Roni Margulies, Sosyalist İşçi'nin bu haftaki sayısında, doğum günü vesilesiyle Karl Marx ve Marksizm üzerine yazdı:
Tahminimce hiçbir yerde “Marx 197 yaşında” diyen bir afiş veya pankart göremeyeceksiniz. Oysa gerçekten de öyle. Üstelik bu ay doğmuş.
Az önce hesabını yaptığımda şaşırdım doğrusu. Çok olduğunu biliyordum, ama neredeyse 200 yıl olmuş, o kadarını zannetmemiştim.
İnsan düşünmeden edemiyor: İki yüzyıl önce doğmuş bir adam nasıl oluyor da hâlâ konu oluyor, hâlâ izleniyor, bazı çevrelerde merak, bazılarında nefret ve korku uyandırıyor?
“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor... Avrupa’nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler” sözünü sanki kendisi için söylemiş! İki yüzyıl oldu, sadece Avrupa’da değil bütün dünyada egemenler hâlâ Marx’ın hayaletinden kurtulamıyor.
Dünyanın neresinde bir mücadele dalgası yükselse, sömürülenler, ezilenler, yoksullar mevcut yaşam koşullarına karşı nerede isyan etse, orada Marx’ın kitapları çok satmaya, çok okunmaya başlıyor.
Dünyayı değiştirmek için ihtiyaç
İnsanlar belli ki içinde yaşadıkları düzenden mutsuz olduklarında, olduklarının farkına vardıklarında ve bu durum hakkında bir şeyler yapmaya karar verdiklerinde, “Bir bakalım, şu Marx ne demiş acaba” diye düşünüyor.
Ve düşünmekte haklılar.
Bakmayın siz 200 yıl geçtiğine, Marx’ın söylediklerinin artık geçersiz olduğunu kanıtlamak için koca koca üniversite bölümleri kurulduğuna. Kapitalizmi anlamak için, nasıl değiştirilebileceğini kestirebilmek için Marx okumaktan başka çare yoktur.
Birileri işgücü istihdam ettiği ve birileri işgücünü satmak zorunda olduğu sürece; üretim insanların ihtiyaçlarını karşılamak için değil, kâr etmek için yapıldığı sürece; insan toplumları bu ilişki temelinde örgütlenmiş olduğu sürece, Marx’ın yazdıkları geçerli olacak. Bunlar değiştiğinde, Marx’ı siyasî ihtiyaç olarak değil, zevk için veya düşünce tarihine meraklı olduğumuz için okuyacağız. Bugün ise ihtiyaç.
Görünüşe aldanmayalım!
Sermaye, bizim ‘para’ dediğimiz şey değildir. İki şeyin ilişkisidir. Para, ancak işçilerin işgücünü satın almak için kullanıldığında ‘sermaye’ olur. Yani işgücü olmadan sermaye olmaz. Aynı şekilde, emek de herhangi bir çalışma veya koşuşturma değildir. Çalışma yeteneğimizi sermaye sahibine ücret karşılığında sattığımızda, yaptığımız çalışma ‘emek’olur. Emek ile sermaye birbirleriyle ilişki içinde tanımlanır ve kapitalist sistemin kalbini oluşturur.
Tarihin daha önceki toplumlarında elbette çalışan insanlar ve paralı insanlar vardı, ama bunlar emek ve sermaye olarak karşı karşıya gelmiyordu, biri öbürünü satın almıyordu, aralarındaki ilişki ticarî bir ilişki değil zora dayanan bir ilişkiydi.
Kapitalist sistemi ise emek-sermaye ilişkisi tanımlar, her şey bu ilişkiden doğar: Kapitalizmin doğası da, tarihi de, iç çelişkileri de, mezar kazıcısı da, hep bu ilişkiden doğar.
Ve bu, “özgür” bir ilişkidir. Kimse işçileri çalışmaya mecbur etmez, herkes çalışmamakta özgürdür. Ama Marx bizi ikaz eder! Toplumsal ilişkilerde her şey göründüğü gibi değildir.
O zaman, bir daha bakalım. Evet emek-sermaye ilişkisi özgür bir ilişki. Ama işgücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan kişi (yani proleter, yani metal işçisi ve kömür madencisi ve öğretmen ve belediye işçisi) emek gücünü satmamakta özgür müdür? Değildir.
Emeğin karşılığı
Emek-sermaye ilişkisi, yine görünüşte, hırsızlık içermez. Sattığı şeyin karşılığı işçiye ücret olarak verilir. Üstelik, işçi örgütlüyse, sattığının tam karşılığını alabilir. Yani hem özgür, hem de adil bir sistem! Ama bir daha bakalım.
İşçi, günde sekiz saat çalışma yeteneğini satar, bunun karşılığını alır. Evet. Ama sekiz saat boyunca ürettikleri kendine ait değildir. Ve bu ürettiklerinin değeri, satıp karşılığını aldığı şeyden daha yüksektir. Aradaki fark kârdır. Sermaye sahibinin cebine girer. Sömürü, teknik anlamıyla, budur. Emek gücünü sermayeye satan herkes bu sömürüye maruz kalır.
Ve bu düzeni değiştirmek, azıcık değil de kalıcı olarak ve kökünden değiştirmek bu noktada mümkündür ancak. Emeği de sermayeyi de ortadan kaldırarak mümkündür.
Marx bu nedenle işçi sınıfının merkezî konumunu vurgular, bu nedenle “köylülük”, “halk”, “ezilenler” gibi kavramlarla pek uğraşmaz. Bunları önemsemediği için değil, sistemin kalbiyle ilgilendiği için, sistemin merkezinde emek-sermaye çelişkisi yattığı için.
Bütün dünyanın işçileri, birleşin!
Sermaye boş duramaz. Kâr etmek, tekrar üretime girmek, daha çok kâr etmek, tekrar üretime girmek zorundadır. Ne üretildiği sermaye için hiç önemli değildir, ne kadar kâr ettiği, ne kadar büyüdüğü önemlidir. Şu veya bu sermaye sahibi iyi niyetli ve insancıl olabilir, kârını tekrar üretime yatırmak yerine başkalarına dağıtabilir. Ve iflas eder, rakipleri onu yutar, sermayenin döngüsü devam eder.
Sermaye birikimi kapitalizmin doğası ve lokomotifidir. Sadece işçi değil, patron da buna tabidir.
Ve birikim coğrafyayla, ülkelerle ilgilenmez, anadili ve milliyeti yoktur. Kapitalizm ilk gününden itibaren uluslararasılaşmaya, küreselleşmeye başlamıştır. Nerede kâr varsa, oraya gitmiştir. Emperyalizmin kaynağı budur.
Kapitalizm dünya çapında bir sistem. Herhangi bir ülkenin millî sınırları içinde bu sistemden kurtulmak mümkün değildir.
“Millî” solculuğun gülünçlüğü de bundan kaynaklanır.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)