7 Haziran seçimlerinde %16.45 oy alarak 80 milletvekiliyle bir kez daha meclise giren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), koalisyon tartışmalarının göbeğinde yer almasından da güç alarak, bir kez daha gerçek yüzünü göstererek saldırganlığını artırıyor.
Faşistlerin şefi Devlet Bahçeli, herhangi bir koalisyon için temel şartlarının çözüm sürecinin bitirilmesi olduğunu söylemişti. 2013 yılında çözüm süreci başladığında buna karşı mitingler düzenleyen MHP, umduğu ilgiyi bulamamıştı. Bugün ise AKP’nin savaş politikalarına yönelmesi, faşist partiye bir kez daha umut verdi.
Sokakta terör estirdiler
Haziran ayı sonunda ise Kars Ülkü Ocakları Başkanı Tolga Adıgüzel, Ermenistan'ın ünlü caz piyanisti Tigran Hamasyan'ın Ani Harabeleri'nde konser vermesine “tepki” göstermiş, “Sokaklarda Ermeni avına mı çıkalım?” diyerek tehditler savurmuştu.
Bahçeli, bu dönemde, eski DİSK başkanı Kemal Türkler’i öldüren faşistin cenaze töreninde boy gösterdi.
MHP’liler daha sonra Türkiye’deki Doğu Asyalılara karşı bir saldırı dalgası başlattı. Çin’de Uygur Türkleri’ne ramazan sırasında baskı uygulandığına dair medyada yer alan –daha sonradan devlet kurumları tarafından da yalanlanan- manipülatif bilgiler, ülkücüleri sokaklarda “Çinli avı”na yöneltti. Birçok yerde “çekik gözlü” kimi buldularsa saldırdılar.
Ölüm listeleri
Bahçeli son olarak ise HDP’ye oy veren 6 milyon kişiye “Yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP’ye veren şerefsizler” diyerek saldırdı. Kamuoyunda bu söze büyük tepki oluşmasına rağmen MHP geri adım atmadı. Bahçeli’nin siyasi danışmanı Metin Özkan, ellerinde üç bin kişilik bir “şerefsizler listesi” olduğunu açıkladı.
Bu, büyük bir tehdit. MHP’lilerin ellerindeki listeler her zaman ölüm listeleri olmuştur. Faşist partinin çeteleri, 46 yıllık tarihi boyunca grevci işçilere, Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, kadınlara, LGBTİ’lere, kısacası tüm ezilenlere kan kusturmuştur.
Meşru siyasi parti değil kan döken çete
Faşistlerin her zaman ikili bir taktiği vardır. Bir yandan anaakım siyasetin bir parçası, saygın bir politik parti olarak gözükmeye çalışırlar. Diğer yandansa Ülkü Ocakları gibi gerektiğinde sokaklarda terör estirebilecek paramiliter yapılar inşa ederler. MHP de bazen “AKP karşıtı” cephenin de yoğun katkısıyla kendini diğer partilerden pek farkı olmayan bir siyasi odak gibi gösteriyor. Bugünlerde olduğu gibi, bazı dönemlerde ise etrafa tehditler yağdırarak, çözüm sürecine karşı çıkarak, Türkiye’de siyasal demokrasinin sınırlarının genişlemesi adına var olan her olumlu gelişmeyi baltalamaka istiyor.
Mücadele
MHP tüm insanlığın düşmanı olan bir Nazi partisidir. Bu parti hiçbir platformda meşrulaştırılmamalı, AKP veya CHP gibi diğer düzen partilerinden bütünüyle farklı olduğu her zaman akılda tutulmalıdır.
Faşistlerin durdurulabilmesi için bir yandan Türk milliyetçiliğine karşı amansız bir mücadele, bir yandan da emek örgütlerini, solu ve tüm demokrasi güçlerini bir araya getiren kitlesel kampanyalar inşa etmek gerekmektedir.
Her zamanki yalan
MHP’yi meşrulaştırmak isteyip de partinin karanlık geçmişine kılıf arayanlar, Alparslan Türkeş’ten sonra gelen Devlet Bahçeli’nin “ülkücüleri sokaktan çektiğini” iddia ediyorlar.
Sık sık dolaşıma sokulan bu gerçek dışı argüman, MHP saldırganlığını her artırdığında çöküyor. Ülkücüler her seçim döneminde Kürtlere saldırıların merkezinde yer alıyorlar.
