedenle Syriza yönetimi, halkın iradesinin her zaman çok önemli olmadığını düşünüyor ve kitlelerin güvenine ihanet etmenin, finansal felaketin baş sorumlusu soyguncuların gözünde saygınlıklarını kaybetmelerine nazaran daha kabul edilebilir bir şey olduğunu düşünüyor. Syriza’nın kemer sıkma politikalarını kabul etmesine muhalif olan Syriza’nın içindeki sol muhalefet de, parti yönetimine yönelttikleri tüm eleştirilere rağmen, çözümü halen Syriza’nın içinde kalmakta, parlamento dahilinde çözmekte, başka bir tür “saygınlık kazanma / kaybetmeme” oyununa bel bağlamakta görüyor. Kemer sıkma politikalarına karşı sokağı örgütlemenin, fabrika ve işyerlerini işgal etmeye hazır işçi sınıfı kitleleriyle birlikte örgütlenmenin gereğine inanan ve kapitalist devletin ancak dışarıdan alt edilebileceğini söyleyen anti-kapitalist solun çağrılarına şimdilik kulak tıkamış görünüyorlar. Temsilcisi oldukları işçi sınıfı ve ezilenlerin hayatlarının düzelmesi gerektiğine inanıyorlar, ama çözümün yine bu kitlelerin gücünde olduğuna da ikna değiller. Bazı kararları kitlelerin değil kendilerinin almalarının daha doğru olduğunu düşünüyorlar.
İşte bunlar hep yukarıdan sosyalizm.
Devrimi kim kime haber verir?
Gerçek şu ki dünya ve de bu dünyayı değiştirme aracı olarak devrimci politika hiçbirimizin tek başımıza, ya da sosyalist başımıza, tam olarak kavrayamayacağı kadar zengin, öngörülmez ve de karmaşık. Bunun yukarıdan aşağıya dikte edilmesi zaten sosyalizmin doğasına aykırı.
Örneğin “Devrimden Sonra” filmini seyretmiş miydiniz? Bence yukarıdan sosyalizm nedir sorusuna çok iyi bir örnek, tavsiye ederim. Film sosyalist bir devrimin gerçekleştiği bir ülkeden kesitler sunuyor. Yönetmenin bakış açısından devrim sonrasının nasıl bir şey olacağını anlatıyor. Bir sahnesinde, başkentte gerçekleşen devrimin haberinin bir askeri garnizon komutanına iletilişini izliyoruz. Haberi alan general hazırolda bekleyen erlerinin yanına gidip, komutan tonuyla devam ederek “hayırlı olsun devrim olmuş arkadaşlar” diyor. Oysa sosyalizm öyle bir şey değil. Devrim anı geldiğinde durumu komutan erlere anlatmaz, erler komutana anlatır “bundan sonrasını biz devralıyoruz, kenara çekil beybaba” derler. Devrim yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya hareket eder, yayılar, her dönemeçte kitlelerin karşısına çıkan yeni durumlara cevap verebilmek için olabildiğince geniş ve kolektif bir fikir akışına ihtiyaç duyar.
Devleti yıkmak: aşağıdan ve dışarıdan
Devlet tek sınıfın nihai kontrolünde bir mekanizma olduğu için, kapitalist devleti “yukarıdan” ve “içeriden” ele geçirmeyi düşünen sol stratejiler sürekli başarısızlığa uğramaya mahkumlar. Egemenler hiçbir zaman iktidarı bize sırf biz parlamenter çoğunluğu sağladık diye bırakmayacaklar. “Tamam ikna olduk, haklısınız, meclis çoğunluğu sizin elinize geçtiğine göre biz de sizi sömürmekten vazgeçiyoruz, tüm imtiyazlarımızdan vazgeçiyoruz” demeyecekler.
İşçi sınıfı kitlelerini mobilize edememiş, bunun gereğini duymamış, sınıfla ilişkisini seçimden seçime ziyaret edilen bir seçmen seçilen ilişkisi seviyesinde tutan ve aşağıdan yükselmeyen hiçbir sosyalist hükümet tebrik mesajlarını kabul edeceği ilk birkaç günden daha uzun süre iktidarda kalamaz. Kapitalistlerin yönetebilmesi için özel olarak dizayn edilmiş koca bir devlet bürokrasisi, generalleri, bakanları, hakimleri, savcıları, emniyet amirleri, finans bürokratlarıyla, sürekli tetikte olarak es kaza iktidara gelebilmiş sosyalist bir hükümeti düşürmeye dünden hazırdırlar. Emniyet amirleri sosyalist hükümetin emirlerini yerine getirmemeyi, finans kapitalistler ve bürokratları ekonomiyi sabote etmeyi, mal ve hizmetlerin yoksul halka ulaştırılmasını piyasa güçlerini kullanarak boykot etmeyi, generaller derin devlet yapılarını kullanarak hükümeti yıpratacak provokasyonlar yapmayı ya da doğrudan darbe yapmayı seçeceklerdir. Şili’nin ilk sosyalist devlet başkanı Salvador Allende iktidara geldikten kısa bir süre sonra bu hatayı canıyla ödedi. İşçi milislerini silahlandırması, ve parlamento yerine sokağı örgütlemesi için aşağıdan sosyalizm aktivistlerince defalarca uyarılmıştı. Ama o kitlelerin gücü yerine, “demokrasinin teminatı olan silahlı kuvvetlere”, kendisini sarayında öldürtecek olan darbeci Augusto Pinochet’ye güvenmeyi seçti.
Kendisine sosyalist diyen bir kalkışma egemenler için ancak ve ancak tüm işçiler bu kalkışmaya katıldığı zaman, bunun öznesi oldukları zaman önüne geçilemez olur, egemenlerin kontrolü kaybettikleri ve manipüle edemedikleri bir güce ulaşır.
Daha kısaca söylemek gerekirse yukarıdan aşağıya örgütlenen bir toplum ancak kesintisiz ve tutarlı bir şekilde aşağıdan yukarı örgütlenmiş bir karşı hareketle baştan aşağı dönüşüme uğratılabilir. Sosyalizmin aşağıdan olanı bu yüzden elzemdir.
Alper Ard