Sosyalist İşçi gazetesinin 622. sayısında yer alan 24 Haziran seçimlerine dair analiz:
24 Haziran seçimleri yüzde 86 gibi yüksek bir katılım oranıyla gerçekleşti. Erdoğan yeni başkanlık sisteminin ilk ‘cumhurbaşkanı’ oldu. Parlamentoda ise seçimlerin öncesindeki beklentilerden çok farklı bir tablo ortaya çıktı. Beklendiği gibi Cumhur İttifakı meclisteki çoğunluğunu kaybetmedi ama bunun nedeni AKP’nin değil MHP’nin oyları oldu. AKP 24 Haziran seçimlerinin en çok oy kaybeden partisi. 1 Kasım 2015 seçimlerinde 23 milyon 673 bin oy alan parti, bir buçuk milyonluk bir oy kaybı yaşadı. Yüzde 49,49 oranındaki oyları yüzde 42,56’ya geriledi yani yüzde 7 oranında oy kaybetti. Önceki dönemde 317 milletvekili meclisteyken şimdi 295 vekile sahip.
Erdoğan’ın ilk turda CumhurBaşkanı seçilmesine rağmen, partisinin yaşadığı bu gerileyiş seçimlerin sonrasında ortaya çıkan yeni siyasi koşulların temelini oluşturuyor. AKP’nin MHP oyları olmadan mecliste çoğunluğu sağlayamayacağı ortaya çıktı. AKP’nin meclis çoğunluğu için MHP’nin 49 milletvekiline muhtaç olması, iktidarın yıllardır övündüğü ‘koalisyonu bitirdik’ söyleminin çöktüğü anlamına geliyor. Hükümet artık koalisyonlara mahkum ve bu durum siyasal istikrarsızlığın süreceğinin bir göstergesi. AKP’nin içine düştüğü bunalım, seçimlerin öncesinde MHP ile kurulan ittifaka dair kendi içinde yaşanan tartışmalarda işaretlerini vermişti. Mayıs ayında Kayseri’de yaptığı bir konuşmada Erdoğan Cumhurbaşkanlığında kendisine oy verip partisine vermeyecek olanları ‘münafık’ ilan etmişti. Birçok AKP’li ittifaktan partilerinin yeterince karlı çıkmadığına dair huzursuzluğu ifade etmeye başlamıştı. Seçimin ardından bu çelişkilerin üzeri geçici olarak örtülmüş gibi görünse de AKP’nin oy kaybederken MHP’nin 1 Kasım oylarını büyük oranda koruması ittifaktaki gerilimi devam ettirecek. MHP 25 Haziran’dan itibaren bu ‘avantajlı’ pozisyonunu kullanarak kendisini dayatmaya başladı bile. MHP genel başkan yardımcısının ‘Erdoğan’ı ve AKP’yi kurtardık bundan sonra biz ne dersek o olacak’ açıklaması, seçimin ardından faşist Bahçeli ve partisinin ittifak ortağına yaklaşımının nasıl olacağının özeti. Faşist MHP’nin kazandığı özgüvenle AKP ve Erdoğan üzerinde uygulayacağı basınç daha milliyetçi, baskıcı politikaları açığa çıkaracak ama bir o kadar da ittifak üzerindeki siyasal istikrarsızlığı süreklileştirecek.
Dip dalgası sağa aktı
Seçim öncesi MHP’nin büyük bir hezimet yaşayacağı, can simidi AKP sayesinde ayakta kaldığı görüşlerinden büyük oranda tam tersi bir manzarayla karşı karşıyayız. AKP’nin kaybettiği oyların büyük bir kısmının MHP’ye gitmiş olması siyasetin ciddi bir şekilde sağa yattığını gösteriyor. 15 Temmuz darbesinin ardından oluşan yerli-milli mutabakatın devlet bekası söylemiyle uyguladığı savaş politikalarının toplumdaki etkisinin sanıldığından daha güçlü olduğu anlaşılıyor. İktidarın Suriye politikasındaki değişiklik, Kürt meselesinde çözümü bir kenara bırakıp askeri müdahalelerle savaşı, militarizmi, çatışmayı yükseltmesi toplumda milliyetçi tepkileri güçlendiren bir siyasi koşulu yarattı.