Soykırımın inkârı gündeme geldiğinde başrolde MHP’liler yer alıyor. Kobanê direnişiyle ilgili 6-8 Ekim protestolarında Kürtlerle dayanışmak isteyenlere saldıranlar ülkücü faşistlerdi. MHP değişmedi. Hâlâ binlerce faşist militanı olan, bunları ülkenin dört bir yanındaki Ülkü Ocakları’nda eğitip yetiştiren, sokakları gerektiğinde Naziler gibi terörize etmeyi amaçlayan bir çete.
Faşizmi kimler meşrulaştırıyor?
Düzen partilerinin milliyetçilik yarışı, her seferinde MHP’ye yarıyor. Bu konuda liderliği, Cumhuriyet mitingleri ve darbe girişimleri döneminde “Vatan elden gidiyor” paranoyasını yayan CHP göğüslüyordu. Son birkaç yıldır ise AKP’nin hamleleri MHP’ye güç veriyor. Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş politikaları, Ermeni Soykırımı’nın en pespaye argümanlarla inkârı, Türk milliyetçiliğini ve onun en kararlı savunucusu MHP’yi “merkez” bir siyasi parti görünümüne sokuyor.
Bir diğer sorun ise MHP’yi “AKP karşıtı cephe”nin bir parçası olarak yücelten ulusalcılar, basgeççiler ve stalinistler. AKP’ye karşı Kürtlerle Kürtlerin katillerini bir araya getirmeyi, CHP-MHP-HDP koalisyonunu savunanlar. 2011 seçimlerinden hatırlanabileceği gibi MHP’nin parlamento dışı kalmasının demokrasiye bir tehdit olacağını öne sürenler. 2014 yerel seçimlerinde Ankara’da faşist Mansur Yavaş için kampanya yapanlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu destekleyenler. Tüm bunlar “sol” adına işçi sınıfının en büyük düşmanının saldırganlığını artırmasına olanaklı bir ortam yarattılar.
Yanlış faşizm teorileri yenilgi getirir
Faşizme karşı mücadelede, işçi hareketi içindeki ve soldaki kafa karışıklığı önemli bir engel. Tüm burjuva yönetim biçimlerini nüanslarla birlikte “faşizm” olarak adlandıran anlayış, faşist partiler MHP ve BBP’yi diğer düzen partilerinden ayırmayı ve onlara karşı özel bir mücadele stratejisi geliştirmeyi imkansız kılıyor.
“Sömürge tipi faşizm”, “İslamofaşizm”, açık ve kapalı faşizmler, “askeri” faşizm vs. gibi terimler, AKP’yi veya CHP’yi de “faşist” olarak görmek faşizme karşı mücadeleyi önemsizleştiriyor.
Almanya’da Nazilerin yükselişini ele alarak faşizmi inceleyen Troçki, bunu, kafası kesilmiş bir adamla kolu kesilmiş bir adam arasındaki farkı anlayamamak gibi görüyordu. Ve Almanya’da Nazileri durdurmak için sosyal demokrat işçilerle komünist işçilerin birleşik cephesini öneriyordu. Stalin’e bağlı Alman Komünist Partisi ise asıl faşistin sosyal demokratlar olduğunu öne sürüyordu. Bu birliğin sağlanamamasının başta Alman işçiler olmak üzere uluslararası işçi sınıfı için faturası ağır oldu.
İşçi sınıfının tarihi, kitlesel kampanyalarla faşistlerin geriletildiği ve ezildiği örneklerle dolu. Bunu sağlamanın bir diğer yolu ise faşistleri “tartışma ve ikna” yöntemiyle değil aktif mücadeleyle durdurmaya çalışmak. İngiltere’deki antifaşist hareket böyle yaparak tarihin farklı dönemlerinde faşistleri sokaklardan silmeyi başardı. Fransa’da aynı şeyin tercih edilmemesi ise Le Pen’in nazilerinin toplumun birçok alanında kök salmış kitlesel bir faşist parti hâline gelmesine neden oldu. Türkiye’de MHP’ye karşı mücadelede bütün bu deneyimleri anlamak önemli bir yer tutuyor.
MHP kapatılsın!
