Dünyanın dört bir yanında protesto gösterileri var. Anaakım televizyon kanalları dahi bir isyan dalgasından bahsetmek zorunda kalıyor.
2011-2013 arası gördüğümüz öfke, bu kez çok daha yaygın, çok daha bilinçli ve kararlı bir şekilde geri dönmüş gibi gözüküyor.
Hong Kong, Şili, Irak, Bolivya, İran, Lübnan, Sudan, Haiti, Ekvador, Katalonya… Her yerde emekçiler ve ezilenler hakları için ayağa kalkmış durumda.
Her kitlesel hareket, içinde strateji ve taktiklere ilişkin onlarca tartışmayı beraberinde getiriyor. Gösterileri grevlerle mi desteklemeli? Koordinasyon için komiteler mi kurmalı? Liderlere ve siyasi partilere ihtiyacımız var mı? Bunların hepsi çok çok önemli tartışmalar.
Z Yayınları’nın bu ve benzeri hareketlerin aktivistleri için yayımladığı rehberler serisinin son kitabı, Aktivistler için Rehber: Rosa Luxemburg, geçtiğimiz haftalarda çıktı.
Paris Komünü’nün gerçekleştiği 1871’de doğan Rosa, ömrü boyunca devrimlere, savaşlara ve büyük işçi hareketlerine tanıklık etti. Çok genç yaşlarında örgütlendi ve hayatının tamamını sosyalizm mücadelesine adadı. Polonya’da, Almanya’da işçi hareketinin içerisinde çok önemli roller üstlendi. Var olduğu her yerde, hitabet yeteneği, coşkusu, keskin analizleri ve kararlılığı ile dikkat çekti.
Rosa, Karl Marx’ın sadık bir takipçisiydi. Onun ekonomik analizlerini çok iyi kavramıştı. Bu yüzden, örneğin Almanya’da içinde yer aldığı parti olan SPD’nin liderlerinin, Marx’ın kapitalizmin krizlerine ve onun devrimci bir dönüşümle alaşağı edilmesine dair analizi reddetmelerine karşı savaş açtı. Uluslararası sosyalist hareketin içerisinde reformizm tehlikesini ilk keşfeden ve onunla mücadeleye girişen aktivist Rosa Luxemburg’tu. Rosa reformlar için mücadeleye vardı; ancak parlamentonun toplumu değiştirmek için herkesin kullanabileceği tarafsız bir araç olduğuna inanmıyor, burjuvazinin yasallığını kazıdığınızda arkasından korkunç bir sınıf terörünün çıkacağını söylüyordu.
1905 Rus Devrimi’nde ise işçi sınıfının toplumsal dönüşüm için üstleneceği rolde kitle grevlerinin rolünü kavradı. SPD liderlerine göre kitle grevi, “ancak son çare olarak başvurulması gereken, defansif bir taktik” idi. Rosa ise bu grevleri, hem kapitalizmin zincirleri üretildikleri yerde kırılabileceğinden, hem de bu grevlerin yarattığı mücadele dalgası işçi sınıfının bilincinde keskin dönüşümlere yol açtığından, çok çok önemsiyordu. Ona göre, grevler, devrimin yaşayan kalp atışlarıydı.
Birinci Dünya Savaşı’na gidilen dönemde sosyalist hareketin bir ayrışmaya daha tanıklık edecekti. Avrupa’nın en güçlü marksist partisi Alman SPD’sinin liderleri, kapitalizmin artık savaşlara ihtiyaç duymayacağını ilan eden “ultra-emperyalizm” teorileri geliştiriyorlardı. Rosa’ya göre ise emperyalizm, kapitalist rekabetin daha büyük ölçeklere taşındığı bir aşamaydı. Rosa, Alman sosyalistleri savaşta kendi hükümetlerini desteklerken, militarizme karşı açıktan tutum aldı. “Savaşa karşı savaş” öneriyor, savaştan faydalanılarak kendi egemen sınıfının devrilmesi mücadelesini yükseltme çağrısı yapıyordu.
Rosa, tüm ortodoksileri sorgulayan bir isimdi. Zaman zaman Bolşevikler’i de merkezileşme, bürokratikleşme konusunda eleştiriyordu. Alman Devrimi’nin deneyimlerine sahip olmaya başladığında, Rus Devrimi’nin karşı karşıya kaldığı zorlukları daha iyi anladı ve bu eleştirilerinin bir kısmını geri çekti. Devrimin kızıl gülü, örgütlenmeye inanmayan “kendiliğindenci” bir aktivist değildi. Bu mit ilerleyen yıllarda stalinizm tarafından üretildi. Rosa ise bütün hayatını devrimci partilerin içinde, onları büyütmeye çalışarak geçirdi.
Sally Campbell’in yazdığı, Irmak Yavlal’ın çevirdiği Aktivistler için Rehber: Rosa Luxemburg, Z Yayınları’nın daha önce yayınladığı Malcolm X, Eleanor Marx ve Gramsci kitaplarının yapmaya çalıştığı gibi, Rosa Luxemburg’un kritik anlarda verdiği kararlara, gerçekleştirdiği mücadelelere odaklanıyor, sınıf mücadelesine teorik ve pratik katkısını öğrenmek isteyenler için güzel bir özet sunuyor.
Ozan Tekin