Milliyetçi, ırkçı, göçmen düşmanı politikaların şekillendirdiği sağ eğilimin yükselişinin diğer boyutu, İyi Parti’nin yaklaşık yüzde 10 oy almış olması. Tüm dünyada sağ siyasetin yükseldiği politik iklime Türkiye de benzer bir eğilimle eklenmiş oldu. Meksikalı göçmen çocuklara el koyan Trump’lı dünyada, Türkiye’deki seçimlerin sonucunda da ‘demokrasi ve barışın baharı’ yaşanamadı. AKP ve MHP, karşı ittifakta olsalar da CHP ve İP seçim dönemi boyunca Suriyeli göçmen düşmanlığını siyasi propagandanın temel harcı haline getirerek siyasetteki sağ iklimi güçlendirdi.
Erdoğan nasıl kazandı?
Siyasi ve ekonomik kriz tartışmalarının, dezavantajlı gösteren kamuoyu yoklamalarının, sönük seçim kampanyasının ardından Erdoğan nasıl yüzde 52 oy alabildi? 16 Nisan referandumunda kaybettiği büyükşehirleri ve ilçeleri nasıl geri kazanabildi? Bu soruların yanıtı içinde yaşadığımız istikrarsızlığı yaratan siyasi ve ekonomik kriz koşullarında gizli. Dolar’daki ve günlük tüketim maddelerinin fiyatlarındaki yükseliş, artık herkesçe kabul edilen yaklaşan ekonomik kriz otomatik olarak kitlelerin krizin sorumlusu iktidarı cezalandırmasıyla sonuçlanmadı. Toplumun bir kısmı ekonomik kriz yaklaşırken siyasi krizi derinleştirecek bir tercihte bulunmadı. Irmağı geçerken at değiştirmeyerek mevcudu muhafaza etmeyi tercih ettiği görülüyor. Ancak bu eğilim en az Erdoğan gittiğinde tüm krizlerin bir anda çözüleceği düşüncesi kadar bir yanılsama.
Ayrıca AKP’nin kalesi olarak görülen yerlerde bile 16 Nisan referandumunda yönetim sisteminin değişmesine Hayır oyu verilmişken, aynı bölgelerde Erdoğan oylarını geri toparladı. Görünen o ki yeni sistem oylandığında ona karşı olanlar, sistem uygulanmaya başlayacaksa başında Erdoğan’ın olmasını tercih etti.
Muhalefet ne yaptı?
Cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü aday Muharrem İnce toplumun bir kesiminde uzun zamandır olmayan bir hava yarattı. Peki bu hava neden işe yaramadı? AKP’den memnuniyetsiz olan mütedeyyin kesimlere alternatif olabileceği düşünülen Saadet Partisi’ne dair beklentiler neden kof çıktı? Kendisini ana akım muhalefete beğendirmeye çalışan SP, CHP’yle ittifak kurması nedeniyle AKP’den kopabileceklere bir çekim merkezi olamadı.
İnce ve etrafında dönen muhalifete gelince, toplumdaki kutuplaşmayı temel alarak kültürel kodlara oynayan, soyut bir demokrasi söylemiyle vaad edilen bir takım reformların kazanmak için yeterli olmadığı görüldü. Muharrem İnce’nin seçim çalışması boyunca ‘onun anlayacağı dilden konuşması’ OHAL baskısından bunalan birçok muhalifin içine su serpmiş olabilir. Ancak AKP-MHP karşısındaki tüm muhalefete sirayet etmiş olan rövanşist söylem kazandırıcı değil daha da önemlisi politik değil. Seçim dönemi boyunca muhalefet cephesinde oluşmuş olan demokratik hava çok olumlu ama hemen ertesinde ‘size müstehak’ anlayışının hortlaması, politik ayrımların görmezden gelindiği ve tek ortaklığı Erdoğan karşıtlığı olan bir ittifakın sabun köpüğünden ibaret olduğunu kanıtladı.
