1989 yılında, tam 25 yıl önce, Romanya’da Çavuşesku diktatörlüğü devrildi.
Romanya’da da Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki gibi ekonomi, sermaye birikim esaslarına uygun olarak bürokratik planlamayla yönetiliyordu. 1965 yılından beri ülkeyi yöneten Çavuşesku iktidarı, baskı ve yasaklardan oluşmaktaydı. Rejimin emrinde “Sekuritat” adlı polis teşkilatı bulunmaktaydı. Brürokratik seçkinlerden ya da Çavuşesku çevresinden olmayanlar için hayat berbattı. Rejimin uyguladığı kalkınma programı, kıtlığın ve yoksulluğun artmasına neden oldu. 13,000 köyden 6,000'i boşaltılıp yıkıldı ve burada yaşayanlar yeni kurulan, ısıtma sistemi olmayan apartmanlara yerleştirdi. Çavuşesku’nun en önemli icraatlarından biri, kürtaj yasağını getirmesi oldu. Kürtaj yasağının ardından bir yıl içinde Romanya’da doğum oranı iki katına çıktı. Bir yanda sefalet yaşanırken, parlamento sarayı gibi debdebeli ve gereksiz inşaat projeleri hoşnutsuzluğu iyice arttırdı. 17 Aralık 1989 günü başlayan öğrenci gösterileri, polis ve askerin örencilerin üzerine ateş açması üzerine çığırından çıktı.
Çavuşesku ve eşi, 21 Aralık günü Devrim Meydanı olarak anılan yerde yüz binden fazla kişinin önünde konuşmaktayken, halk Çavuşesku’yu yuhalamaya başladı. Çavuşesku ve eşi binanın içine kaçıp orada ertesi güne kadar saklandılar. Ve bir helikopterle kaçtılar, birkaç gün sonra da yakalanarak idam edildiler.
Ekonomik kriz devrime yol açtı
Romanya’daki devrim, Rusya ve Doğu Avrupa rejimlerini yıkan ayaklanmaların son halkasıydı. Kapitalist kriz, başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa rejimleri üzerinde de etkisini göstermekteydi. Tek parti diktatörlüğü altında yaşayan emekçi yığınlar arasındaki hoşnutsuzluk giderek artıyordu. Öte yandan içinde bulundukları ekonomik krizi aşmak için dünya pazarının bir parçası hâline gelmek isteyen egemenler, aşağıdan yükselecek bir hareketi de önlemek için çeşitli reformlar gerçekleştirdiler. Ancak reformlar beklentilerinin tersine ekti yaptı. Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Stalinist diktatörlüklerin sonunu getirdi. Büyük yığınlar kendilerine sunulan küçük kırıntılarla yetinmeyip ayaklandılar.
Sovyetler Birliği, daha önce yaptığı gibi Doğu Avrupa ülkelerindeki ayaklanmalara müdahale edemedi. Rusya'da da derin bir kriz yaşanmaktaydı ve SSCB dağılmanın eşiğindeydi. Baltık ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülkeler ayrılmak istiyorlardı. Rejim, başta maden işçilerinin grevi olmak üzere gösteriler ve eylemlerle sarsılıyordu. Doğu Avrupa’nın ardından SSCB de iki yıl sonra yıkıldı.
Stalinizm’den üçüncü yola
Doğu Avrupa rejimleri, işçi yığınlarının kitlesel mücadelesi ile yıkıldı. Solun büyük bir kısmının "işçi devleti", "sosyalist ülkeler" olarak gördükleri bu rejimler, işçi sınıfının eylemleriyle yıkıldı. Bu durum solda kafa karışıklığı yarattı ve sonuçta sol giderek etkisizleşti. Solun bir kısmı hiçbir şey olmamış gibi davranmaya, Stalinist diktatörlükleri savunmaya devam etti. Az da olsa günümüze kadar varlıklarını sürdüren bu yapılar, 2011’de meydana gelen Arap Devrimleri karşısında da aynı sağcı tutumu benimsediler. Mübarek ve Esad gibi eli kanlı katillerin yanında durdular. Diğer bir kesim ise “üçüncü yol” denilen, aslında neo-liberalizm ve yeni sağ söylemlere karşılık gelen politikaların arkasına dizildiler.
“Devrim” ihraç edildi
Oysa bu devletlerin hiçbirinin sosyalizmle ya da işçi devleti olmakla bir alakası yoktu. Rusya’da 1917’de başlayan işçi devrimi, iç savaş nedeniyle geriledi ve işçi sınıfı atomize oldu. 1920'li yılların sonundan itibaren parti organlarını ve işçi organizasyonlarını işgal eden bürokrasi, karşı devrimle devrimin partisini tasfiye ederek iktidarı ele geçirdi. Parti ve çevresinin mülkiyetinde olan rejim, üretim sürecinde kapitalist esaslara dayalı birikim modeli olarak devlet kapitalizmi programını uyguladı. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ise Rusya, savaş ortakları olan ABD ve İngiltere ile yaptığı anlaşma sonucunda Doğu Avrupa'yı işgal etti ve bu ülkelerde de aynı sistemin devamı olan rejimler kuruldu.
İşçi sınıfının öz yönetimi sosyalizmdir
Sosyalist ya da işçi devleti olduğu öne sürülen bu rejimlerin söz, yetki ve karar mekanizmalarının hiçbir yerinde işçi sınıfı yoktu. Hatta temsili demokrasiye dayalı burjuva demokrasisin kırıntıları bile görülmemekteydi. Bazı ülkelerde ya hiç seçim olmuyor ya da düzmece seçimlerde parti genel sekreterliğine aynı isimler seçiliyordu. Örneğin, Çavuşesku yıkılmadan bir ay önce güya seçimler olmuş, halkın %90’ı Çavuşesku’ya oy vermişti. Ayaklanmalar, seçim sonuçlarının tam tersini gösterdi. Ne Rusya’da ne de Doğu Avrupa’da işçi sınıfı yıkılan rejimlere sahip çıktı. Aksine Rusya’da görüldüğü gibi pek çok yerde rejimler işçi sınıfının eylemleriyle yıkıldı.
SSCB ve Doğu Avrupa’da rejimlerin yıkılmasıyla kapitalizmin zaferini ilan eden sermaye ideologları, yolun sonuna gelindiğini, neredeyse tarihin sona erdiğini ilan ettiler. Oysa Rusya ve Doğu Avrupa’da olanlar, devrimin hâlâ güncel olduğunu gösterdi. Ayaklanmalar ise yolun sonu değil, sadece bir başlangıçtı.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)