Ekim 1917: Devrim mi, darbe mi?

26.12.2014 - 21:56
Haberi paylaş

Hasan Bülent Kahraman Sabah Gazetesi’nde yayınlanan 21 Mayıs tarihli yazısında sık sık ileri sürülen bir tezi bir kez daha gündeme getirdi. Ekim devrimi hakkında şunları yazdı: “Lenin’in, ‘devrim koşulları tamamlanmıştır, Rusya’da işçi sınıfı devrim aşamasına gelmiştir’ türünden saptamaları uydurmadır. Ekim Devrimi de bir askerî darbedir ve bu işlere kafa yoran ama bir tek gün dahi devlet yönetmemiş olan çekirdek elit grubun kendi inandığı siyasal düzeni kurmak mücadelesidir.

Bu görüş, liberal, anarşist ve muhafazakâr kesimler tarafından onyıllardır iddia edilir. Bunlar arasında 1990’da yazdığı Rus Devrimi kitabı ile tarihçi Richard Pipes en ünlüsü. CIA’in ‘B Takımı’ olarak bilinen bir grubunu kuran ve Reagan yönetiminin Sovyet İlişkileri Direktörü olarak görev yapan Pipes, çok sert bir komünizm karşıtı olarak biliniyor. Bir diğer önemli Ekim Devrimi karşıtı ise Orlando Figes. Figes’in 1996’da yazdığı ve 20 dile çevrilen Bir Halkın Trajedisi kitabı, akademide Pipes’tan çok daha fazla ilgi gördü. Ortak iddiaları şu: Ekim Devrimi sadece Petrograd’da silahlı birliklerin yönetime el koymasından ibaret bir darbedir.

Ekim’in bir darbe olup olmadığı anlatabilmek için, tarihe Temmuz Günleri olarak geçen, 1917’nin 3-6 Temmuz günlerinde ağırlıklı olarak Petrograd’da yaşanan olaylara bakmak gerek.

Temmuz Günleri’ne giden süreç

1917 Şubat devrimi ile Rusya’da ikili iktidar oluşmuştu. Bir yanda Kerenski’nin Geçici Hükümeti, diğer yanda işçilerin oluşturduğu Sovyetler. Haziran’de Kerenski hükümeti 1. Dünya Savaşı'ndan çıkmadığı gibi Almanya’ya karşı yeni bir saldırı düzenleme kararı almıştı. Bu karar Şubat devriminde yer alan devrimci garnizonları rahatsız etti, çünkü devrim sonrası kurulan geçici hükümet bu garnizonların silahsızlandırılmayacağını ve Petrograd’dan bir başka yere gönderilmeyeceğini söylemişti. Oysa şimdi Alman işçi ve köylülerinden oluşan Alman askerleri öldürmek üzere görevlendirilmişlerdi. Askerler bunu reddetti. Makinalı Tüfek Alayı’nın askerleri “Alman proletaryasına karşı savaşmak üzere Alman cephesine gitmeyip bunun yerine kendi kapitalist bakanlarına karşı savaşma” kararı aldıklarını açıkladı.

Troçki, Temmuz Günleri öncesi atmosferi anlatırken, işçilerin Sovyet liderlerine olan güvensizliğinden, artan sabırsızlıktan, 18 Haziran eyleminde geçici hükümetin ne kadar savunmasız olduğunun görülmesinden ve Putilov fabrikası grevinin kitlelerde mevcut sistemin sürdürülemez, hatta artık katlanılamaz hâle geldiği hissini uyandırdığından söz ediyor. Askerî birlikler hızla sola kayarken, Sovyet liderlerinin ise sağa kaydığını anlatıyor. Artık askerler cephede isyan ediyor, savaşmayı reddediyor, emirlere uymuyor.

Troçki askerlerin durumunu şöyle tespit ediyor: “Askerler işçilerden daha sabırsızlar. Çünkü hem cepheye gönderilme riskleri var hem de politik stratejiyi anlayabilmeleri çok daha zor. Üstelik her birinin tüfeği var ve Şubat devriminden beri askerler silahın bağımsız gücünü fazla abartıyorlar.