Muhalefet ne yapmalıydı?
16 yıl boyunca her seçimde olduğu gibi bir kere daha ‘hepimiz aynı gemideyiz’ yanılsamasıyla CHP’den medet uman sol anlayış çöktü. CHP şimdi kendi iç kriziyle uğraşadursun. AKP-MHP ittifakı karşısındaki muhalefetin en temel eksikliği işçi sınıfı siyasetinin olmayışıdır. OHAL’in işçi sınıfının koşullarında yarattığı gerileme, gelmekte olan ekonomik kriz ana akım muhalefet tarafından seçim süreci boyunca sadece patates ve soğanlı soyut retoriklerle karşılandı. 24 Haziran seçimlerinin demokrasi, barış, özgürlük isteyenlere gösterdiği en acil sonuç işçi sınıfını milliyetçi bloktan geri kazanma iddiasında olan antikapitalist devrimci bir odağı inşa etme görevidir.
Muhalefetten bahsederken HDP için ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Çözüm sürecinin çöküşünden bu yana devletin tüm baskılarına, Cumhurbaşkanı adayı ve milletvekillerinin tutuklu olmasına, parti üyelerinin sistematik olarak gözaltına alınmasına, 7/24 hedef gösterilmesine, yerli-milli ittifakın barajın üstünde tepinmesine rağmen HDP’yi baraj altında tutamadılar. Bu başlı başına bir zafer ve Kürt halkındaki barış iradesinin kanıtıdır. Ancak HDP’nin önceki seçimlere oranla mevcudu korumaktan öteye gidememesi hatta bazı yerlerde yaşadığı kayıplar ayrıca değerlendirilmeli. AKP’den koparmaya dönük değil sol muhalefeti toparlamaya dönük strateji daha fazlasını kazanmasının önündeki en büyük engeldir. CHP’ye dönük ‘1 milyon oy verin 6 milyon oy verelim’ gibi pazarlıklar belki barajın geçilmesine vesile olmuş ancak politik olarak mevcut kutuplaşmayı beslemeye yaramıştır. Sosyalist hareket içerisinde yıllardır CHP’nin kanatları altında parlamentoda varlık elde etme yolu izleyen eğilim, yönünü HDP’ye çevirmiş durumda. Bu eğilime kapı açmanın HDP açısından pek de kazandırıcı olmadığı görüldüğü gibi genel olarak sosyalist hareket ve işçi sınıfı mücadelesi için anlamlı olmadığı da kanıtlandı.
Sosyalistler ne yapmalı?
Küresel çapta sağın yükseldiği, krizlerin derinleştiği bir ortamda Türkiye’de de siyasi ve ekonomik kriz koşulları sürmeye devam edecek. Sosyalist İşçi sayfalarında AKP-MHP’nin yenilgisinin bu koşullara karşı işçi sınıfının mücadelesini kolaylaştıracağını savunduk. Sandıktan bunun olanakları çıkmadı, şimdi daha zorlu bir noktadayız. Ancak iktidarın son iki yıldır dolandığı siyasi kriz sarmalı olduğu yerde duruyor, ekonomik kriz kaşrısında ‘IMF’siz IMF programı’nı uygulamak için kolları sıvadılar. Tüm bunlar mücadeleyi büyütmek için önümüzde duran fırsatlardır. Bu fırsatları değerlendirmek için kutuplaşmayı kırmayı hedefleyen, HDP’ye omuz veren ama HDP’den bağımsız, işçi sınıfını antikapitalist politikalar etrafında örgütlemeye çalışan bir devrimci odağı inşa etmeliyiz. İşçi sınıfının krizin faturasını ödememe mücadelesiyle barış talebini birleştiren bir sol örgütlenmeli. Yükselen sağ rüzgarı tersine çevirebiliriz. Şimdi Suriyeli göçmenlerle dayanışan, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı kararlı bir hareketi, solu ve işçi sınıfının birliğini inşa etme zamanı!