Murat Erkman, Altüst dergisinde 1933 yılında Cumhuriyetin kuruluşunun 10. yıl kutlamaları çerçevesinde Sovyet yönetmen Sergei Yutkevic ve Lev Arnstam tarafından; çekilen "Türkiye'nin Kalbi Ankara" belgeselini ve belgeselin başına gelenleri yazdı.
“Vatandaşlar Cumhuriyet’in 10. yılını kutluyoruz. Bugün ne kadar sevinsek hakkımız vardır. On sene evvel bu devir, cumhuriyetin muzafferiyetiyle başladı. On sene içinde Türk milletinin tahakkuk ettirdiği eserler bugün iftihar ile hatırlayabileceğimiz kadar büyüktür ve geniştir. İnkılapların kuvvetini vakit vakit eski zamanlara rücu ederek mukayese etmekte fayda vardır. Vatandaşlarım on sene önceki cumhuriyetten Türk milleti bugün hiç olmazsa on kat daha kuvvetlidir. Vatandaşlar Türkiye Cumhuriyeti’nin komşuları ile ve herkesle münasebetleri çok dostanedir. Fakat sizin bildiğiniz gibi, tüm dünyanın bildiği gibi bizim Türkiye Cumhuriyeti’nin harici politikasında esas olan nokta Sovyetler ile olan dostluğumuzun temel teşkil etmesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sovyetler ile dostluğu, en çetin zamanlarda başlamış, en çetin imtihanları geçirmiş, bugün için, vadi için, iki milletin kalbine yerleşmiş esaslı bir politikadır. Bugün cumhuriyetin onuncu yılında bizim bayramımıza iştirak eden dostlarımızı Voroşilov’u Karahan’ı Bubrov, Budyonni ve Krijanovski‘yi aramızda görmek bizim için büyük bir sevinç ve bahtiyarlıktır. Kendilerine bilhassa teşekkür ederim. Yaşasın cumhuriyet, yaşasın dostlarımız.”
Sovyetler Birliğinden övgü ve dostlukla bahseden bu konuşma Cumhuriyet’in kuruluşunun 10.yılında Başbakan İsmet İnönü tarafından yapılmıştır. Böyle bir konuşmayı yapmak bu ülke için her zaman çok tepki çekmek ile eş anlamlıdır. Günümüzde bile böyle bir konuşma yapılsa, muhtemelen yapanın komünizm propagandası yapmak ve örgüt üyeliğinden yargılanması söz konusu olurdu. Tam da bu mantık yüzünden de bu konuşmanın başında yer aldığı “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filminin çok maceralı bir öyküsü vardır.
1933 yılında Cumhuriyetin kuruluşunun 10. yıl kutlamaları çerçevesinde Sovyet yönetmen Sergei Yutkevic ve Lev Arnstam tarafından; çekilen "Türkiye'nin Kalbi Ankara" filmi dönem ile ilgili önemli ipuçları veren görsel bir dokümandır. Genel olarak konusu Cumhuriyetin 10. yıl törenleri için Ankara’ya toplanan halk ve gelen Sovyet heyetinin yolculuğu çerçevesinde genç cumhuriyetin tanıtımı ve Sovyetler Birliği ile dostluğu üzerine kuruludur. Onuncu yıl töreni ve heyetin geri dönüş yoluna çıkması ile sonlanır.