Amerikalı tarihçi Alexander Rabinowitch, 20 Haziran’da gerçekleşen Bolşevik Askerî Konferansı’nda Lenin’in yaptığı konuşmayı ve bu konuşmanın katılımcıların büyük bir kısmında hayal kırıklığı yarattığını anlatıyor:

Eğer şu an iktidarı ele geçirmeye yetenekliysek, iktidarı almış olduğumuz için onu elde tutmaya da yetenekli olduğumuzu düşünmemiz saflık olur. Fraksiyonumuzun [Bolşevik Partisi] Sovyet içindeki gerçek ağırlığı nedir? Diğerlerini boş verelim, iki büyük şehirdeki Sovyetler’de bile kayda değer olmayan küçük bir azınlık durumundayız. Bu gerçek neyi gösteriyor? Bu gerçeği yok sayıp bir kenara itemeyiz. Görünen gerçek şu ki, kitlenin çoğunluğu kararsızlık gösterip duraksamakla birlikte hâlâ Sosyalist Devrimcilere ve Menşeviklere inanıyor. Proleterya partisi, iktidarı ciddi bir biçimde (Blankici yöntemlerle değil) elde edebilmek için, sabırla, sağa sola yalpalamadan, kitlelere her gün sahip oldukları küçük burjuva yanılsamaların yanlışlığını gösterip açıklayarak Sovyet içinde nüfuzunu arttırmak için savaşmak zorundadır. ”

Aynı gün toplanan Petersburg Komitesi ise, Lenin’i desteklemediği gibi, Lenin’e çok sert eleştiriler getirdi. Parti üyesi Naumov, partiyi liderlikten yoksun olmakla suçladı. Diğer Bolşevikler, bir an önce ayaklanmazlarsa politik olarak iflas etmiş olacaklarını iddia ediyorlardı.

Ayaklanma yanlısı Bolşevikler, Petersburg Komitesi ve Askerî Örgüt’te çoğunlukta iken, Merkez Komitesi Lenin’in uyarıları ile ihtiyatlı davranıyordu. On beş binin üzerinde makineli tüfek askerinin fiili komutanı durumunda olan Semaşko, Merkez Komitesi’ni partinin gücünü “net olarak kavrayamamakla” suçluyordu.

Temmuz Günleri ve Bolşevikler

Petrograd’da 4 Temmuz günü yarım milyon işçi ve askerin katıldığı “Geçici Hükümeti devirin”, “On kapitalist bakanı indirin”, “Tüm iktidar İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetleri’ne” gibi sloganlarla büyük bir gösteri yapıldı. Makinalı Tüfek Birliği’nin önderliğinde her yandan işçi ve askerler sokağa akmıştı. Sovyetler’in iktidarı almasını talep ediyorlardı. Petrograd, pek çok farklı koldan silahlı işçi ve askerler tarafından kuşatılıyordu. Temmuz Günleri başlamıştı.

Hemen o gün Bolşevik Şehir Konferansı toplandı; ayaklanma çağrısı yapmama ve Makinalı Tüfek Birliği’ne parti kararlarına uymaları ve iktidarı almaya kalkmamaları talimatını verme kararları alındı. Bu kararlar ertesi günün Pravda’sında da yayınlanacaktı.

O sırada Finlandiya’da bulunan Lenin, Merkez Komitesi’nin isteği üzerine Petrograd’a gelerek kalabalığa seslendi. Hemen herkes ateşli bir konuşma beklerken, Lenin kısa bir konuşma yaparak daha çok temkinli ve sabırlı olunması gerektiğini anlattı.

Bu kadar büyük bir kalabalık sokaktayken ve askerî birliklerin de desteği alınmışken, çok kolay bir hamle ile Geçici Hükümet devrilebilirdi. Ama Lenin için, yukarıda alıntılanan daha önceki konuşmasından da belli olduğu gibi, esas sorun iktidarın alınması değil, elde tutulabilmesiydi. Sovyetler’de çoğunluğun desteği alınmadan yapılacak bir girişim, Bolşevikleri darbeci olarak gösterecek ve Parti henüz kendisine destek vermeyen işçi ve köylü sınıflarla karşı karşıya kalacaktı.

Lenin, bu gösterilerin erken bir ayaklanma ile sonuçlanmaması için bitirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bolşevik Parti Merkez Komitesi, 5 Temmuz’da gösterilere son verme çağrısı yaptı:

Yoldaşlar! Mevcut politik bunalım göz önüne alındığında amacımıza ulaşmış bulunuyoruz. Bu yüzden gösteriyi bitirmeye karar verdik. Bırakın herkes greve ve gösteriye barışçıl bir biçimde son versin. Gelin bunalımın daha da derinleşmesini bekleyelim. Gelin güçlerimizi hazırlamayı sürdürelim. Hayat bizden yana; olayların gidişatı sloganlarımızın doğruluğunu gösteriyor.

Lenin ve Merkez Komite’nin kararına rağmen, ayaklanma başladığında Bolşevikler ayaklanma içerisinde yer almaktan geri durmadı. Zamansız olduğunu düşünseler de, gelişmekte olan olaylara müdahil olmanın tek yolu içerisinde yer almaktı. 5 Temmuz gösterileri Bolşeviklerin önderliğinde yapılarak ayaklanma ile sonlanmadan bitirildi. Bu sayede düzenli bir geri çekilişi organize edebildiler.

