'TL hızla değer kaybediyor, Hazine'nin kasası boşalıyor, dolar üzerinden ödenecek borçlar kurun her artışında katlanıyor...'
2018 yılı Ocak ayında bir eğilim olarak beliren ve Ağustos ayında dolar kurunun 7,24 seviyesine ulaşmasıyla birlikte kendini ortaya koyan borç krizi, sırasında söylenen yukarıdaki sözler bugün de söyleniyor.
Dış saldırı mı?
Dolar kuru tarihi bir rekor kırarak 7 Mayıs sabahı 7.24 seviyesini gördü.
6 Mayıs öğleden sonrası (Borsalar açık iken) Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın iş çevreleri ile yaptığı toplantı sırasında, TL'nin düşmesi üzerine ekonominin bir komployla karşı karşıya olduğu anlatılıyor.
Albayrak konuşmasında Türkiye ekonomisinin 2020'yi büyüyerek kapatmasını beklediklerini , hem bankaların hem de özel sektörün döviz borçlarının tamamına yakınını rahat bir şekilde çevirdiklerini söyledi. TL'nin düşüşü, bu sözler üzerine geldi.
İktidara göre bu bütünüyle dışarıdan gelen (Londra'da finans çevreleri bazı bankalar) bir saldırı.
Küresel finans piyasalarını kontrol eden kapitalistlerin, al sat yaparak büyük vurgunlar (paradan para kazanmak, spekülasyonlar) yaptığı bir gerçek. 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan kurdaki dalgalanmalar sırasında İngiltere merkezli HSBC'nin bir günde 120 milyon dolar, Almanya merkezli Deutsche Bank'ın ise 35 milyon dolar kazandığı açıklanmıştı. AKP'nin de savuncusu olduğu piyasa kapitalizminde finans spekülasyonları, bir istisna değil genel geçer durumdur.
TL bugünkü değer kaybedişine neden olan bir dizi yerel ve uluslararası etkene bakıldığında, dışarıdan bir komployla değil Türkiye kapitalizminin kendi yapısından gelen tarihsel kaynak sorunuyla, yani borç kriziyle karşılaşıyoruz.
TL'nin krizi
TL, Ocak ayından bu yana geçen 5 ayda TL yüzde 20 oranında değer kaybına uğradı. İktidar çevreleri her ne kadar bunun bir kaç günlük komplo olduğunu iddia etse de dolar/Tl grafiği, hızla değer kaybedişin Ocak ayından itibaren başladığını gösteriyor.
2019 yılında kurun zik zaklı bir halde olduğu görülürken, TL'nin değer kaybedişinin geçen yıl başladığı da anlaşılıyor.
Dolar kuru (Mayıs 2019-Mayıs 2020)
TL'nin hızla değer kaybetmesi bir dizi yerel ve uluslararası etkene bağlı olarak gelişiyor:
- 2018'de durgunluğa giren ekonomide yatırımları teşvik etmek ve patronların 440 milyar dolarlık borcunu (geri ödemeleriyle) hafifletmek için 2019'dan itibaren ard arda faiz indirimlerine gidildi. Bu karar, dünyada geçerli olan para birimi doları yöneten Amerikan Merkez Bankası (FED) - Trump'ın istediği gibi - faiz artırımlarından vazgeçmesi ve gevşeme yönündeki kararını esas aldı. Avrupa Merkez Bankası da aynı eğilim içindeydi. Dünyada faizlerin indirecek ve para politikalarını gevşetecek kararların, TL'ye olumlu yansıyacağı, yabancı yatırımcıları çekeceği ileri sürülerek - Erdoğan'ın istediği gibi - 2019'dan 2020 Nisan'ına kadar ard arda faiz indirimlerine gidildi. Türkiye Merkez Bankası'nın küresel eğilimler doğrultusunda yaptığı faiz indirimleri sırasında kurun yükselmemesi aksine düşmesi bir güven yarattı. Ancak 2019 boyunca, 400 milyar dolar olarak tarif edilen Türkiye kapitalistlerin borçlarını (kısa veya uzun vadeli) ödeyecek dış kredi bulunamadı. Küresel finans yatırımcıları, dünya ekonomisinin durgunluğa girdiği, ABD-Çin ticaret savaşının belirsizlikler yarattığı ortamda "güvenli limanlara sığındı." Para birimi olarak doları, yatırım alanı olarak ABD ve Batı kapitalizmini tercih ettiler. 2019 yılında, iktidarın iddialarına rağmen üretim henüz toparlanmamış, şirketlerin borçlarını hafifletmek, patronları kurtarmak için bir dizi karar alınsa da kaynak yani dış kredi-döviz ihtiyacını çözemeyen Türkiye ekonomisi durgunluğu aşamamıştı.
