Alman devrimciler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, 94 yıl önce bugün katledilmişlerdi. Onları, savaşa ve şovenizme karşı seslerini yükselttikleri için, Almanya'nın yurtsever "solcu"ları öldürmüştü.
15 Ocak 1919'da işçi sınıfının iki büyük önderi Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht dipçik darbeleriyle öldürüldüler. Rosa ve Karl'ın tüm hayatları devrimle özdeşleşmişti. Alman Devrimi erken bir ayaklanma gerçekleştirip yenilgi yaşarken, bu iki devrimci gözlerini kırpmadan proletaryanın kaderiyle aynı kaderi paylaştılar. Katilleri ise milliyetçilerden oluşan Freikorps birlikleri ve onlarla işbirliği yapan yurtsever solculardı. Maalesef Türkiye'de sol içinde sosyal-şovenizm hâlâ kuvvetli. 15 Ocak 1919 bize sol içindeki milliyetçi –veya yurtsever- eğilimin varabileceği noktayı göstermesi bakımından çok önemli.
Sosyal demokrasinin yurtsever dönüşü: 1914
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Almanya'da bulunan Sosyal Demokrat Parti (SPD)'nin üyeleriydiler. SPD, dünyadaki en büyük işçi partisiydi. Kuruluşu 1860'lı yıllara dek uzanıyordu. Parti o dönemki işçi sınıfı partilerinin uluslararası örgütü II. Enternasyonal'in en belirleyici gücüydü. Hem reformist hem de devrimci kadrolar II. Enternasyonal içinde bulunuyordu.
Polonya'daki sosyalist hareketten gelen Rosa Luxemburg, parti içindeki reformist fikirlere karşı mücadele ediyor ve işçi sınıfının kendi hareketini öne çıkarıyordu. Tam bir işçi önderi olan Liebknecht ise SPD'nin parlamentodaki milletvekillerinden birisiydi. Kapitalizmi ve militarizmi parlamento kürsüsünden yerden yere vuruyordu.
1914 yılında sosyal demokrasi ile devrimcilerin yolu uluslararası çapta kesin olarak ayrıldı. I. Dünya Savaşı'nda parlamentodaki SPD grubu kendi egemen sınıfı yanında tavır aldı ve savaş kredilerinin lehine oy verdi. SPD'dekiler anavatanlarını yalnız bırakamayacaklarını anlatıyorlardı. Parlamentoda savaş karşıtlığını, anti-militarizmi son derece net ve sert bir biçimde seslendiren tek bir kişi vardı: Karl Liebknecht.
Avrupa'daki II. Enternasyonal üyesi partilerin çoğu SPD'yi izledi. Hepsi savaşta kendi devletinin, kendi egemen sınıflarının galip gelmesini savundular. 1915 yılında Lenin, Luxemburg, Liebknecht'in de aralarında bulunduğu bir grup enternasyonalist devrimci, İsviçre'nin Zimmerwald kentinde bir araya gelerek yurtsever II. Enternasyonal'e karşı bir muhalefet örgütlediler. Bu, sosyal-şovenizme veya Lenin'in deyimiyle sosyal-yurtseverliğin alçaklığına karşı mücadelenin başlangıcıydı.
Kaybedilen devrim
Rosa ve Karl, Spartakistler Birliği adında bir grup oluşturarak yurtseverliğe ve savaşa karşı isyan bayrağı açtılar. 1 Mayıs 1916'da "Kahrolsun savaş! Kahrolsun hükümet!" sloganlarıyla bir miting düzenlediler. Bu mitingin ardından Liebknecht tutuklandı. Ancak hareket grevlerle yükselmeye devam etti.
