Sosyalizm, demokratik ve eşitlikçi fikirlere sahip aydınlanmış bir grup azınlığın kurabileceği bir şey midir? Çoğu zaman eğitimsiz olmakla, geri fikirlere sahip olmakla, kandırılmış olmakla suçlanan kitleler, tarihin gidişatını özgürlükçü ve demokratik bir toplumun inşası yönünde değiştirebilirler mi?
Sıradan insanların siyaset sahnesine çıkmasından ölesiye korkan, bu yüzden onları bir grup akıllı azınlığın yönetmesi gerektiğini savunan egemen sınıf ideolojilerine göre, şu ana kadar sosyalizm adına ortaya konan her şey küçük bir azınlığın geniş kesimleri baskı altında tutmalarıyla ilgilidir. Bu tarihsel çarpıtma, kitlelerin kendi kaderlerini tayin etmesi ihtimalini, toplumsal bir devrim fikrini ortadan kaldırma amacını taşır.
Ancak şaşırtıcı bir şekilde, benzer fikirler sol saflarda da görülür. Baskıcı SSCB diktatörlüğünün tarihini sosyalizmin inşası olarak gören stalinistlere göre, sosyalizm mücadelesi, bir grup komünist "öncü"nün, kitleler adına kapitalist egemen sınıfı devirdiği ve yeni bir toplumu yukarıdan aşağıya örgütlediği bir süreçtir.
İşçi sınıfının kendi eylemini savunan aşağıdan sosyalizm geleneğinin temsilcileri, bu iki görüşe de şiddetle karşı çıkarlar. Devrimler, tek tipleşmiş, "partinin askeri" hâline gelmiş robota benzer bir grup militanın kahramanca eylemlerinin doğrusal olarak artmasının ürünü değil; son derece karmaşık özellikleri olan bireylerden oluşan geniş yığınların, mevcut düzene olan öfkelerinin patlamasının sonucu olarak gerçekleşir.
Büyük çoğunluğun kendi çıkarları için giriştiği hareket
Tarihin motor gücünün sınıflar mücadelesi olduğunu düşünen ve kapitalizmi yıkacak tek toplumsal gücün emekçi kitleler olduğunu ortaya koyan Karl Marks, Komünist Parti Manifestosu'nda şöyle diyordu:
"Şimdiye kadarki tüm hareketler, azınlıktakilerin hareketiydi veya azınlıktakilerin çıkarına hareketlerdi. Proleter hareket ise, son derece büyük bir çoğunluğun, son derece büyük bir çoğunluk çıkarı adına giriştiği özerk harekettir."
Marks'a göre, komünizm, bir idealler bütünü değil; sömürülen ve baskıya uğrayan toplumun büyük çoğunluğunun, işçi sınıfının mevcut sistemi alaşağı etmek için giriştiği gerçek harekete verilen isimdi.
Lev Troçki ise Rus Devrimi'nin tarihini anlatırken şöyle diyordu:
"Bize göre, bir devrimin tarihi her şeyden önce, kitlelerin kendi kaderlerinin tayin edildiği alana güçlü bir şekilde girmelerinin tarihidir. Kitleler devrime hazırlanmış bir toplumsal dönüşüm planıyla değil, artık eski rejime tahammül edemeyeceklerini gösteren ham bir duyguyla girişirler. Yalnızca sınıfların önder çevreleri siyasal bir programa sahiptir, ama o da gelişmeler tarafından doğrulanmaya ve kitlelerce onaylanmaya muhtaçtır."
Rusya'da 1917'de Çarlık rejimini deviren işçi sınıfının mücadele deneyimleri de çoğunluğu kazanmanın önemine dair muazzam örnekler sunuyor.
1905 Devrimi'nde, Rus işçiler, Çarlık rejimine karşı verdikleri mücadelenin içerisinde, Sovyetler adı verilen işçi komitelerini örgütlemişlerdi. Bu organlar, işçilerin hem mevcut grev ve direnişleri örgütlemelerine hem de atacakları adımları birlikte tartışarak karara bağlamalarına yarıyordu. Bolşevik Parti kadrolarının bir kısmı, işçi sınıfının yarattığı bu organlara kuşkuyla yaklaşıyordu. Gerekçeleri, halkın büyük çoğunluğunu "bidon kafalı" ilan eden Kemalistlerinkine benziyordu: Rusya gibi geri kalmış bir ülkede, kısa bir süre önce oldukça muhafazakâr olan işçiler, bir anda Çarlık rejimine karşı verilen mücadelenin itici gücü olamazlardı. Lenin, bu görüşle tartışırken, "Birkaç aylık bir devrim, bazen yurttaşları onyıllar süren politik durgunluk döneminden çok daha çabuk ve eksiksiz eğitir" diyordu.
Çoğunluğu kazanmanın önemi
Benzer bir sorun, Bolşevikler'in karşısına 1917 yılındaki Şubat ve Ekim devrimleri arasında da çıkmıştı. Şubat ayında kadın işçilerin başlattığı kitlesel grev dalgası, kısa bir süre içerisinde yüzyılların Çarlık rejimini devirmişti. İşçiler bir kez daha Sovyet denilen organları kurmuşlardı. Ancak iktidar olan, burjuva liberal ve merkez sol partilerin kurduğu Geçici Hükümet'ti. Rusya'da ikili iktidar durumu yaşanıyordu.
