Çağla Oflas, Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısındaki yazısında, işçi sınıfının niçin kapitalist toplumu yıkıp yerine bir yenisini kurabilecek tek güç olduğunu yazdı:
Dünyada her üç saniyede bir insan açlık ya da hastalık nedeniyle ölüyor. Suriye’deki iç savaş nedeniyle göç etmek zorunda olanların sayısı 5 milyona ulaştı. Hemen her gün Akdeniz’de yüzlerce mültecinin ölüm haberlerini duyuyoruz. Yeterli ve net veri olmamakla birlikte, dünyada her üç kadından biri hayatının bir bölümünde fiziksel şiddete ve tecavüze uğruyor ya da tacize maruz kalıyor. Her yıl bir milyon işçi patronların kârı uğruna iş “kazası”na maruz kalıyor. Türkiye ölümle sonuçlanan iş “kazalarında” dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Bu felaketlerin sayılarını arttırmak mümkün. Kapitalizmin yarattığı nükleer kazalar yüzünden yok olan şehirlerden ve küresel iklim değişikliği nedeniyle oluşan sel, kuraklık ve kıtlıktan bahsetmedik bile. Büyük bir hızla felakete doğru ilerleyen bu treni durduracak tek güç ise işçi sınıfı.
Marks, bundan 150 yıl önce Komünist Manifesto’da işçi sınıfını, kendisiyle birlikte tüm insanlığın kurtarıcısı ilan etti. Marks’ın işçi sınıfına ithaf ettiği “kurtarıcılık” misyonu, bir tür Mesihçilikten değil, işçi sınıfının kapitalist üretim sürecinde aldığı temel rolden kaynaklanmaktaydı.
Kapitalizm, kendinden önceki üretim ilişkilerinden farklı olarak, üretim sürecini toplumsallaştırdı. Feodalizmin çökmesiyle birlikte toplumsal üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran ve ücretli emeği sömüren burjuvazi ortaya çıktı. Kendinden önceki her türlü ilişkiyi dönüştüren burjuvazi, üretim araçlarına sahip olmayan, yaşayabilmek için iş gücünü satmak zorunda olan işçi sınıfını da kendi bağrında yarattı.
İşgücü sömürüsü ve sermaye
Kapitalizmin varlığının temeli olan sermaye ise, yaşamını idame ettirebilmek için iş gücünü satmak zorunda olan işçi sınıfının toplumsal emeğine el koymasının bir ürünü. İşçi sınıfının üretim sürecindeki rutin faaliyeti, sermayenin temelini oluşturmakta.
Kapitalist sermaye birikimi, artı-ürün üzerinden sağlanan artı-değerin, kapitalistin gereksinimlerine harcanan kesimi dışındaki bölümünün yeniden üretime sokulması ve bu artıyla büyüyen sermayenin yeni artı-değer yaratmasıyla mümkün. İşgücü olmaksızın ne sermaye, ne burjuva toplum olabilir. İşçi sınıfının sermaye karşısındaki nesnel durumu, onun sermayenin kâr akışını durduracak stratejik güce sahip olmasının da temel nedenini oluşturmakta. Bu durum aynı zamanda, işçi sınıfının gündelik çıkarlarıyla kapitalistin kâr oranlarını artırma mücadelesi arasındaki çatışmanın da temelini oluşturmaktadır. Yani her gün elektrik, kira, su, barınma vb. ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan işçiler, yaşam standartlarını ve çalışma koşullarını düzeltmek için mücadele ederler. Patronlar ise kâr oranlarını arttırmak için işgücü maliyetlerini düşük tutmak isterler. Yasalar, devletin kolluk güçleri gibi pek çok baskı mekanizmasının temelini, işçi ve burjuvazi arasındaki bu çatışma oluşturur.
İşçi sınıfı ve ezilenler
Toplumsal zenginliği yaratan işçi sınıfının sahip olduğu tek şey, tekrar ve tekrar satmak zorunda olduğu işgücüdür. İşçi sınıfının kolektif faaliyeti, onun diğer ezilen kesimlerden ayrılmasının da temelini oluşturur. Bu nedenle Marks, işçi sınıfının kolektif hareket etme özelliğine dikkat çeker ve bu özellik işçi sınıfını evrensel bir sınıf hâline getirir.