Lenin, 1919’da Temmuz günleri ile ilgili olarak şunları söyler:

Kitleler savaşa giriştiklerinde yanlışların yapılması kaçınılmazdır; ancak komünistler kitlelerin yanında kalmayı sürdürür, bu yanlışları görür, bunları kitlelere açıklar ve anlatır, yanlışları düzeltmeye çalışır ve büyük bir azimle sınıf bilincinin kendiliğindenlik üzerine galebe çalması için çabalar.

Nisan Tezleri’nde “Bütün İktidar Sovyetler’e” sloganını ileri sürerek işçi sınıfı yönetimini geçici hükümete karşı savunan ve partisini bu hatta çekmeye çalışan Lenin, sadece birkaç ay sonra baş gösteren erken ayaklanma ihtimaline karşı bu kez çubuğu işçi sınıfının çoğunluğunu devrimci fikirlere kazanmaya doğru bükerek partisini frenlemeye çalışıyordu.

Erken bir ayaklanmadan devrime

Temmuz Günleri, parti içerisinde de işçi ve askerler arasında da farklı bilinç düzeyinin olduğu ve bunun Geçici Hükümet’e yönelik öfkeyle birleştiği anlarda nasıl karşıt tutumlarla karşılaşılabileceğini gösterdi.

Lenin, Temmuz Günleri’nin ardından şu satırları yazar: “Olayları en doğru şekilde formüle eden tanımlama hükümet karşıtı gösteridir. Fakat önemli olan şu ki, bu sıradan bir gösteri değildi. Bu bir gösteriden daha fazlası ve bir devrimden daha azıydı.

İktidarı almak yeterli değil, sorun onu elde tutabilmekti. Ekim Devrimi'nin ardından gelen saldırılar düşünüldüğünde, Ekim’deki kadar dahi güçlü olmayan Sovyetler ve Bolşevik partisinin durumunun ne olacağı tahmin edilebilir.

Troçki, Temmuz günlerini Paris Komünü’nün düştüğü duruma benzetiyor. Eğer gösteriler ayaklanmaya dönüşseydi bir yarım devrim olacaktı ve ülkenin geri kalanından kopuk, yalıtılmış, kendi arasında dahi net bir programı olmayan, daha çok silahlı birliklerin desteği sayesinde alınan bir iktidarın sonu Paris Komünü’nün sonu gibi olabilirdi. Bolşeviklerin müdahalesi olmasaydı Temmuz Günleri’nde hareketin liderliğini anarşistler veya başka bir maceracı grup yüklenebilir ve ağır bir yenilgi alınabilirdi.

Yaşanan bu erken ayaklanma, karşı devrimcilere aradıkları fırsatı verdi ve Kornilov önderliğinde bir darbe girişimi yaşandı. Bolşevikler en önde bu karşı devrimci darbeye karşı azınlıkta oldukları Sovyetler’i korudular ve ancak ondan sonra, ilk kez 31 Ağustos’ta Sovyetler’de çoğunluk olmayı başardılar.

Lenin’in Temmuz Günleri’nde silahlı müfrezelerdeki desteğine güvenen yoldaşlarının ayaklanma çağrılarına karşı ısrarla Sovyetler’deki işçileri kazanmak gerektiği yönündeki tavrı, Türkiye’de bazı sol çevrelerde hâlâ etkili olan, silahlı bir azınlığın kendini işçi sınıfının yerine ikame ederek iktidarı devralması üzerine kurulu yaklaşımlardan tamamen farklıdır.

Lenin, bir yandan erken bir ayaklanmaya karşı çıkarken, öte yandan her fırsatta yerden yere vurduğu Kerenski hükümetini Temmuz Günleri'ni fırsat bilen karşı devrimcilere ve Kornilov darbesine karşı kesin bir şekilde savunacaktı. Devrim sürecinde yaşanan bu iki beklenmedik gelişmede de Lenin tutarlı bir şekilde Sovyetler’i savundu. Bu süreçten muazzam bir deneyimle çıkan Rusya işçi sınıfı böylece Ekim devrimi ile zafere ulaşabildi.

Bolşevikler’in Temmuz Günleri’nde iktidarı almak yerine Sovyetler’de çoğunluğun desteğini kazanmak üzere uyguladıkları siyasî mücadele, Sovyet Devrimi’nin silahlı bir darbeden ibaret olduğunu anlatanlara karşı önemli bir cevap niteliği taşır.

Özdeş Özbay

(Bu yazı ilk olarak AltÜst dergisinde yayınlanmıştır. www.altust.org)

Bültene kayıt ol