Bu 25 Aralık'tan tam 100 sene once, şafağın körpe ışığıyla birlikte, Belçika ve Fransa’nın Batı Cephesindeki Alman ve İngiliz askerleri, kazdıkları karşılıklı siperlerde kendi iradeleriyle bir ateşkes ilan ederek, üstlerine meydan okumuşlardı. Silahlarını bırakarak dünyanın savaş patronlarını dehşete düşürmüş ve Noel Ateşkesi’ni ilan ederek, rütbesiz ve ayrıcalıksız insanların kendi kaderlerini belirleyecek güce sahip olduğunu tüm dünyaya göstermişlerdi.
O zamanlar basitçe “Büyük Savaş” olarak bilinen olayın daha beşinci ayıydı. İki taraf da yuvalarının özlemi içindeydi. Askerler, arkadaşlarının ölümlerini izledikleri hendeklerde ölümün karanlığını hissediyorlardı. Askerler korkunç silahlar kullanmak durumundaydılar: alev-makinaları, klor ve hardal gazı, dakikada 500 el ateş eden mitralyözler. Bir milyondan fazla insan çoktan ölmüştü.
Ancak 1914’ün Noel arifesinde, inanılmaz bir olay vuku bulmaya başladı. Çamurlu, yarı-donmuş ve kana bulanmış hendeklerden, belli belirsiz Noel şarkıları duyulmaya başlandı. “Her şey sakin, her şey parlak,” diye hem İngilizce hem Almanca şarkı söylüyorlardı. Askerler, mumlar ve kağıt fenerlerle süslenmiş, kestikleri çam ağacı tepelerini sırtlandılar. Ağır silahları, cephane kutularını, tayın sandıklarını ve siperin duvarlarını tutan tahta kirişleri kağıt fenerler süslüyordu.
Alman aksanıyla “Merry Christmas” diye bağıran askerlerin sesini, İskoç aksanıyla “Frohe Weinnachten” diye seslenen diğerlerininki izliyordu. Karşılıklı siperler o kadar yakındı ki, sözler rahatça duyulabiliyordu. Alman cephesinden ışıklı noel ağaçları yükselirken, İngiliz askerleri periskoplarıyla izliyorlardı. Bir Noel ateşkesi dedikodusu çoktan yayılmıştı. Bu, o muydu? Yoksa bir tuzak mıydı? Askerler, savaş gereçlerinin arasından kararsızca bakıyor, bir sonraki hareketlerini düşünüyorlardı. Sığınakları eşit yoğunlukta coşku ve şüphe kaplamıştı.
Tüm bu insanlar, kendilerine hiçbir fayda sağlamayan bir savaşta yer alıyorlardı. Bu, emperyalist bir savaştı; dünyanın en güçlü ulus devletlerinin arasındaki dünyayı yeniden paylaşma savaşıydı, devasa banka borçlarını tahsil etmek için yapılan bir savaş. Askerler biliyorlardı ki, hayatını kaybeden onca insanla aynı kaderi paylaşmaları an meselesiydi.
Bütün bunlar ne içindi? Zenginler zengin kalabilsin diye mi? Askerlerin hepsinin zihninde, sıcacık evlere doluşmuş, kendi Noel ağaçlarının yanıda yemekler yiyen uzaktaki sevdikleri, anne babaları, çocukları, kardeşleri vardı. Düşük rütbeliler bu durumda savaşamazlardı, savaşmadılar da.
Güneş doğmuştu ve bir Alman askeri kendini ölüme bulanmış siperden dışarı attı. Silahı yoktu. İngiliz keskin nişancılar oldukları yerden nişan almış bekliyorlardı. Sonra birden ardı ardına başka Alman askerleri ona katılmaya başladı. Onlar da silahsızlardı. Aylarca süren çatışmalar yüzünden kaskatı olmuş, tetikte bekleyen askerler, silahlarını ardı sıra indirdikçe bir heyecan dalgasının üzerlerinde süzüldüğünü hissediyorlardı.