1917'de işçiler Rusya'da iktidarı ele geçirdiğinde devrimci dalga tüm Avrupa'yı kapladı. Ocak 1918'de Almanya'nın başkenti Berlin'de de işçi konseyleri kuruldu. Kasım ayında devrimci dalga artık durdurulamaz bir hâl almıştı. Almanya'da kraliyet yıkıldı. Sosyal demokrat lider Scheidemann, Weimar Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etti, Karl Liebknecht ise proleter devrimin başladığını duyuruyordu. Ancak Spartakistlerin önderlik düzeyi devrim için yeterli değildi. Aralık ayında Spartakistler, Komünist Partisi'ni kurdular. Sosyal demokratların da içinde yer aldığı hükümet, devrimi ezmek için harekete geçmişti bile...
Ocak ayında erken bir ayaklanma başladı. İçişleri bakanı sosyal demokrat Gustav Noske'ydi. Rosa ve Karl'ın ölüm emirleri bizzat Noske tarafından verildi. Sadece ordu değil, ileride pek çoğu Naziler arasında yer alacak olan faşist paramiliter güçler olan Freikorps da devreye sokuldu. Rosa ve Karl yakalandıklarında, bu paramiliter güçler tarafından katledildiler.
Yurtseverliğin sonu nedir?
Bugün Türkiye'de kendisini solda tanımlayanlar içinde kendisine yurtsever veya ulusalcı diyenler var. Daha da kötüsü kendisini böyle tanımlamasa da "cumhuriyetin kazanımları" gibi burjuva kavramlar etrafında muhalefetin bütününü AKP'ye yöneltip, Türkiye'nin Freikorps'larını görmezden gelenler var. Üstelik kendilerini devrimci olarak tanımlıyorlar.
Aynen 1914'te olduğu gibi, bugün de enternasyonalistler ve yurtseverler, sosyal-şovenler arasında bir ayrışma var. Bir tarafta referandumda "evet" oyu veren %58'i "sağcı" olarak görüp, ezici çoğunluğu milliyetçilikle karakterize olmuş içinde MHP oylarının da bulunduğu %42'iyi "hayır" oyu sayanlar var...
Kürt sorununda ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımayıp, bir de Kürt hareketini emperyalizmle işbirliği yapmakla suçlayanlar sosyal-şovenizmin en açık örneklerini oluşturuyorlar. Ermeni soykırımı anması hakkında "liberal eylem" yazan "komünistler" gibi...
Darbe girişimlerine karşı ses çıkarmayıp, Ergenekon davasını küçümseyenler; bunu sola karşı bir operasyon olarak görenler de milliyetçiliğin değirmenine su taşıyorlar. "Liberal" diye yaftaladıkları devrimcilere saldırıyorlar. Emperyalizme karşı misak-ı milli severlik anlamına gelen yurtseverliği savunuyorlar.
Yıllar yılı orta sınıfların üzerine şeriat ve bölünme korkusu püskürterek resmî ideolojiye sarılmış kemik bir kitle yaratmaya çalışan CHP'den "sol" çıkarmaya çalışanlar da sosyal-şovenizmden muzdaripler. Üstelik CHP, Rosa'ları katleden SPD'den farklı. SPD, örgütlü işçi sınıfının büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir partiydi. SPD ile karşılaştırıldığında CHP ancak Freikorps avukatlığı yapabilir.
Enternasyonalistler ise darbelere karşı sokakta ses çıkarıyor, Kürt halkının taleplerini batıda dile getiriyorlar, emperyalizme karşı kendi egemen sınıflarının yenilgisini savunuyorlar, neoliberal politikalara karşı milliyetçilikle değil, işçi sınıfını birleştiren, tüm ezilenlerin taleplerini savunan bir hatta mücadele veriyorlar. Lenin'nin, Troçki'nin, Luxemburg'un, Liebknecht'in yolundan yürüyorlar.
Kendini bir kere yurtsever olarak tanımlayanlar, milliyetçiliğin yanına düşerler. Devrimciler ise Rosa ve Karl gibi uzlaşmaz enternasyonalistlerdir.
Can Irmak Özinanır (Sosyalist İşçi, Ocak 2011)