Yaşlı bir partizan
Film Başbakan İsmet İnönü'nün Türkiye'nin gelişimi ve Sovyetlerle olan dostluğumuzu anlatan girişte okuduğunuz konuşma ile açılır. Arkasından yaşlı bir çoban ve fotografik açıdan güçlü bozkır görüntüleri karşımıza çıkar. Hemen bu aşamadan sonra filmle ilgili ikinci ilginç olay karşımıza dikiliyor. 10. yıl törenlerini kutlamak için köyünden Ankara’ya doğru yola çıkan yaşlı bir partizan (filmin orijinalinde bu kelime kullanılmış) evinden ayrılıp eşeği ile yola çıkar. Göğsünde madalyası vardır. İşin ilginç tarafı köy diye anılan yer çok belirgin kaya özellikleri ile ortaya çıkan Zir Vadisi diğer adı ile İstanos’dur. Bu yerleşim 1915 Ermeni Soykırımı ertesinde boşalmıştır. Ankara’nın hemen yakınındadır. 1933 yılında ise oldukça metruk görünmektedir. Günümüzde ise geriye sürekli yağmalanan Ermeni mezarlığından başka bir şey kalmamıştır. Yönetmenin bu mekânı bilerek mi kullandığı ise elimizdeki veriler ile bilemeyeceğimiz bir konudur. Ancak filmin bu kısmı soykırıma uğrayan bir halkın ardından kültürün de nasıl yok olup şekil değiştirdiğine dair çarpıcı bir örnektir.
Halk trenlere binip Adana, İzmir, Adana’dan Ankara’ya 10. yıl törenlerine gelmektedir. Bir yandan trenlerle gelen genç ve dinamik kitlelerle birlikte köylüler de kağnıları ile Ankara’ya doğru yoldadır. Birinci Meclis ve 1930 da yapımı biten yeni Sayıştay binasının önü geçit alanı gibidir. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tasarımını yaptığı Birinci Ulusal Mimarlık Üslubundaki Eski Sayıştay Binası birkaç yıl hizmetten sonra yıktırılmış yerine Avusturya vatandaşı Ernst Egli’nin tasarladığı daha modern bir bina yapılmıştır.[1] Bu binanın simgelediği modernlik filmde de ön plana çıkartılmaktadır.
Bu sırada genç Türkiye’nin izci oymakları da kutlama yapmaktadır ve flamalarda “İnönü Oymağı” yazısı da sıkça görülmektedir. Her kesimden insan Cumhuriyet’in 10. yılını kutlamaya koşmaktadır. Meclisin önündeki kısmen görünen “Cumhuriyetçiyiz, Milliyetçiyiz, Devletçiyiz, Laikiz, İnkılapçıyız, Halkçıyız” tabelasının ardından dönemin simge yapılarından Taşhan görünür ve görüntü kaybolur. Taşhan 1936 yılında yıkılmış ve yerine Alman Martin Elsaesser tarafından tasarlanan Sümerbank binası yapılmıştır.
Görüntü tekrar canlandığında üzerinde bayrak dalgalanan orak ve çekiç amblemli bir tak karşımıza çıkar. Üzerinde Rusça “Eski dost Türkiye, SSCB temsilcilerini bayramında görmekten büyük bir memnuniyet duymaktadır. Türkiye her zaman eski arkadaşlarına sadıktır” yazmaktadır. Bu takın gerçekte nerede olduğu ya da yapılmış olup olmadığı hakkında elimizde bir bilgi yok. Yazı Kurtuluş Savaşı sırasında yapılan hayati yardımın ve sonrasında sürdürülen ilişkilerin hatırlatılmakta olduğu hissini uyandırıyor. Hatta sonundaki sadakat vurgusunun, daha önce savaşılan ülkelere yakınlaşılmasına karşın bir sitem ve uyarı içerdiği hissiyatına kapılırsak, çok da yanlış bir çıkarım yapmayız. 1921 yılında Sovyet Rusya ile imzalanan anlaşma sonrasında bir yıl içerisinde çok ciddi boyutlarda cephane ve maddi yardım alınmıştır. Bu yardımın Ankara hükümetinin hedeflediği askeri sonuçlara ulaşmasında katkısı göz ardı edilemez.