Ardından İngiliz askerleri de siperlerinden ayrılmaya başladılar. İki taraf da çamurun içinde kaskatı kesilmiş, üzerleri sabah ayazıyla örtülü arkadaşlarının bedenleri üzerinden geçtiler. Askerler, hâlâ biraz tedirgin, ama gülümseyerek, henüz kimseye ait olmayan o yerde, savaş alanının ortasında buluştular.
Göz göze el sıkıştılar ve birbirlerine evdeki sevdiklerinin resimlerini gösterdiler. Birbirlerine sigara, askeri ambalajlı şekerlemeler, ceket düğmeleri gibi küçük hediyeler verdiler. Ortaklıklarını hemen fark ettiler ve bu hoşlarına gitti. Hepsinin aileleri ya fabrika işçisi, ya ev emekçisi, kısaca sıradan insanlardı. Bu da onları birbirlerine bağladı.
Kısa süre içinde askerler geçmiş ayların dehşetini hatıladılar. Ölen arkadaşlarının, bu Allah’ın unuttuğu yerde darmadağın uzanan bedenleri, görmezden gelinecek gibi değildi. İki taraftan karışık takımlar oluşturup, mosmor ve paramparça olmuş cesetleri sessizce mezarlarına taşıdılar.
Ardından birisi futbol oynamayı teklif etti ama topları yoktu. Yerine züğürt tesellisi, bir teneke kutu atıldı boşaltılan meydana, ama onun bile tadını çıkarmayı becerdiler. Savaşın korkunç zorunluluklarının yerine sporu koymuşlardı Askerler, hayatları bu maça bağlıymışçasına oynadılar. Her gelişigüzel şutun, pasın ve golün, eğlence hiç bitmeyecekmişçesine tadını çıkardılar. Takımlar arasında saygı ve sportmenlik hakimdi. O anlarda, artık birbirleriyle düşman değillerdi.
Bu sükun anlarında zaman daha yavaş geçiyordu, iki taraf da bunu hisstemişti. Bu, hepsini şaşırtan bir sükundu, savaştan önce var olduğunu dahi bilmedikleri bir sükun. Her bakış, her kahkaha, her dokunuş hayat dolu ve kıymetliydi. Dünyanın en iyi ilacıydı sanki bu.
Albay mevkiine kadar tüm rütbeli askerler de ateşkese katıldı. Ancak yüksek rütbeliler için eğlence kısa sürdü. İttifak cephesi subayları, henüz birkaç hafta önce General Sir Horace Smith-Dorrien’in tüm birimlerdeki rütbelilere yönelik talimatlarını görmezden gelemiyordu:
"Özellikle tatil dönemlerinde, askerlerin moraline yönelik en büyük tehdit açığa çıkar. Bu ve daha önceki savaş deneyimleri kuşkusuz bir biçimde kanıtlamıştır ki; düşmana yakın mesafedeki bölükler, engel olunmadığı takdirde bir “yaşa ve yaşat” anlayışına kaymaktadır… Subaylar ve erler, büyük kayıpların verildiği tehlike anları gelip çattığında kendilerini içinden çıkarmanın güç olduğu bir askeri uyuşukluk hâline kaymaktadırlar… birliklerin bu davranışı anlaşılabilir ve hatta bir yere kadar anlayışla dahi karşılanabilir… Fakat böylesi davranışlar en çok da komutanların otoritesini sarstığı ve her rütbeden askerlerdeki savaş ruhuna zarar verdiği için son derece tehlikelidir.
Bu yüzdendir ki, birliğin kumandanı bölük komutanlarına, onlar da astkomutanlara savaş ruhunun körüklenmesinin zorunluluğunu salık vermelidirler… Düşmanla dostça temaslar, gayrıresmi ateşkesler, her ne kadar cazibeli ve keyifli görünseler de, kati-suretle yasaktır."
