En iyi belgesel film Oscar ödülünü Amerikan Fabrikası aldı. Melike Işık, belgeseli değerlendiriyor.
Steven Bognar ve Julia Reichert tarafından yönetilen Amerikan Fabrikası adlı belgesel, Çinli bir yatırımcının Amerika’da 2008 Krizi sonrası kapatılmış olan General Motors fabrikasını otomotiv camı üretmek üzere yeniden açmasını konu alıyor. Yönetmen Julia Reichert Oscar Ödülleri’nde ‘En İyi Kısa Belgesel’ ödülünü aldı ve konuşmasında "Filmimiz Ohio ile Çin'de geçiyor. Ancak bu film insanların işçi üniformalarını giyip ailelerini geçindirmeye çalıştığı her yer için olabilirdi. İşçi sınıfının hayatı bugünlerde çok daha zor bir halde. Eğer dünyadaki tüm işçiler birlik olursa hayatlarının iyileşebileceğine inanıyoruz” diyerek bu belgeselin yalnızca Ohio ya da Çin’deki değil; dünyadaki tüm işçilerin mücadelesini temsil ettiğini dile getirdi.
Belgeselde yer alan fabrikanın kurucusu ve Fuyao Glass’ın CEO’su fabrikadaki tüm sorunları “Amerikalı-Çinli” karşıtlığından ibaret görürken yönetmen Julia Reichert Oscar’daki konuşmasında, bu anlayışa tamamen karşı çıkıyor. Kapitalistlerin gözünde fabrikadaki sorun farklı millet ve kültürlerin çatışmasından ibaret, oysa Julia Reichert, konuşması ile Amerikalı, Çinli ya da başka milletlerden işçilerin bölünmeden hakları için hep beraber daha güçlü mücadele edebileceğini hatırlatıyor. Fakat belgeselin başından itibaren gösterildiği üzere Çinli işçilerle Amerikalı işçilerin hem çalışma koşulları hem de kültürleri birbirinden oldukça farklı.
Amerikalı işçilerin Çinlileri örnek almasını isteyen şirket, bir grup işçiyi eğitim için Çin’e gönderiyor ve Amerikalılar orada kendilerinden çok daha hızlı, disiplinli ve adeta askeri düzenle çalıştırılan işçilerle karşılaşıyor. Çinli işçilerin çalışma saatleri Amerikalı işçilere göre oldukça uzun ve izin süreleri de daha kısıtlı. Aynı zamanda Çin’de iş güvenliği Amerika’dakinden çok daha kötü durumda. Amerikalılar Çinli işçilerin kesilmez eldiven ve koruyucu gözlük olmadan kırılan camları toplaması karşısında şaşıp kalıyor. Tüm bu farklılıklar, Çinli işçiler ile Amerikalı işçiler arasında bir bariyer oluşturuyor.
Çinli işçilere uygulanan vatana hizmet baskısı
Şirket yöneticilerinin asıl sorunu Çinli işçileri devlet baskısı ve milliyetçi söylemlerle kontrol altına alabiliyorken Amerikalı işçiler üzerinde böyle bir güçlerinin olmaması. İstedikleri verimi alamadıkları bir Amerikalı işçinin aksine Çinli bir işçiyi yalnız tembel ve yavaş olmakla değil; Çin’e gerektiği gibi hizmet etmemekle de suçluyorlar. Bu açıdan bakıldığında milliyetçiliğin işçi sınıfına verdiği zarar yalnızca farklı milletten iki işçi grubunu bölmesi, birbirine düşman haline getirmesi değil; fakat aynı zamanda tek bir ulus içerisinde de işçiler üzerinde verimi arttıracak bir baskı aracı olarak kullanılmasıdır. CEO işçilerle yaptığı konuşmalarda sık sık her Çinlinin ülkesine ve halkına borçlu olduğuna vurgu yapıyor. Doğal olarak işçiler, çalışırken kendilerinin ya da ailelerinin değil; şirketin ve Çin’in çıkarlarını gözetmek zorunda bırakılıyorlar. Bu, Çinli işçiler üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturuyor ve çalışanlar sürekli maaşlarını hak ettiklerini kanıtlama mecburiyetinde bırakılıyor.
Yöneticilerin CEO ya da işçi fark etmeksizin Çinlilerin aynı gemide olduğunu sık sık dile getirmesinin ardından Çin’deki işçilerin çalışma koşulları bize kapitalistlerle işçiler arasındaki çelişkiyi daha net bir şekilde gösteriyor. İşçilerin çoğu, ailesinden uzakta yalnızca üretimi arttırma bilinciyle çalışıyor. Kendilerine sık sık tarif edilen “o gemide” kalmak uğruna hayatlarını tehlikeye sokarak iş güvenliği olmadan çalıştırılıyorlar.
Amerikalı işçiler üzerinde hızlı üretim baskısı
Çinli işçiler üzerindeki bu baskı bir süre sonra Amerikalı işçilere de sirayet ediyor. Şirket yöneticileri, Amerikalı işçilerin üretimi arttırma düşüncesi ile değil de maaşları için çalışıyor olmasından şikayetçi olmaya başlıyor.
Çin’deki sert koşullarda işçi çalıştırmaya alışmış olan CEO, ilk başta Amerikalı işçilere söz geçirmekte zorlanıyor. Şirket CEO’su açısından Amerikalı işçiler tembel ve başına buyruk. Yönetimle bu kadar çatışmalarının sebebi ise, kazanımlarına sahip çıkmak istemeleri değil; “Çinlilere düşman olmaları”. Oysa Amerikalı işçilerin gözünden bakıldığında durum bu kadar basit değil. 2008’den önce çalıştıkları GM fabrikasında saat başına aldıkları ücretin yarısından azını alabiliyorlar, yemekhane dahil her yer üretim alanını haline getirilmiş ve molaları da oldukça kısıtlanmış.
İşçiler, verimi arttırma odaklı Çinli yöneticiler ile müşteri memnuniyeti odaklı Amerikalı Kalite Ekibi arasında sıkışıp kalıyor ve her iki taraftan gelen ayrı baskı, çalışma şartlarını tahammül edilemez bir hale getiriyor. Fabrikada işler hem zihnen hem de bedenen iki işçi grubu için de oldukça ağır.
Kim hangi gemide?
Şirket yöneticileri başından beri Amerikalı işçileri Çinli işçilerden çok farklı bir yere koyup tembellikle suçlasa da de Çinli işçiler zamanla, Amerikalı işçilerin hiç de kendilerine anlatıldığı gibi rahat ve üstün bir hayat sürmediğini, aksine onların da kendileri gibi birçok fedakârlık yaptığını, kimi zaman iki işte birden çalıştığını fark ediyor. Bu noktada şirkette yukarıdan aşağı dayatılan bölünme git gide etkisini yitirmeye başlıyor. Çinli işçilerin bir kısmı, kültürel farklara rağmen Amerikalılarla ortaklıklarını fark ediyor.
Yalnız Çin’de değil, dünyanın her tarafında kapitalistler işçilerin çıkarıyla kendi çıkarlarının birebir örtüştüğü yanılsamasını oluşturarak işçi sınıfının mücadelesini engellemeye çalışıyor. Oysa milliyetçi söylemlerin işçi sınıfına fayda sağlaması mümkün değildir. Milletleri, dilleri, çalışma saatleri farklı olsa da benzer sorunlarıyla, uğrunda mücadele verdikleri kazanımlarla aynı gemide olan olsa olsa işçi sınıfıdır ve işçi sınıfının kazanımlarını elde eden yine işçilerdir.
Melike Işık
(Sosyalist İşçi)