- 2020 yılında Türkiyeli kapitalistlerin ödemesi gereken döviz cinsinden borç miktarı 170 milyar dolar. Ocak ayında Türkiye kapitalizminin borçları ödeyemecek durumda olduğu zaten açığa çıkmıştı. Koronavirüs salgınını, hükümetlerden önce anlayan para piyasaları gardını aldı ve kısılan kredi muslukları tamamen kapandı. Ocak 2020 itibarıyla Türkiye piyasalarındaki yabancı sermayenin kaçışı da başladı. Geçen beş ay içinde Türkiye piyasalarına yatırım yapan kısıtlı yabancı sermaye ABD gibi "güvenli limanlara" kaçarken, Türkiye'deki toplam mevduatlar - ekonomiye güvensizlik eğiliminin artması ile birlikte - yarı yarıya dolara döndü. Bu yerel bir durum değildir. Yapısal bir krizi yaşayan, boğazına kadar borçlu her devlette, "dolarizasyon" denilen şey yaşanır. Az ya da çok, eldeki paranın değer kaybetmemesi için yerel para birimlerine değil temel para birimi olan dolara yatırım yapılır. Koronavirüs salgını ile birlikte ithalatı ve ihracatı duran Türkiye kapitalizmi "sıcak para" denen dış kredilere olan bağımlılığını gideremez duruma geldi ve ortaya şu durum çıktı: Dolarizasyon sebebiyle piyasadaki dolar satın alınıyor, küresel eğilimler de kurun yükselişini destekliyor. İhtiyaç olan dolar cinsinden dış kaynak bulunamazken, TL hızla değer kaybediyor; Dolar almak için daha fazla TL gerekiyor. İçinde bulunduğumuz krizin 2018'den daha şiddetli olmasının nedeni, patronları ve bankaları ihya etmek için geçen iki yılda, ekonomi yönetiminin gereken kaynağı bulamaması ve borçların ödenemez hale gelmesidir. Yabancı ajanslar, 2020 Ocak ayından bu yana Hazine'nin kasasındaki 40 milyar dolarlık rezervin 25 milyar dolara gerilediğini; Türkiye kapitalizmi denilen işletmenin kasasının, 12 ayda 170 milyar doları ödemeyecek kadar boşaldığını söylüyor.
- İçinde bulunduğumuz dönemin 2018 borç krizinden bir farkı da ekonomi yönetiminin Cumhurbaşkanlığı etrafında aşırı merkezileşmiş olması. 2018'de TL'nin "dramatik düşüşü" Erdoğan ile ekonomi yönetimi arasındaki anlaşmazlıklar ve belirsizliklere bağlanıyordu. Bugün ise TL'nin düşüşü "trajik" olarak adlandırılabilir. Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Merkez Bankası'nın yüksek maaşlı bürokratları, 2019'dan bu yana TL'nin erimesini durdurmak ve kurun yükselişini baskılamak adına her türlü yöntemi uyguladılar. Ancak görülüyor ki tüm bunlar TL'nin değer kaybını engelleyemiyor.
Sigorta risk primi (Bir ekonomiye yatırım yapanlar için risk saptaması, borçlar üzerinden)
- 2018'de olduğu gibi 2020'deki borç krizinin faturasını emekçi sınıflar (yüzde 70 yoksullaşmış, gelir kaybına uğramıştık) ödememelidir. Borç, kapitalistlerin borcu. Bankalar, geçen yıllar boyunca kâr üstüne kâr elde etti. 170 milyarlık dolarlık borçla birlikte salgının faturasını da Türkiye kapitalizminin en zenginleri ve bankalar ödemelidir.
- IMF'ye hayır! Kimi muhalefet çevreleri, iktidarın IMF'nin kapısını çalacağını, kapısını çalmaktan kaçamayacağını (iki yıldır) ileri sürüyor. Türkiye emekçi sınıfları, IMF'den alınan borçları yıllar boyunca ödemiş ve bu borçların ödenmesi için yapılan dayatmalar sonucu yoksullaşmıştır. Türkiye kapitalizminin borçları için aradığı kaynak, en zengin kapitalistlerin kasasında duruyor. Borç krizinin çözmenin gerçekçi yolu, şirketlerin ve bankaların tüm borçları (kendi borç ve alacaklarını) üstlenmesi, hükümetin patronları kolllamaktan vazgeçmesidir. Sermaye yanlısı kararlardan vazgeçilsin! Şirketler değil, hayatı ayakta tutan emekçiler kurtarılsın!
- Kapitalistlerin borcu, biz emekçilerin borcu değildir. Herkesin birbirine gırtlağına kadar borçlu olduğu bu dünya düzeni, işçilerin ve yoksulların tercihi değildir. Bir salgının başında, küresel kapitalizm durgunluğa girmiş ve krize sürüklenirken, IMF ya da bir bankaya borç ödemeye hayır! Sosyalistler başta emekçilerin bireysel banka borçları olmak üzere tüm borçların silinmesini talep ediyor.
Volkan Akyıldırım