Güneş battı ve subaylar, kafalarında General Smith-Dorrien’in yankılanan sesiyle, siperlere geri dönme emrini verdi. Askerlerin, emir-komuta zincirini açıkça sorgulayacak özgüveni edinmelerine göz yumamazlardı. Subaylar, düşük rütbelilerin rütbelilerden –azınlıktan- daha güçlü olduklarının farkına varmalarına izin veremezdi.
Ertesi gün, noel hediyelerinin verildiği ilk gün olan "Boxing Day" idi. Sükun uzatmaları oynuyordu ama günün sonunda 100’den fazla asker hayatını kaybetmişti. Subaylar çatışma emrini vermişti. İki tarafın bölüklerine de daha iki saat önce futbol oynadıkları, hediyeler verdikleri, resimler baktıkları insanlara ateş açma emri veriliyordu.
Bu askerlerin, ateş ettikleri insanlarla, kendilerine emir verenlerden çok daha fazla ortak yanı vardı. Bunların çoğu yoksul işçi sınıfıydı. Arkada oturan generallerin ise “Sir”, “Lord” gibi ünvanları vardı. Hepsi büyük mülk sahibiydi. Soyguncu baronlarla, krallarla ve devletin tepesindeki diğerleriyle işbirliği içindeydiler. Çatışan erlerin ancak kitaplarda okudukları hayatlar yaşıyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı'nda toplam 16 milyon insan öldü. Savaşın mantığını ve savaştan çıkarlarını sorgulayan askerler, kendilerine soruyorlardı: Ya sipere dönmeyi reddetseydik? Ya bu birden yayılıverseydi? O zaman neler olabilirdi?
Tüm Avrupa’da futbol kulüpleri, büyük şirketler ve bürokratlar, Noel Ateşkesi’nin 100. yıl dönümünü gasbetmeye çalışıyorlar. Bu, süregiden, tarihteki yıkıcı potansiyele sahip bir olayın sterilize edilmesi ve kontrol altına alıması teşebbüsüdür.
Ateşkes ancak çatışanları isteksizlik ve çelişki sardığı zaman mümkündür. Şüphesiz, bu ateşkes, 1917’nin başlarında kardeşlik ilan edip kitleler hâlinde Batı Cephesi’ni terk eden Rus ve Alman askerlerinin zihinlerinde de yankılandı. Ateşkes elbette Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında Çar’ı indiren ve ardından Almanya’ya barış teklif eden Rus devrimcilerininki gibi bir enternasyonalizmin de habercisiydi.
Ateşkes herhalde savaşın son anlarında komutanlarının emirlerine itaat etmeyi reddeden ve silah bırakan 100 bin Fransız askeri arasında da konuşulmuş olmalı. 1914 Noel Ateşkesi, emperyal çıkarlar için savaşan tüm askerlerin hâlâ daha yüreklerine ekilebilecek bir esin kaynağıdır. Yalnızca kendilerini bu hikayeyle ilişkilendirmeleri gerekiyor.
Howard Zinn, yakın arkadaşı Staughton Lynd’in Tarihi Sıfırdan Yazmak’ta alıntıladığı üzere, şöyle yazıyordu:
"İnsanların 'kendilerine güvenmeleri' için 'tarihin çok iyi bildiği bir şeyi kavamaları' gereklidir: 'verili iktidar olmaksızın, kontrol altına alınmamaya karar vererek ve herkesle beraber kendi kaderlerini tayin etmek için harekete geçerek kendi iktidarlarını yaratabilirler'. Tarih 'bizlerde karanlık ve umutsuz bir izlenim bırakmamalıdır'. Tam aksine, 'direnmiş olanların yanında durmanın haklı mutluğunu' vermelidir."
Ümit edelim ki, ABD’nin dünyanın dört bir yanındaki 668 askeri askeri üssünden herhangi birindeki askerler, Noel Ateşkesi’nin hikayesini duysunlar. Umalım ki, o sırada, 1914’te Belçika ve Fransa’da bir araya gelen, silah bırakan, üstlerinin emirlerine uymayı reddeden ve ateşkes ilan eden askerlerde kendilerini görsünler.
Rory Fanning
(Türkçe'ye Deniz Güngören çevirdi)