Doğrudan burjuvazinin çıkarlarını savunan liberallerle, Rusya'nın henüz bir sosyalist devrime hazır olmadığını, bu yüzden iktidarın burjuvaziye teslim edilmesi gerektiğini düşünen solcuların oluşturduğu Geçici Hükümet, çarlığı tarihin çöplüğüne yollayan devrimin temel sloganları olan barış, ekmek ve toprak taleplerine yanıt vermiyordu.
Şubat Devrimi sırasında Bolşevikler'in 10 bin kadar üyesi vardı; parti örgütleri arasında iletişim eksikliği yaşanıyordu, kadrolar moralsiz ve yılgındı. Sovyetlerde küçük bir azınlığı temsil ediyorlardı. Ancak 7 ay içinde izledikleri politikalarla, işçi sınıfının çoğunluğunu saflarına kazandılar. Sovyetler'de çoğunluk partisi oldular. Ekim Devrimi de zaten böyle gerçekleşti.
Bolşevikler'in emekçi kitleler içinde çoğunluğu kazanmaları, Şubat devriminin dinamiklerini iyi kavramalarıyla, radikalleşmiş işçi kitlelerinin çıkarlarını, devrimi bastırmak ve bir burjuva demokrasisi tesis etmek isteyen Geçici Hükümet'e karşı savunmalarıyla ilgiliydi. Bolşevikler "barış" talebine 1. Dünya Savaşı'ndan koşulsuz çekilmeyi savunarak; "ekmek" talebine iktidarın üretimi yapan işçilerin, yani Sovyetlerin eline geçmesini savunarak; "toprak" talebine toprakların yoksul köylülere dağıtılmasını öne sürerek yanıt veriyorlardı. Bu, Şubat'tan Ekim'e partinin işçi yığınlarını örgütlemesini sağladı.
Geçici Hükümet'in savaşa son vermemesi ve cephede arka arkaya mağlubiyetler alması, 1917 Haziran'ının sonlarında savaştan yorgun düşen işçiler arasında büyük bir öfkeye neden olmuştu. Makinalı tüfek alayındaki askerler, Alman işçilere karşı savaşmak yerine kendi hükümetlerini devirme kararı aldılar. Huzursuzluk kısa sürede fabrikalara sıçradı, temmuz ayında başkent Petrograd'da büyük gösteriler patlak verdi. Bolşevik Parti, tabanındaki işçilerin basıncıyla ayaklanmaya katıldı. Yarım milyon işçi, Petrograd'da Bolşeviklerin talebi olan "Tüm iktidar Sovyetlere!" sloganını atıyordu. İşçiler kapitalist hükümeti derhal devirmeyi savunuyorlardı. Bolşevik Parti içindeki bir kanat da bu gösterilerden etkilenerek, iktidarı bir askeri darbeyle almaktan yanaydı.
Parti liderliğinde Lenin ve Troçki önderliğindeki bir grup ise, Petrograd'daki fırtınanın ülkenin diğer kesimlerinde yaşanmadığını, Bolşevikler'in hâlâ Sovyetler içinde küçük bir azınlık olduğunu, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin iktidarı alma kararı almadıklarını öne sürerek ayaklanmaya son verilmesini istiyorlardı. Lenin'e göre ayaklanma bir sanattı, ne vaktinden erken olmalı, ne de geç kalınmalıydı. Erken bir girişim mağlubiyetle sonuçlandığında, bunun sonucunda hükümetin yaratacağı baskı ve terör ortamı devrimi boğabilirdi.
"Gelin bunalımın daha da derinleşmesini bekleyelim. Gelin güçlerimizi hazırlamayı sürdürelim. Hayat bizden yana; olayların gidişatı sloganlarımızın doğruluğunu gösteriyor" diyen Lenin, yoldaşlarının çoğunu bu görüşlere kazandı. Bolşevikler, ayaklanmayı askeri olarak kontrol ediyor olmalarına rağmen, milyonlarca işçi ve köylünün desteği olmadığı için Petrograd'da iktidarı almayı reddettiler. Ayaklanmanın geri çekilmesinin ardından yüzlerce Bolşevik işçi tutuklandı.
İşçi sınıfının kendi özgürlüğü için mücadelesi
Bolşevik Partisi, Geçici Hükümet'e karşı Şubat Devrimi'nin taleplerini ısrarla savunarak, sabırla propaganda yaptı ve geniş emekçi kitleleri kazandı. Ağustos ayının sonuna gelindiğinde, aynı ay içinde Kornilov'un darbesine karşı direnişin başını çeken Bolşevikler, Sovyetler'de çoğunluğu temsil ediyorlardı. Ayrıca, köylülüğü de işçi sınıfının ittifakı yapmayı başardılar. Böylelikle, işçi, köylü ve asker yığınlarının partisi olarak, Ekim Devrimi'ne öncülük etmeyi başardılar. Bu devrim, iktidarı Bolşevikler'e değil, işçi sınıfının özyönetim organı olan Sovyetler'e veriyordu.
Sosyalizm mücadelesi, elit bir azınlığın kafasındaki parlak fikirlerle değil, milyarlarca sıradan insanın kendi eylemiyle ilgilidir. Hiçbir azınlık, büyük çoğunluğun adına hareket ederek, onların çıkarlarına yeni bir toplumsal düzen kuramaz. Kapitalizm, ancak geniş yığınları siyaset mücadelesi içine çeken, işçilerin birliğini sağlayan, insanların süreç içerisinde hem eski toplumun pisliğinden arınıp hem de kendi kendilerini özgürleştirdikleri bir mücadeleyle yıkılabilir. Marks'ın dediği gibi, işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.
Ozan Tekin
(Sosyalist İşçi'nin 15 Haziran 2011 tarihli 418. sayısından alınmıştır.)