Sonraki sahne Sovyet heyetinin İstanbul’a görkemli gelişini anlatmaktadır. Heyet hükümetin yolladığı İzmir Vapuru ve iki refakatçi torpido ile Sivastapol’den alınmıştır. Ayrıca gemide Dışişleri Bakanlığı Özel kalem müdürü ve askeri ataşe de refakatçi olarak bulunmaktadır.[2] Sovyet Heyetinin en önemli isimleri Harbiye Komiseri Voroşilov, Suvari Umum Müfettişi Buduyoni ve Maarif Komiser Muavini Krijanovski idi. Özellikle Voroşilov ve Buduyoni Kurtuluş Savaşından beri Türkiye ile yakın ilişkiler içerisindedir. Özellikle Voroşilof’un figürünün Atatürk ile birlikte Taksim Cumhuriyet abidesinde de yer aldığını unutmamak gerekir.
İzmir Vapuru ve iki torpido İstanbul Boğazına giriş yaparlar, halk coşku içinde heyeti karşılar. Bir uçak filosu da heyeti selamlar. Karşılayan teknelerin üzerinde sendika flamaları ve Sovyetler Birliği bayrağı göze çarpar. Bir yandan da 10. Yıl Marşı çalmaktadır. Heyet de büyük coşkuya karşılık vermektedir. Kıyılarda halk el sallamaktadır. Bunun yanında dönemin İstanbul boğazı yapılaşmasını gösteren eşsiz bir belgesel gözlerimizin önündedir. Hayranlık ve şaşkınlıkla Rumeli Hisarı ve Ortaköy gibi semtleri izleriz. Gemi Karaköy’e yanaşır ve bando Enternasyonal’i çalmaya başlar, arkasından da İstiklal Marşı’nı çalar. Bu büyük ihtimalle iki marşın da arka arkaya çalındığı tek filmdir. Bir yandan dünya işçi sınıfının Enternasyonal’i İstanbul sokaklarında çınlamaktadır hemen arkasından ise İstiklal Marşı onu takip etmektedir.
Yenilenme ve Yeni Türkiye
Heyet İstanbul’a varışının hemen ardından trenle Ankara’ya hareket eder. Tren yola koyulmuşken Ankara’nın havadan çekilmiş görüntüleri devreye girer. Bu havadan çekim Ankara Kalesi ve eski yerleşimi yeni yapılan binaları kıyaslamaktadır. Yeni yapılan Sayıştay, İş Bankası, İkinci Meclis binaları hemen dikkati çekmektedir. Kale yanında Hisar önü bölgesinde yanan ve yok edilen Ermeni mahallesi de olanca çıplaklığı ile görülmektedir. Kasapyan konağının yanına yapılan Pembe Köşk ise tüm görkemi ile yenilenmeyi ve yeni Türkiye’yi işaret etmektedir. Uçağın turu bozkırdan görüntüler ile son bulur.
Hemen arkasından heyetin Ankara’ya varışı görüntülenir. Garın önünde Sovyet ve Türk bayraklarının dalgalanırken İnönü Oymağı’na bağlı izciler karşılama töreni düzenler. Yine Enternasyonal eşliğinde halk ve izciler coşku ile Sovyet heyetini karşılamaktadır. Hemen arkasından tekrar İstiklal Marşı devreye girer. Başbakan İnönü’nün heyeti karşılamasından sonra başlarda görünen takın bir benzeri görülür. Üzerinde Orak Çekiç amblemi vardır ve üzerinde Rusça “Türkiye Cumhuriyeti’nin değerli dostu Sovyetler. Temsilcilerinizi yürekten selamlıyoruz” yazmaktadır. Fonda ise İstiklal Marşı çalmaktadır.