MHP’nin savunduğu görüşler “düşünce özgürlüğü” kapsamında değildir. Kürtlerin ezilmesi, Ermeni Soykırımı gibi kitlesel bir katliamın savunulması, bütün fikirlerin yasaklandığı tek tipçi, “mozaik değil mermer” anlayışında bir toplumun inşası MHP’nin hedefidir. Bu nefret söylemlerinin propaganda edilmesi serbest olmamalıdır. Nefreti örgütleyerek saldırılarla toplumu terörize eden çeteler ise yasaklanmalı, bunlar destekleyen faşist parti MHP kapatılmalıdır.
Faşizmin uzun mücadeleler sonucu geriletildiği ve itibarsızlaştırdığı ülkelerde, antifaşist hareketin içinde devletin faşist gösterileri yasaklamasını merkeze koyan eğilimler ortaya çıkabiliyor.
Elbette ki faşist hareketlerin yok olması, devletlerin alacağı kararlara veya koyacakları yasaklara bağlı değildir. Hatta bu tip yasaklar genellikle antifaşistleri durdurmak için kullanılmak istenir. Nazileri durdurmanın yolu onlara kitlesel eylemlerle geçit vermemektir.
Türkiye gibi faşist hareketin tarihsel olarak çok güçlü olduğu ve bugün %17’ye yakın bir seçmen desteğine sahip olduğu yerlerde ise, MHP’nin kapatılması gerektiğini anlatmak, aynı zamanda onu teşhir eden bir mücadele çağrısıdır. MHP meşru bir siyasi parti değildir. Savundukları şeyler “fikir” veya “görüş” değildir. Bu yanılgının ortadan kaldırılması için ona karşı mücadele etmek, onun yasaklanması gerektiği fikrini hakim kılmak gerekir. Bu, tam da demokrasinin gereğidir.
Kitap: Faşizme Karşı Mücadele (Troçki, Yazın Yayıncılık)
MHP sıradan bir merkez sağ partiymiş gibi gösterilmeye çalışıldıkça faşist partinin faşist liderinin açıklamaları gerçek karakterlerini açık ediyor. MHP barışın, halkların kardeşliğinin, özgürlüğün bir numaralı düşmanıdır. MHP’ye karşı mücadele etmek için faşist partilerin gerçek karakterine dair bilgi sahibi olmak önemli. Ekim Devrimi’nin önemli aktörlerinden Troçki’nin Almanya’da Nazizmin doğuşuna tanık olunan yıllarda kaleme aldığı Faşizme Karşı Mücadele kitabı, bugünün anti faşistleri için de bir kılavuz.
Troçki’nin analizine göre kapitalizmin ürünü olan faşizm, bir kitle hareketidir. Faşizm işsizlerin, lümpenlerin, her an birikimini kaybetmenin endişesiyle yaşayan küçük burjuvaların umutsuzluğunu örgütler. Faşist terörün kapitalizm için etkili bir silah olmasına yol açan da budur. Bir polis ya da asker size saldırabilir, vurabilir. Onlara direnirsiniz ya da kaybedersiniz, ancak bu saldırı durumu geçici ve belirlidir. Fakat aynı apartmanda oturduğunuz komşunuzun bir gün elinde satırla kapınızı çalması, milyonlarca umutsuzun aynı şekilde davranması, tarihte görülmemiş derecede büyük bir barbarlık yaratır.
Faşizme dair Troçki’nin geliştirdiği marksist analizin iki önemli vurgusu var. Birincisi faşizmin yarım kalan, yenilen devrimlerin bedeli olduğu. O dönem dünyadaki en büyük örgütlülüğe sahip Almanya işçi sınıfı, 1918 ve 1923 yıllarında ayaklanmış ancak devrimler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Umudun boğulduğu ânı örgütleyen Nazizim oldu. İkincisi vurgu 1929’da dünya tarihinde o güne kadar yaşanan en büyük ekonomik krizin etkisine dairdir. ‘Büyük Buhran’ olarak bilinen kriz milyonlarca insan için tahrip ediciydi. 1929 ve takip eden yıllarda Hitler’in partisinin yükselişinde Büyük Buhran oldukça etkiliydi.
Troçki’ye göre kriz dönemleri radikalizm zamanlarıdır. Bir yandan devrimci olasılıklar belirirken öte yandan karşı-devrim de varolur. Ancak ikisi bir arada yaşayamaz. Biri diğerini yenmelidir. Faşizmi yenmek, yükselişini önlemek mümkündür.
Faşizmin panzehiri antifaşist bir birleşik cephe örmekten geçiyor.