Ezilenlere baktığımızda, işçi sınıfı dışında hiçbir kesim kolektif davranamaz. Örneğin: Eşcinsel olmak, otomatik olarak Kürt özgürlük hareketini destekleyeceğiniz anlamına gelmez. Ya da kadın olmak, sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmaz. Kadın hareketinin tarihine baktığımızda, kadınların farklı sınıflara ait olmaları nedeniyle sürekli bölündüklerini görürüz. Paris Komünü'nün derslerinden biri de, sınıflı bir toplum olan kapitalizmde, sadece ezilme ilişkilerinin ezilenlerin birliğini sağlamaya yetmediğidir. Komünar kadınlar, hareketin ön saflarında savaştı. Burjuva kadınlar ise zafer kazanan Versailles ordularının kente girişini, kadın komünarların gözlerine şemsiyelerinin uçlarını sokarak kutladılar. Kadın olmak onların birlikte durmasına yetmedi.
Öte yandan, işçi sınıfına bilinç dışarıdan taşınmaz. İşçi hareketi, birkaç akıllı ya da iyi niyetli insanın çabalarıyla ortaya çıkmaz. Şu ya da bu şekilde hemen her iş yerinde, patronla işçiler arasında çeşitli derecelerde mücadele yaşanır. İşçiler ekonomik, sosyal ve siyasal talepleri için harekete geçerler. İşçilerin kolektif faaliyetleri, kolayca birlikte harekete geçmelerini sağlar. Bu mücadelede anahtar güç, işçi sınıfının birliğidir. Birleşik mücadele işçi sınıfının kazanımlarına yol açar, bu da işçilerin kendilerine güvenmelerini sağlar. Marks’ın deyimiyle, işçiler kendi içinde sınıftan kendisi için sınıfa dönüşürler. Ezilenler, işçi sınıfının gücüyle birleştiğinde güç kazanırlar. 1968’de kadınlar arasındaki en büyük güven, işçi hareketinin yüksek olduğu dönemde yaşandı. Türkiye’de 1989’da harekete geçen işçi hareketi, kadınların da harekete geçmesinin itici gücü oldu.
İşçi sınıfı bir efsane mi?
Günümüzde, işçi sınıfının 19. yüzyılın başlarında kalmış bir efsane olduğunu, artık bir etkisinin kalmadığını söyleyenlerin sayısı oldukça fazla. Marks, işçi sınıfını burjuvazinin mezar kazıcısı olarak ilan ettiğinde, yalnızca İngiltere ve Belçika’da sanayi devrimi tamamlanmıştı. Marks’ın işçi olarak tarif ettiği insanların çoğu, ev işlerinde çalışıyorlardı. Oysa, üretim sürecinde kişinin üretim araçlarıyla olan ilişkisi, onun sınıfsal konumu belirler. Örneğin, işgücünden başka satacak bir şeyi olmayan doktorlar, öğretmenler işçi. İşçi sınıfı diye tarif edilen kişiler artık sadece sanayide çalışmıyorlar. Hizmet sektöründe, iletişim ve finans sektöründe milyonlarca beyaz yakalı işçi çalışıyor.
Bugün Çin’de çalışan nüfusun yüzde 50’den fazlası, 500 milyonu işçi, Arjantin’de çalışan nüfusun yüzde 91’i, Brezilya’da yüzde 85’i, Şili’de yüzde 89’u, Türkiye’de yüzde 72’si işçi. Ya da işe gitmeden evinde çeviri yapan, ya da bir internet şirketinde çalışan kişiler de işçi sınıfının parçası. Sermayenin merkezileşme eğilimi, her geçen gün daha fazla insanın mülksüzleşerek işçi sınıfına katılmasına yol açarken, kentlerde yaşayan insanların çoğunluğunu da işçiler oluşturmakta.
Milyonlarca işçi harekete geçtiğinde, onları hiçbir güç durduramaz. Yunanistan’da defalarca genel grev yapan işçi sınıfı, Syriza’yı iktidara taşıdı. Mısır’da 18 gün Tahrir meydanında toplanan milyonlara grevlerin eşlik etmesiyle Mübarek gönderildi.
Ocak ayında 15.000 bin işçinin greve çıkması patronların yüreğine korku saldı. Patronların hizmetindeki hükümet, grevleri yasakladı. Ancak korkunun ecele faydası yok. Grev yasakları, baskılar bu hareketi sadece erteledi. Gelinen noktada Bursa’da başlayan, diğer illere de yayılan metal işçileri grevleri, yeni bir mücadele dalgasının başladığına işaret etmekle. Kapitalizmi yenecek, yeni bir dünyanın kapılarını açacak tek güç işçi sınıfıdır. Bu nedenle bakmamız gereken, ilişkilenmemiz gereken işçi sınıfının mücadelesidir. Çünkü “kapitalizmin zincirleri üretildiği yerde kırılacaktır”.
Çağla Oflas