Film bu aşamadan sonra siyasi kimliğinden biraz uzaklaşıp belgesel nitelikleri ön plana çıkartır. Ankara’nın coğrafi özelliklerin kısaca anlatımının ardından tarihin ve üzerine kurulu olduğu Yunan, Bizans ve Roma kültürlerine değinir. Augustus Tapınağı ve tarihi eserler görüntülenir. Ankara’nın köklü kültürel tarihi üzerine başkentin inşa edildiği işaret edilir. Bu safhadan sonra eski şehrin fakirliği muhtemelen şehrin içinden olmayan metruk köy manzaraları ile anlatılmaya başlanır. Ağlayan çocuklar, uçuşan sinekler, kağnılar, yıkık evler ve fakirlik olanca çarpıcılığı ile gözümüze sokulmaktadır. Şehrin bu kadar görkemli bir tarihi kültürden sonra nasıl aniden fakirleştiğine dair bir söylem yoktur. Bunu da gayrı resmi tarih sayfalarından kolayca öğrenebiliriz.
Heyetin halk arasına karışıp halk dansları ve Seymen gösterilerini izlemelerinden sonra yeni Ankara’nın övülmeye başlanır. Ulus Atatürk Heykeli ve meydanı olanca çağdaşlığı ile gözlerimizin önüne serilir. Kağnıların yerini otomobiller almış, hepsi şapka giyen halk sokakları doldurmuştur. Birinci ve İkinci Meclis, Sayıştay binaları ile başlayan görsel tur Genelkurmay, İş Bankası, Merkez Bankası, Hıfzı Sıhha, Ziraat Fakültesi, Halkevi, Etnografya Müzesi, Sağlık Bakanlığı, Numune Hastanesi, Kızılay Binası, Konservatuar ve Kız Enstitüsü ile devam eder. Yeni çağdaş Ankara eskisinin fakirliği üzerine kurulmaktadır. Bilim adamları laboratuvarlarda, müzik öğrencileri konservatuvarda, Kız öğrenciler enstitüde yetişmektedir. Yeni eskiden tamamen bağımsız bir şekilde tasarlanmaktadır. Bu sırada filmin başında Zir Vadisi’nden yola çıkan yaşlı partizan da izci bir genç kız ile tüm bu gelişmeleri hayranlıkla izlemektedir. Bize ertesi günün bayram olduğunu müjdelerler.
Filmin son bölümü aslında yıllardır televizyonlarda sıkça gördüğümüz Cumhuriyet’in 10. yıl törenleridir. Yabancı misyon yerini alır, İstiklal Marşı’nın ardından Atatürk yakasında Halk Fırkası amblemi olduğu hâlde 10. yıl söylevine başlar. Söyleve gelişen Türkiye görüntüleri ve coşku ile kutlayan halk eşlik eder. Çubuk barajının inşaatı ve ürün kalitesi, ekonomik başarısı oldukça şaibeli Yün-İş fabrikası da ilerleme olarak gösterilir[3].10. Yıl Marşı’ndan sonra diğer ülke yöneticileri ve ardından resmi geçit görüntüleri ekrana hâkim olur. Mareşal Fevzi Çakmak gözetiminde piyadeler, süvariler tanklar ve son olarak uçaklar geçiş yapar. Her şey bir övünç kaynağıdır. Ordudan sonra ellerinde flamaları başlarında fötr şapkaları ile CHF korteji ve Seymenler geçer. Şehrin çeşitli aydınlatma görüntülerinden sonra heyetin gardan uğurlanması ile film sona erer.
Komünizm propagandası
Film 1934 yılında gösterildikten sonra, 1970 yılına kadar ortalarda görülmemiştir. 1970 yılında TRT filmi ekranda gösterince, komünizm propagandası yapılıyor diye büyük bir tepki almış ve yayından kaldırılmıştır. Film bu tarihten sonra bütün olarak görülmediği gibi törenle ilgili bazı parçaları televizyonlarda kopuk kopuk yer almıştır. Milli bayramlarda televizyonda gördüğünüz eski kutlama görüntülerinin çoğu bu filmin parçalarıdır. Bu farklı temalı görüntüler beni filmi araştırmaya yönlendirdi. Yıllar önce TRT’ye yaptığım başvurudan sonra el altından gizlice bir DVD verildi. Verilen medya bölük pörçük ve bütünlüğünü yitirmiş bir görüntü yığını idi. Bunun üzerine Rus Büyükelçiliğine baş vurdum. Orada görevli bir kadın önce film ile ilgili bildiklerini anlattı. Ardından bana filmin orijinalini bulabileceğim bir adres verdi. Adres Moskova’daydı. Görevli kadının filmle ilgili verdiği bazı detaylı bilgileri teyit etmek mümkün olmadığı için, burada yazamıyorum. O sırada oğlu Moskova’da çalışan bir tanıdığımız vasıtası ile filmi getirtmeyi başardık. Geçen süre içerisinde filmin orijinal versiyonunu elimden geldiği kadar dağıttım. Filmin bazı versiyonları geçtiğimiz yıllarda önce Cumhurbaşkanlığı web sitesinde sonra da çeşitli yerlerde "sansürsüz" olduğu iddia edilerek yayınlandı. Bu versiyonlarda bile filmin başında geçen İsmet İnönü'nün konuşması mevcut değildir.
Sovyetler Birliği ile Türkiye ilişkiler Kurtuluş Savaşı sırasında alınan yardım ile doğru orantılı gelişmemiştir. Bu filmden sonra kültürel birtakım temaslar yaşansa da zaman ilişki zaman içinde azalmıştır. Bu ilişki ülkemiz tarafından bakınca zaten sorunludur. 1 Mayıs Emek Bayramı’nın kutlanmasının bile 1925 yılında yasaklandığı, Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi’nin 1921 yılında hükümet tarafından öldürtüldüğü bir ülkenin, komünist bir ülke ile ne kadar yakınlaşabileceği bellidir. Kuruluş ilkeleri arasında emeğin adının bile geçmediği bir ülkenin komünist bir yapı ile ilişkiye geçmesi son derece irrasyoneldir. Kemalizm ve sol arasında pozitif bir bağ kurmaya çalışan herkes bu noktadan yola çıkmalıdır. Ülkenin kuruluşunu dayandırdığı altı ilkenin arasına özgürlük, adalet, eşitlik, emek gibi kavramların yer almadığı; tüm dünya sınıfsal devrim mücadelesi verirken, şapka takmayı devrim olarak öne süren bir ülkeden bu filmi sansürlememesini bekleyemeyiz. Sovyetler Birliği ülkemizi ne kadar övse de yaranamamıştır. Film devlet eliyle yok edilmeye çalışılmış ise de unutulmaması gereken, gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi sevimsiz bir huyu olduğudur.
Geçtiğimiz aylarda filmi paylaşıma açtığım YouTube sitesinden bir e-posta geldi. Postada TRT’nin telif haklarının kendisinde olduğunu iddia ederek kaldırılmasını talep ettiği belirtiliyordu. Ham halde olan 4 ayrı bölüm kaldırıldı. Ancak belki de itirazlarım sonucunda alt yazılı bir versiyon paylaşımda kaldı. Filmin orijinal kopyasına bile sahip olmayan bir kurumun bu konudaki girişimi de ülkemize has bir durumdur. Henüz sitede olan filmin aşağıda yer almaktadır.
Keyifli seyirler.
Murat Erkman
(Bu yazı, AltÜst dergisinin 25. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari/)
[1] .Doç.Dr.Mustafa Servet. Akpolat Ankara Başkentin Tarihi Arkeolojisi ve Mimarisi sf.198 AEV Yayınları
[2] Yrd. Doç. Dr. Erdal Aydoğan. Kliment Yefromoviç Voroşilov'un Türkiye'yi Ziyareti ve Türkiye-Sovyet Rusya İlişkilerine Katkısı
sf.349
[3] Atilla Dirim. "Ankara’da Bir Fabrika: Maalesef Hristiyan Elinde", AltÜst Dergisi, Sayı 24, Eylül Kasım 2017 sf.23